23 Şubat 2013 06:54

New York Dolls ve bedene atfedilen sosyal algı

New York Dolls  ve bedene atfedilen sosyal algı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu hafta New York Dolls’un müziksel davranışlarının seyirci ve/veya dinleyici üzerindeki etkisinden yola çıkarak ve Amerikalı profesör Judith Butler’dan alıntılar yaparak queer teorisi ve beden arasındaki ilişkiye odaklanmaya çalışacağım. Morrissey gibi kitle kültüründe cinsiyetsiz kalmayı becerebilmiş süper star ile erkek azgınlığını sergileyerek ün yapmış olan Blackie Lawless’a oradan R.E.M.’e, Television’dan, Talking Heads’e ve 90’larda Guns n’ Roses’a kadar 70’lerin Amerikalı punk ve glam müzik ortamı için hayati önem taşıyan Dolls’un en önemli eylemlerinden biri sahneye kadın kıyafetleri içinde transvestite olarak çıkmalarıydı. Müzikleri rock n’ roll etkilenimliydi ancak rock n’ roll’u o kadar geleneğinden kopuk biçimde kendilerine uyarlamışlardı ki bu biçimde çalınan rock n’ roll, proto-punk müziğin önemli bir stili haline geldi.

PROTO-PUNK

Dolls’un şarkı sözleri, sokak hayatının ironik yanlarını anlatıyordu. Diğer yandan Bo Didley gibi büyük siyahi rock n’ roll ustalarından çaldıkları cover’lar,söz ve müzikleri hiç değiştirilmese bile, sahnedeki transvetite sunumuyla ve Dolls tavırlarıyla Amerikalı seyircide rock n’ roll müzik geleneğinin dışında kalan bir şok etkisi yaratıyordu. Zaten onları proto-punk yapan da tam olarak buydu. Sahneye kadın görünümünde çıkmaları başka bir açıdan daha ilginçti çünkü kişisel yaşamlarında heteroseksüel oldukları biliniyordu. Seyirciler üzerinde daha sonra cinsiyetleri keskin çizgilerle ayırmayan queer teori içinde de incelenebilecek toplumsal refleks anları bıraktılar. Dolls’un özensiz müziğinden etkilenen bir çok grup daha sonra müzik endüstrisinin tam kalbine yerleşti ancak Dolls az sayıdaki hayranı, yıldız bir grup olamayışı, işin içine ilaç bağımlılığının da karıştığı yalnızlaşan grup elemanlarıyla gizli bir efsane gibi kaldı.

Judith Butler geçen bahar Ankara’da homofobi karşıtı buluşma etkinliğinde yaptığı konuşmada, Türkçe’de özgürlük anlamına gelen iki İngilizce kelimenin liberty ile freedom’un farklı kavramlar olduğunu ve freedom’un liberty’den farklı olarak sosyal bir dönüşüm gerektirdiğini ve bireysel olarak deneyimlenme şansının olmadığını söylüyor. İki kelime de özgürlük olarak çevirilse bile liberty sözcüğüyle karşılanan özgürlüğün freedom sözcüğüyle karşılanan özgürlüğün tersine serbest piyasanın sağladığı şartlarda bireysel olarak deneyimlenebileceğinden bahsediyor. Böyle bir tanımlama akla liberty’nin, freedom’un yani tahayyüldeki özgürlüğün ön aşaması olarak görülüp görülemeyeceği sorusunu getiriyor. Lineer tarihsel bakış, liberty sözcüğüyle karşılanan özgürlüğü bu yönde okumaya eğilimliyken; lineer olmayan akıl liberty kavramını freedom ile karşılanan özgürlüğü destekleyen değil, onun aleyhinde yanılsamalar yaratan başka bir kavram olarak anlıyor. Buna göre bedeni mülkiyet hakları çevresinde liberte ederek özgürleştirmek mümkün. Bedenlerle kurulan ilişkide bedeni bir çöp alanı olarak kullanmak ve bedenle ilgili tüm bağımlılık hallerini yaşamak da mümkün. Ancak bu gerçekten bir özgürlük biçimi mi yoksa yaşadığımız sosyal alanda bize kalan mecburi bir istikamet mi? Sadece cinsel birliktelik değil gerçekte beden ile yaptığımız her şey dayanışmacı ya da tahakkümcü oluşlar gösterebiliyor. Bu yüzden bedeni özgür hale getirmek liberal ekonomi ve onun yaşam biçiminin bize reçetesini kolayca verebileceği ya da bizim tek başına yapabileceğimiz bir iş değil. Zira onu sakınamayacağımız bir durumdayız. Çünkü bir topluluğun içinde yaşıyor olduğumuz gerçeği değişmeycek. Açıkça, beden tıpkı savaşta olduğu gibi birbirimizi tahakküm altına almak ya da girmek için bencilce kullandığımız bir mülke dönüştüğünde özgürleşmiş olmayacak. Butler’ın söylediği şey bedenin bireye ait olduğu. Ancak yine de bireyle sınırlı olmadığı. Sosyal bir karşılığı olduğu.


BİR TEHLİKE

ANCAK burada bir tehlike de bekliyor: Zira bu modernizmin beden aklına karşı çıkmak iki biçimde mümkün: Ya feminist mücadelenin savaş açtığı geleneksel, erkek egemen ve patriarkal kavramlara tekrardan sıkı sıkıya sarılacağız ve sağa savrulacağız ya da Butler’ın yaptığı gibi bu akla yine queer’in ve  mücadelenin içinden eleştiri yönelterek işin içinden çıkacağız. Tam da bu noktada biz erkeklerin değil ama Butler’ın söyledikleri oldukça yol gösterici olabilir: Özgürlük, hayatta kalma ve refah içinde yaşama; bedenin kendine tamamen ait olmadığı durumlara bağlıdır. Beden bireyin kendisine aittir ve bireyin birey olarak korunma hakkı vardır. Ancak bu hakları talep ettiğimizde, daha geniş bir topluluğa hitap ediyoruz ve bedenimiz de bu topluluğun içinde yer alıyor. Yaşamak için burada olduğumu ve eşit muamele görmek istediğimi söylediğimde, bunu birisine ya da ötekilerin dünyasına, bir “sen”e söylerim ve bu hitabımla kendimi sosyal bir varlık olarak göstermiş olurum. Hiçbirimiz toplum içinde mutlu bir var oluşa sahip olmadan hayatta kalma şansına sahip değiliz. Otonomi ve sorumluluk, bedenin sosyal olarak mutlu olan yapısı temel alınarak nasıl yeniden düşünülebilir? Beden istisnasız ve mecburen bir dış dünyayla karşı karşıya kalıyor ve bu da diğerleriyle istenmeyen bir yakınlıktan (birbiriyle yakın yaşama anlamında) doğan ve kişinin kontrolü dışında olan zor durumlara neden oluyor. Bu “karşı karşıya kalma” –ve diğerlerinin karşı karşıya kaldığı şey olma- bedeni tanımlayan bir yöntemdir. Hal böyleyken, bedenin karşılaştığı bu sıkıntı veren başkalık, genellikle bu dünyaya bir tepkisellik harekete geçirir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...