22 Haziran 2014 07:48

Din, mit ve vicdani ret…

Türkiye’de zorunlu askerlik devletin egemenlik aracı ve baskı aygıtı olarak varlığını sürdürüyor. Bugüne kadar “kutsal devlet”, “her Türk asker doğar” gibi sloganlarla milliyetçi damarlara enjekte edilen askerlik borcu(!) ile bir nefret ve savaş devleti haline gelmiş bu ülkede insanların vicdanları baskı ve ipotek altında tutulmaktadır.

Din, mit ve vicdani ret…
Paylaş

Dikran M. ZENGİNKUZUCU*

“Ve artık savaşmayı öğrenmeyecekler”
(Kitab-ı Mukaddes, İşaya 2:4)

AİHM aybaşında Türkiye’yi bir vicdani ret davasında daha suçlu buldu. Yehova Şahidi 4 kişinin başvurusunu karara bağlayan Mahkeme oybirliği ile Türkiye’nin adil yargılanma hakkı, insanlık dışı ya da onur kırıcı işlem yasağı ile düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü ihlal ettiğini tespit etti. 1
* * *
Yehova’nın Şahitleri 1870’lerde ABD’de Charles T. Russell ve J. Franklin Rutterford’un öncülüğünde bir grubun özellikle Yuhanna’nın İncil’in son kitabı olan “Vahiy”sinde aktardığı rüyasını yeniden yorumlamaları ve Kitab-ı Mukaddes’e yeni bir doktriner yaklaşım getirmeleri ile ortaya çıkmış bir dini akımdır. Tevrat, Mezmurlar ve İncil’den oluşan Kitab-ı Mukaddes’in bütününü okur ve kabul ederler. Sami dillerinde yalnızca sessiz harfler yazıldığından Eski Ahit’te Y,H,V,H harfleri kullanılarak yazılan Tanrı’nın ismi Yahveh ya da Yehovah olarak seslendirilmiştir. O’nu takip ettiklerini vurgulamak isteyen bu grup da kendilerine Yehova’nın Şahitleri adını vermişlerdir. Yehova’nın Şahitleri Tanrı’nın oğlu olarak kabul ettikleri İsa Mesih’in ve şakirtlerinin ilk yüzyıldaki yaşam ve pratiğini takip etmeye çalışmaktadırlar. Bu bakımdan yozlaşmış bir Roma kurumu olarak gördükleri Kilise ve ruhban sınıfını, onun ritüllerini ve simgelerini kabul etmezler. Sade bir salonda toplanırlar. Salonların giriş ve duvarlarında Kitab-ı Mukaddes’ten alıntılar ve çiçekler dışında bir işaret başka bir işaret yoktur. Toplantılarda ana dilde dua edilir ve temalı konuşmalar yapılır, Kitab-ı Mukaddes’ten bölümler okunur ancak haç çıkarma, şaşalı ritüeller yoktur.
Türkiye’de 1970’lerde görülmeye başlanan Yehova’nın Şahitleri, 1980 darbesinin şiddetinden kurtulamamış ve faaliyetleri yasaklanmış, bazı üyeleri hapse atılmış, ancak gizlice evlerde toplanabilmişlerdir. Yehova’nın Şahitleri daha sonraları dernek olarak yeniden yasal zeminde örgütlenebilmişler ve 1996’da bir Yargıtay kararı ile Türkiye’de de din olarak kabul edilmişlerdir. Yehova’nın Şahitleri Tanrı’nın sureti olan vücudun kutsallığına büyük önem atfederler. İsa Mesih’in döneceği ve Armagedon’da Şeytanı alt ederek Krallığını ilan edeceği o Diriliş gününde –ölmüş dahi olsalar- bu bütünlüğü korumuş olmayı amaçlarlar. Özellikle kan kutsaldır ve arılığı çok önemlidir. Bu yüzden kan alıp vermeyi kabul etmezler, ceplerinde her hangi bir kaza durumunda kendilerine kan verilmesini reddettiklerini belirten bir yazı taşırlar. Bu saygıyı diğer insanlara da gösterirler. İsa’nın “Düşmanını seveceksin” ya da “Sana vurana diğer yanağını çevir” gibi emirlerine uyan Yehova’nın Şahitleri savaşın kaynağı olan Şeytan’ın yönettiği bugünkü dünya güçlerinin ordularına katılmayı kabul etmezler. Siyasi güçlere karşı direnmeseler de kendilerini bu dünyanın işlerinde taraf görmezler, ihtiras ve kötülüklerinden uzaklaştırırlar.
Siyasi otoritelere karşı koymasalar, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” deseler de bu dünyanın sömürücü, savaşkan ve imha edici siyasi düzenine ve ordularına katılmamaları ve kendilerini bu dünyanın işlerinde taraf görmemeleri, ihtiras ve kötülüklerinden uzaklaştırmaları ile Yehova Şahitleri öyle görülüyor ki evrensel, kurumsal dinlerin bu riyakârlığını yüzlerine vurmaktadır.
