1 Mayıs 2025 00:33

68 Kuşağı’na bir bakış: Antiemperyalist bir mücadeleyi örgütlemek

Anıl AYDOĞDU 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi 

Tarih boyunca ezen ve ezilenlerin savaşımına sahne olmuştur dünya. Bir yanda boyunlarında gerdanlıkla emir yağdıran kontesler, bir yandaysa prangaya vurulmuş köleler yaratan sözde uygarlık miadının dolduğunu her hissedişinde bir sürüngen misali deri değiştirdi. Kuşandığı biçimler, yarattığı biçemler yanıltmasın. Ezenin ismi değişse de ezilenin vaziyeti değişmez. Bu hâlde bize: Öğrencilere, işçilere, istihdam edilmemiş emekçilere, yıllarca kapitalist sistemin çarkları içinde sömürülmüş emeklilere düşen görev her daim uyanık olmaktır. 

İşte bu uyanıklığın bir timsaliydi 68 kuşağı. İdraklerine mil çekilmiş nesillerin ardılı olan bu kuşak, kapitalizmin hayalî refah anlatısına kanmadı. Emperyalizme karşı, halkların savunusunu üstlenerek burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bu düzenin kendi içindeki çelişkilerini sorumluların yüzlerine vura vura mücadeleye girişti yoldaşlar. Mücadelenin, kavganın birden fazla yolu vardı elbette. Peki, üniversite gençliği ne yapıyordu bu süreçte? Hani 6 Mayıs 1972'de darağacına gönderilen üç fidanın, Deniz'in, Hüseyin'in, Yusuf'un da dahil olduğu gençlik.

Sosyalizmin ışığında, “Üniversiteler bizimdir bizim kalacak” şiarıyla…

Görünürde özerk olduğu iddia edilen üniversitelerin hükümetin güdümünde ve bilimsellikten uzak oluşundan yakınılıyor, özerk, demokratik, bilimsel” üniversite çağrılarıyla mücadeleyi örgütlemek amacı güdülüyordu. Tepkilerin bireysel düzlemden kolektif düzleme aktarılması maksadıyla öğrenci dernekleri, boykot ve işgal komiteleri kuruluyor ve bu oluşumlar aracılığıyla sürecin planlı ilerlemesi sağlanıyordu. İstanbul Üniversitesi'nin öncülüğünü yaptığı boykot kısa süre içinde diğer üniversitelere de sıçramış, etkileri kamuoyunu sarsmıştı. Kamuoyunu epey sarsan bir olay da İstanbul Üniversitesi'nde rektörlüğün işgaliydi. “Üniversiteler bizimdir, bizim kalacak” şiarıyla hareket eden gençlik, Türkiye'de yıllarca yasaklı olan bir ideolojinin, sosyalizmin, bu topraklarda filizlenmesinde önemli bir etken olmuş ve gelecek kuşaklara aktarılmasında posta güvercini vazifesi görmüştür. 68 aktarımı ne ölçüde başarılı oldu, gençlerin kolektif bilinçlerinde ne denli yer edindi? Bu sorunun cevabını etkileyen en büyük etmen egemen güçlerdir. Zira Marx ve Engels'in de değindiği gibi: Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur (Marx ve Engels, 1995). Modern yazın-düşün dünyasında burjuvazi eliyle oluşturulan “kanon”lar işbu emrinde bulundurmanın somut bir örneğidir. Resmî ideoloji anlatısına uyan, dönemin egemen güçlerine yaltaklanan düşünürler(!) kanonlara dahil edilip okul müfredatlarına eklenirken muhalif seslerin yankısıysa her daim tedirgin ve rahatsız etmiştir burjuva iktidarları. 

Kayış elbet bir gün kopacak!

68'in aktarımı bu sebeple günümüze kadar tam manasıyla başarıya ulaşamamıştı. Tabii ki o kuşağı bilen ve özümseyenler her dönem mevcuttu fakat Cemal Süreya'nın eşsiz imgeleme ve duygulanıma sahip “Ortadoğu” şiirinde geçen “Seni uyurken öpmesi gibi babanın” (Süreya, 2019) dizesinde vurgulanan belirsiz ve soyut bir an-anı gibi kalıyordu bu özümseniş. Fakat bu vaziyet hep böyle devam etmeyecekti, bir yerde kayış elbet kopacaktı. Direnenler her ne kadar kriminalize edilmeye çalışılsa da çapulcu yaftaları yapıştırılsa da ne fayda! Biz görüyoruz yoldaşlar ve eminiz ki onlar da görüyor bizim gördüklerimizi: 68 ruhu, üniversiteliler arasında günden güne daha çok biliniyor ve içselleştiriliyor. Her ne kadar zihinsel üretim araçlarını ellerinde bulundursalar da her ne kadar kanona ve yakın tarih anlatısına muhalifler dahil edilmese de gençlik öğreniyor 68'i. 

Anti-emperyalist bir mücadele için yüzümüz işçi sınıfına!

68 kuşağının bize miras bıraktığı anti-emperyalist mücadeleyi büyütmeliyiz. Kendilerini demokrasi bekçileri olarak tanıtan, güçlerini sömürüler ve soykırımlar üzerine inşa eden emperyalistlere karşı bu mücadele, bizlerin, halkın mücadelesidir. Unutmayın ki tüm toplum tarihi sınıf mücadelelerine sahne olmuştur. 19 Mart sürecinden itibaren -kimi yanlarıyla 68'i andıran, kimi yanlarıyla ayrışan- kampüslerimizde ördüğümüz mücadeleyi, tıpkı Deniz'lerin yaptığı gibi işçi sınıfının mücadelesiyle birleştirmeyi amaç edinmeli ve bunun için uğraşmalıyız. 

KAYNAKÇA:

Marx, K. ve Engels, F. (1995). Yazın ve Sanat Üzerine I. Sol Yayınları 

Süreya, C. (2019). Beni Öp Sonra Doğur Beni. Yapı Kredi Yayınları

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs

Ekmek, barış, adalet ve özgürlük için…

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi ve emekçiler 1 Mayıs’ı, iktidarın çok katmanlı saldırıları, derinleşen yoksulluk, baskı ve küresel ölçekte bir savaş tehdidiyle karşılıyor. İşçinin olduğu her yerde alanlara çıkacak olan emekçiler, insanca yaşanacak ücret, barajsız-yasaksız sendika hakkı, siyasi baskıların ve yasakların son bulması ve barış taleplerini haykıracak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et