Ruh mu, hayalet mi?
Marx-Engels Komünist Partisinin Manifestosu”nu (Komünist Manifesto olarak da bilinir) 1847/1848 yıllarının bitişiğinde, Komünistler Birliği’nin adına kaleme almışlardı. 21 Şubat 1848’de Fransa’daki Şubat Devrimi’nden, Alman Birliği’ndeki, ayrıca Avusturya ve Prusyada’dakiMart Devriminden önce Londra’da yayınladılar: “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor; komünizmin hayaleti” cümlesiyle başlar ünlü Manifesto. Direnişin ilk günlerinden birinde bir arkadaşıma, “Ruh teoriden önce gelir”, dedim. “Kimin sözü bu?” diye sordu. “Galiba benim” dedim, “bir yerde okuduğumu, duyduğumu unutmamışsam.” Ama”, demem gerekiyordu arkadan “ruh daha ilk anda “hayalet”ti.Spontanite (kendiliğindenlik), bilinç, politik bilinç, devrimci bilinç, barış, mücadele, sömürü, egemen sınıf, iktidar, dikey örgütlenme, yatay örgütlenme, sivil toplum, demokratik toplum vb çok sayıda kavram, tanım,olupbiteni tartışanların yazılı-sözlü gündemlerinin tematik “programlarını” belirliyor. (Mesela, özellikle kırklı, ellili yıllarda Amerikan sinemasının popüler mitolojisinin vazgeçlimezpsikanaletik can simidi, “baba’ya, “patriark’a isyanı modelini Gezi’den başlayan gösterilerin biricik açıklaması olarak eni konu uyumlayanlar ile –N.Göle- “sivil toplum-devlet çatışması” modeline can simdi gibi sarılanlar da var.-Baskın Oran-).
“Ruhu” henüz ruhken çağırıldığı masadan kendi alemine yollama kurnazlığının örnekleri bu entllektüellerimizle sınırlı değil. Belki onlarla birlikte bu iktidar ve her türlü varoluşsal çıkarını ona bağlamış her şey –örneğin Kürt Halk hareketinin görünürdeki temsilcileri- bir şeyi farkında değiller. Bu ruh çoktan HAYALET e dönüşmüştü bile; belki bir iki gün “Gezi”dedolaştıkan sonra. [İlginçtir, 1847-1848 Devrimin analizinden günümüz şartlarına çıkartabileceğimiz çok öğretici sonuçlar elbette bu sınırlı yazının konusu değil. Özellikle büyük bir ekonomik krizle birlikte halkın (köylünün, proletaryanın) desteğiyle Hanedanlıkların Kutsal İttifakına karşı çıkan burjuvazinin asıl “mezar kazıcısını “ –proletaryayı- fark edip devrimin kısa sürede önce savunma hatlarına çekilip ardından yenilmesine imkan vermesi gibi.)
“Ruh” anlamsal kapsamı tüketilemeyecek bir tanımdır. Üstelik sözcük halini, ifade biçimini geriye doğru kovalamaya kalksak bir etimoloji semineri oluşur. Demokritos’a, Epikür’e, Lucretius’a göre, ruh atomlardan ibarettir, bedenle birlikte ölür. Platon ise metafiziğin, sonsuzluğun içinde onu ilk ezeli-ebedi iktidarına yollayandır. Hegel’de dünya “geist”ıdır; her şey ondan çıkar (Marx boşuna ayakları üzerine dikmemiştir Hegelci felsefenin spekülasyonunu.) Freud’daruh“psyche”dir. tanımlayamadığımız, ama sanki tanımlanmaya hiç ihtiyacı olmayan bir şeydir “ruh”. Sanatın ruhunu kimse açıklayamaz, ama hepimiz biliyoruzdur sanki. Müziğin ruhu, şiirin, halkın, ulusun, (mesela paranın ruhu yoktur, Marx onu fetiş olarak yerli yerine oturtmuş, Kapital’ de tanımlayarak ruhsal bir öze dayanma imkanını ortadan kaldırmıştır.) Mesela insanın da ruhu vardır, eminizdir bundan. Cern’de bile henüz izi mizi bulunmamış olsa da. Öylesine eminizdir ki “ruhumuzun” varlığından, insanlık kültürü –fiziki bedeninin varlığından çok daha fazla emin olduğu için- çağırıp dururuz onu. 19.yüzyıl İngiltere’sinde, Parapsikolojik araştırmalar merkezi gibi bir kuruluş, ruhların ziyaretiyle ilişkili binlerce sayfa döküman yayınlamıştır. Yirminci yüzyılın başında Thomas Mann bile bir medyumun gösterisinde “kafasının karışmasına” teslim olmuştur. (Freudçuluğa, psikanalize sinir olan Brecht hiç unutmadığım bir cümlesinde şöyle der: “Psikanalizin en büyük başarısı (hizmeti) burjuvazinin de bir ruhu olduğunu keşfetmiş olmasıdır.”
Ruhun en elle tutulur tezahürü olduğundan , onu en layık haliyle temsil ettiğinden hiç kuşku duymayan kişilerin, sosyal grupların, mistik cemaatlerin vbyanısıra “futbol” alemini de unutmamak gerekir. Ruh sözcüğünün “sporun ruhu, futbolun ruhu, takımın ruhu, futbolcunun/sporcunun ruhu ve taraftarın ruhu” gibi ne anlama geldiği “çok belli, hiç belli” olmayantezahürleri, olayların başından itibaren bu ruhları, “bir manifesto hayaletine” dönüşmesine “BAZI taraftar öbeklerinin” genelde ısrarla direndikleri izlenimini bıraktı üzerimizde. Bir banka kuruluşunun ya da ticari girişimin adını lanetleyen büyük taraftar topluluğunun arasına sıkışmış kimi –ultura- kalabalıkların”, borsada, siyasette yaptığı spekülasyonlarla “kulübünü dünya kulübü yapmaya söz vermiş başkanlarını”vemahiyetini bu “kulübünün ruhunun” aura’sıiçinde koruma kararını nerede aldıkları düşündürücüdür. Hollywood patronlarının, mafiöz grupların, savaş, silah, petrol baronlarının portreleri arasında sırıtıyor günümüz kulüp başkanları. Kimi daha az kimi daha çok. Ama sırıtıyor. Onları resmedecek başka portre tarzları yok çünkü. Sevgili Metin Kurt, “her gölün işçi kalesine girdiğini” ısrarla sloganlaştırırken, sistemin bütün öteki patronları ile futbol patronları arasındaki ortak bağa doğrudan işaret etmişti. Yoksa baz ıtaraftarların da mı ruhun daha ilk anda MANİFESTO’nun HAYALETİ olarak ortaya çıkmasından ödleri patlıyor?
Evrensel'i Takip Et