* * *
AİHM’nin vicdani ret kararlarında da Yehova’nın Şahitleri önemli bir yer tutar. AİHM ilk dönem kararlarında vicdani ret konulu başvurular “zorunlu çalışma yasağı” kapsamında değerlendirmiş ancak Madde 4/3b’deki istisnaya dayanarak devletlerin zorunlu askeri hizmetten muafiyet ya da yerine sosyal hizmet seçeneği getirip getirmemekte serbest olduklarını söylemiştir. AİHM bir vicdani ret başvurusunu ilk kez yine bir Yehova Şahidi olan Vahan Bayatyan’ın Ermenistan’a karşı davasında “düşünce, din ve vicdan özgürlüğü”nü kapsayan 9. Madde çerçevesinde incelemeyi uygun gördü. Bu davada Mahkeme uluslararası alanda ve Avrupa Konseyi ülkelerinin ulusal mevzuatlarında gerçekleşen önemli gelişmelerin ışığında bireyin vicdanının ve derinden ve gerçekten sahip olduğu dini ya da diğer inanışlarının gereğini yaşamanın 9. Madde kapsamında düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Türkiye ise Mahkemenin Avrupa hukuk sistemindeki gelişmelerden bahsederken birçok kez atıf yaptığı Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararlarına uymak yerine bu kararları tercüme eden gençleri “Halkı askerliğe karşı soğutmak”tan hapse attı.
Bu kararın ardından bir başka Yehova Şahidi Yunus Erçep’in başvurusunda Mahkeme vicdani ret konusunda Türkiye’nin 9. Maddeyi ihlal ettiği sonucuna varmış ayrıca bitmez tükenmez takibatların, soruşturmaların ve hayat boyu sürebilecek hapis cezalarının kişinin “medeni ölüm”üne yol açtığı tespitinde bulunmuştur 2. Bu kararı diğer Yehova’nın Şahitlerinin dini ya da vicdani retçilerin vicdani gerekçelerle yaptıkları başvurularda 3 Türkiye suçlu bulunurken özellikle birçok davada askeri mahkeme ve uygulanan usullerin mağdurun bir bağımsız ve tarafsız mahkemede adil yargılanma hakkını ihlal ettiği de belirlendi.
Türkiye’de bir kısım insan dini inançları gereği zorunlu askerliği, silah tutmayı ve insan öldürmeyi reddederken devletin dinini temsilen DİB askerliğin herkesin devletine karşı yükümlülüğü olduğu yönünde fetva vermektedir ve İslam’da vicdani ret olmadığını vaaz etmektedir. Acaba nasıl ulvi bir kural parası olanların devlete karşı askerlik yükümlülüğü ortadan kaldırdı?..
Türkiye’de zorunlu askerlik devletin egemenlik aracı ve baskı aygıtı olarak varlığını sürdürüyor. Bugüne kadar “kutsal devlet”, “her Türk asker doğar” gibi sloganlarla milliyetçi damarlara enjekte edilen askerlik borcu(!) ile bir nefret ve savaş devleti haline gelmiş bu ülkede insanların vicdanları baskı ve ipotek altında tutulmaktadır.
Öte yandan, zorunlu askerlik devlet tarafından bir gizli işsizlik örtüsü olarak da kullanılmaktadır. 18-19 yaşına gelen gençler ya da yeni üniversite mezunlarının karşılaşacağı işsizlik bir süre ertelenmiş olmaktadır. Kısa bir hesapla yaklaşık 465 bin er-erbaş ve yedek subayın 2014 Şubat’ında 27.824 bin olan aktif işgücü üzerine % 1,7’lik bir ek getireceği ve zaten % 17 olan 15 – 24 yaş arası işsizlik üzerinde katlanan bir etkisinin olacağı anlaşılabilmektedir.
Ancak sanırım en önemlisi her erkeğin hayata atılmadan önce mutlaka devletin önünde bir hazır duruşa geçmesi, bir tokadını yemesi gerekiyor…

*Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Ü. İİSBF.
1 Arrêt Buldu et Autres c. Turquie, no: 14017/08, 3.6.2014.
2 Affaire Ercep c. Turquie, no 43965/04, 22.02.201, par. 58.
3 Affaire Demirtas c. Turquie, no 560/07, 17.1.01; Affaire Savda c. Turquie, no 4730/05, 1.09.01; Affaire Tarhan c.Turquie, no 9078/06, 17.10.01.

ÖNCEKİ HABER

Kolombiya’da barış görüşmelerinde yeni aşama

SONRAKİ HABER

‘Gelişmiş ekonomiler’iniz batsın!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...