01 Haziran 2013 15:52

Taksim’i fethetmek

Taksim’i fethetmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

ORTAK HAFIZA

Taksim sembolik olarak da önemli bir alan. Bugüne kadar bir kesim kendini orada hep biraz ‘yabancı’ ve ‘huzursuz’ hissetti. Sonradan zenginleşen İslami bujuvazi ve onların kapitalizme entegrasyonu sürecinde onlar açısından toplumun diğer katmanlarıyla “ortak mekan ve ortak hafıza” özelliği taşımayan yerler; örneğin Emek Sineması, İnci Pastanesi, barların olduğu sokaklar, Atatürk Kültür Merkezi  vs. anlam veremedikleri ve dahası onlara eskiden kültür tüketimi yaşamının içinde olmayışlarını hatırlatan, daha Türkçe’si onlara muhtemelen şimdi unutmaya çalıştıkları “eski hal”lerini hatırlatan ortak mekanlar. Dolayısıyla bu yeni burjuvazinin alışveriş ederken artık bu simgelerle ve ortak mekanlarla karşılaşmaması, şehrin merkezinde ve özellikle Taksim’de kendi mekanlarını kurmaları gerekiyor. Çünkü bu mekanlarla karşılaşmak ortak bellek için yer almadıklarını her an yüzlerine vuran bir gerçek. Mahalle futbolunda Top’a sahip olan çocuk oyuna girmeye çalışmaz. Kendi oyununu kurar. Bu sembollere ve ortak belleğe olan saldırı hem siyasi, hem sosyolojik, hem kültürel, hem ekonomik bir çok ayağı olan ve birden çok anlam taşıyan bir saldırı ve kesinlikle tesadüfi gözükmüyor. Elbette olayın rant boyutunu atlamamak gerekiyor. Ticareti, baskın Sünni dini bir değer olarak benimseyen ve yeniden kültürel bir değer biçen bu iktidarın herhangi bir dönüşümünde kârın olmaması nerdeyse yine onların sözlüğüne referansla anlatırsak artık “mekruh”.  Basit bir mantıkları var aslında: Ticaret mubahsa içinde kâr olmayan bütün her şey de “mekruh” oluyor. Bu ticaretin kutsanması ve doğanın yağmalanmasından tek nasibini almayan şirket herhalde küresel tohum üreticisi Monsanto. Büyük ihtimalle onun da eli kulağında.

SAĞ İDEOLOJİNİN ABC’Sİ

Taksim’de alkollü içecek de satan bir kafenin önünden geçiyorum. Yeni açılmış. Sahibi eski bir eğlence yeri çalışanı. Borç harç kredi çekmiş ve mekanı açmış. İçeride çok da herkese hitap etmeyen müzikler çalıyor. İçki fiyatları tekel bayiisiyle yarışır durumda. 80’li yılların rock müziğinden indie’ye uzanan bir aralıkta müzik çalıyorlar. Sahibiyle konuşuyorum. Ona ne düşündüğünü soruyorum. “Yakında bu gibi mekanlar ikinci katlara taşınacak” diyor. “Önce sokaktaki masaları kaldırdılar. Şimdi de birinci katta böyle bir mekan istemiyorlar. Bütün mesele içki içen bir insan görüp rahatsız olmamaları. Bu, çok büyük bir bencillik” diye anlatıyor derdini. İçki içme kültürü oldukça köklü olan Türkiye’de kadınlarla erkeklerin bir arada içki içme kültürü tam tersine hiç de köklü değil. O yüzden bu yeni alkol yasakları büyük halk kitlelerini alkolden korumak için çıkarılmıyor gerçekte. Alkol tüketiminin “afyon” işlevinden etinden sütüne kadar yararlanmak isteyen devlet, iş “alkol içen bir insan bedeni” kendi iktidar alanına karşı bir simge haline geldiğinde onu toplumdan yalıtmak için elinden geleni yapıyor.

Karşımızda toplumun en temel yapı taşını “aile” olarak gören ve kutsayan bir anlayış var. Oysa hangi özgürleşme çabası yaşayan topluma giderseniz gidin toplumun bileşeni bireydir, aile değil. Ama bu da yılların sağ ideolojisinin adım adım ülkeyi getirdiği nokta zaten. Çocuğu olmayan bir kadınsanız, evli olmayan bir erkekseniz AKP’nin toplum projesinin ve mekan tasarımının da ancak çeperlerinde olmayı hak ediyorsunuz demektir. O zaman siz de yeni yapılacak çirkin alışveriş merkezleri ve Beyoğlu için tıpkı içki içen bir beden gibi çirkin ve rahatsız edicisiniz. Asıl mesele her an denetleyebilecekleri alışveriş merkezleri kurmak. Eskiden İstanbul’u denetlemelerine ve “marjinal” insanları kontrol edebilmelerine olanak tanıyan bir alan olarak kurgulanıyordu Beyoğlu. Bu kadar fazla insanın, üstelik de onları “marj”da tarif edebilmelerine yarayacak  bir kültürel tüketimin yaşandığı bir alana bu kadar fazla sayıda insanın bir anda sıkışması inanılmaz bir denetim olanağı sağlıyordu. Ancak artık bu denetim alanına en azından bu biçimde ihtiyaç yok. Bütün bu dönüşümün sebebi de bu aslında. Emek sineması mücadelesinde sinemayı savunan bir eylemciye belediye başkanın verdiği cevap oldukça manidardır: “Artık salon sinemalarına kimse gitmiyor. Herkes alışveriş merkezlerinde film izliyor. Siz de gitmeyiverin” demişti. “Biz nerede izleyeceksek siz de orada izleyin” anlamına gelen bu çıkışın bir sonraki adımı “biz nasıl yaşıyorsak, nasıl düşünüyorsak siz de öyle yaşayın, düşünün”dür. Siz, eğer bir iktidarı yalandan da olsa hak, adalet değil de bir güç görüntüsü üzerine kurup dayarsanız tabi ki Don Quichotte’nin yel değirmenleriyle savaştığı gibi birbirini seven genç insan bedenleri ile, bardaklarla, tabaklarla, şişelerle savaşırsınız. Tabi ki olmadık şeylerden korkarsınız.  Bu türden bir güç istencinin gerçekliği sürdürülebilir olmadığı için bedeli de bir iktidarın yok oluşa sürüklenmesidir.  İşin en ironik tarafı da bu tür bir iktidarın ne geçmişte ne gelecekte liberallerin iddia ettiği gibi bir dönüşüm potansiyeli taşımamasıdır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...