5 Ocak 2014 08:29

Gazetecilik ve dayanışma

Mete ÇUBUKÇU*

Yıllar çok çabuk geçiyor. Dile kolay 18 yıl olmuş. Kardeşimiz, arkadaşımız, meslektaşımız Metin öleli. Öleli diyoruz çünkü öldürülmeyi hâlâ ona yakıştıramıyoruz. 18 yıl geçse de Metin Göktepe’nin temsil ettiği gazetecilikle Metin’in katillerini bulmak için verilen gazetecilik dayanışması ve mücadelesi unutulmayacak.

Türkiye, devlet bekası ya da her dönem değişen ‘düşman’ kavramı gereği olarak kendi çocuklarını kolayca ‘kaybeden’, ‘harcayan’ bir ülke. Ve öyle cinayetler var ki sözüm ona failleri bulunurken kışkırtan, göz yuman teşvik edenler hâlâ aramızda dolaşabiliyor.  Metin Göktepe cinayeti, Hrant Dink cinayeti gibi. Ama tarih denilen hafıza gerçek katilleri biliyor.
İşte o tarihi hafızayı canlı tutacak, peşinden gidecek olanlar da, kimi zaman sayıları bir elin parmağını geçmese de yine gazeteciler olacak.  Bakmayın şimdi ortalığı saran sözüm ona gazetecilere, oraya buraya taraf olanlara.  Gazeteci taraftır tabii ki. Kamudan yana taraftır, haksızlıklardan, toplumdan görülmeyenlerden, kenarda kalanlardan, seslerini duyuramayanlardan, azınlıklardan, ezilenlerden, dini, mezhebi, etnik, cinsiyetçi ayrımcılığa uğrayanlardan taraftır. Gazetecinin muhalif olmasına gerek yoktur. Dünyanın her yanında, evrensel standartlarda gazetecilik zaten doğası itibariyle muhaliftir; iktidar, güç ve güçlüden yana değildir.  Gazeteci milleti de tüm bunları haber, sadece haber yaparak ortaya koyar.

Ancak haberden bile korkulduğu dönemler yeni değildir. Türkiye tarihinin farklı noktalarında hep haber ve haberciden korkulmuştur. Osmanlı’dan başlayarak cumhuriyet tarihi boyunca da devam eden farklı süreçlerde haber ve haberciden korkanlar onları öldürmekten, hapsetmekten, kalemini ve sözünü kısıtlamaktan geri durmamışlardır.  Ama tarih, vicdan ve hakikat karşısında kaybetmişlerdir. Tarih, hep hakikatin peşinde koşanları yazar, hakikati örten ya da bükenler hatırlanmaz bile; sadece tarihin çöplüğündeki yerlerini alırlar.
Eskiden basın, bugün medya dediğimiz yapının en büyük handikabı, gazetecilik okullarının birinci sınıfında okutulan, gazeteciliğin alfabesi olan hakikati yazmak konusunda iyi sınav verememiş olmasıdır. Medya gücü sevmiş, iktidar kimse onun yayında sıralanmıştır. İktidar, hükümetlerden daha öte bir kavramdır.  Güç ve iktidar kimi zaman asker, kimi zaman sivil otorite kimi zaman da bu otoritelerin karanlık uzantılarıdır. Ama işte odaklardan cesaret alanlar açık bir biçimde düşüncenin ve yazanın önünü kesmekten geri kalmamıştır.  Musa Anter’ler, Metin Göktepe’ler öldürülmüş bugün de onlarcası parmaklıklar arkasına konmuş, Ahmet gibi Nedim gibi susturulmak istenmiştir.

Gazetecilik hissederek, dokunarak, yaşayarak yapılır. Dinamiği de sokaklardır, temastır.  Metin Göktepe gazeteciliğinin yeni kuşaklar için anlamı da bu olmalıdır. Sokağa çıkmak, insanları anlatmaktır. Zaten haber ve hikaye oradadır. Yaşayarak öğrenilecek bir tecrübedir bu. Gezi’dir Diyarbakır sokaklarıdır. Gazetecilik okullarında öğretilmesi gereken ilk motto şu olmalıdır: Haberin ve hakikatin peşinde koşmak.

Metin Göktepe bizlere 18 yıl önce dayanışmayı da hatırlatmıştı. Birlikte, kendi mesleğimizi ve meslektaşlarımızı koruyabileceğimizi, haklarımızı savunabileceğimizi göstermişti. Bu dayanışma Metin’i geri getirmedi belki ama dayanışma içinde gazetecilerin, bugün üzerlerindeki ölü toprağı serpilmiş ve umutsuzluğa kapılmış ruh halinden çıkabileceğini 17 yıl önce göstermişti.  

Bu açıdan Metin’in bizlere hatırlattığı gazetecilik ve dayanışmadır.

* Televizyon Programcısı/Gazeteci/Yazar

Evrensel'i Takip Et