"Sermaye, kentle emeğin bağını kopardı"
Araştırmacı Yazar Zafer Aydın, “Kentsel dönüşüm ve fabrikaların taşınması sınıfsal bir dayatma olarak karşımıza dikiliyor” dedi.

Kavel direnişçilerinin renklendirilmiş bir fotoğrafı. | Kaynak: DİSK 2020 takvimi
Şeyma Akcan
[email protected]
İşçi sınıfının kentle kurduğu ilişki, tarihsel süreç boyunca önemli bir dönüşüm geçirdi. Üretim alanlarının kent merkezleriyle bağlantısının, işçilerin sosyalleşmesinden örgütlenmesine kadar pek çok etkisi oldu. Kentin gelişimiyle birlikte, işçi mahallelerinin ve yaşam alanlarının dönüşümü, işçilerin sınıf bilincinin şekillenmesinde rol oynarken neoliberal politikalar ve sanayi alanlarının kent dışına taşınması, işçi sınıfının kent merkeziyle olan bağlarını zayıflattı ancak aynı zamanda yeni toplumsal dinamikler yarattı.
Araştırmacı Yazar Zafer Aydın ile işçi sınıfının kentle kurduğu bağı, üretim alanlarının kent dışına taşınmasıyla işçi sınıfının örgütlenmesinde ve yaşam koşullarındaki etkisini konuştuk. Günümüzde işçilerin kentle bağını neoliberal politikaların dizayn ettiğini belirten Aydın, “Kentsel dönüşüm ve fabrikaların taşınması sınıfsal bir dayatma olarak karşımıza dikiliyor” diyor.
Zafer Aydın
‘İşçilerin yan yana geldiği alanlar yok edildi’
Öncelikle üretim alanlarının dizaynı ve konumu işçilerin bir araya gelmesini, toplumsal yaşama katılımını, kentle kurduğu bağı nasıl etkiliyor?
İşçilerin üretim alanlarında birlikte olması kuşkusuz ki sınıf davranışlarının, kültürünün, bilincinin edinilmesinde, sosyalleşmede oldukça önemli. Ancak iş yerinin dışında da kahve, sinema, basket, futbol sahaları, meyhaneler, birahaneler gibi mekanlara da ihtiyaç var. İş yerinde kurulan ilişkilerin dışarıda sürdürülmesi ve ilerletilebilmesi için bu gerekli. Geçmişte işçi mahalleleri, işçi kahveleri, meyhaneleri, işçilerin kentle bağ kurmasına önemli bir olanak sağlıyordu. İşçiler buralarda sadece sosyalleşmiyor, örgütleniyor, siyasallaşıyor, etrafında olup bitene karşı sözünü söyleyebiliyordu. Böylece işçiler basit birer üretim ögesi olmaktan çıkıp, bir kimlik kazanıyordu.
İşçi mahallelerinin, semtlerinin çözülmeye, dokusunu kaybetmesine bağlı olarak işçilerin kentle bağı zayıfladı. Artık işçi kahveleri, meyhaneleri yok, fabrika gazinolarından, sinema salonlarından, spor alanlarından da söz edemiyoruz. Günümüzde işçilerin kentle bağı neoliberal politikaların dizayn ettiği kentlerde kurulmuş alışveriş merkezlerinde tüketici olarak kurduğu ilişkiye indirgenmiş vaziyette.
İzlenen ekonomik politikaların yarattığı barınma sorunuyla kentler yeniden bölünüyor. Kent merkezinde oturabilmek için yeterli paraya sahip olamayan emekçiler kent çeperlerine yöneliyor. Böylece emekçilerin kentle kurduğu ilişkinin zeminleri çeşitlenip, olanakları artarken bunun sınıfın sendikal ve siyasal mücadelesine yansımaları da olacaktır.
‘Bölünmüşlüğe duyulan öfkenin ifadesi’
İşçi sınıfının tarihindeki direnişlerinde fabrika/iş yerlerinin kent merkezinde olması gidişatı, direniş sürecini nasıl etkiledi?
Fabrikaların, çok sayıda işçinin çalıştığı iş yerlerinin, kent merkezinde olmasından söz ederken esasında zamanla kentin merkezinin iş yerlerini de içine alarak genişlemesinden söz etmiş oluyoruz. İstanbul örneği üzerinden bakacak olursak özellikle büyük ölçekli fabrikaların sayılarının arttığı ‘50’li yıllarda, fabrikaların kurulmasında yer tercihi daha çok yerleşimin olmadığı ya da daha az olduğu bölgelerden yana kullanıldı. Bu yaklaşımın izlerini 1800’lü yıllarda cam imalatının Tekfur Sarayı’nın civarından Paşabahçe’ye taşınmasında da görebiliriz. Cam imalatının taşıdığı yangın riski nedeniyle Paşabahçe’ye taşınmasında yerleşimin az olmasının ve suya yakın olmasının etkili olduğu söylenebilir.
1950’li yılların İstanbul’unda -ki İstanbul Sanayi Odası (İSO) verilerine göre o yıllarda imalat sanayinin yarısı İstanbul’daydı- kurulu fabrikaların ihtiyaç duyduğu iş gücü ağırlıklı olarak Anadolu’dan çıkıp geldi. Fabrikalarda düzenli olarak istihdam edilen işçilerin ve ailelerinin barınma sorununa çözüm olarak da gecekondu evleri, mahalleleri gelişti. Fabrikaların yakınında kurulan işçi mahalleleri, ağırlıklı olarak kentin yerleşik meskenlerinin dışındaydı ve bir nevi de dışlanmış yaşam alanlarıydı. Öte yandan çalışma ve yaşama alanlarının iç içe geçmesiyle birlikte kent olgusu da doğal bir genişlemeye uğradı. Bu aynı zamanda genişleyen kentin sınıfsal olarak bölünmesine de tekabül ediyordu. Kent merkezleri üst gelir gruplarının yaşam alanı olurken, çeperler emekçilerin çalışma ve yaşama alanı halini almıştı. 1970 yılında gerçekleşen 15-16 Haziran direnişi sırasında yürüyüş kolunun yönünü “Zenginler bizi görsün” diyerek Bağdat Caddesi’ne çeviren işçilerin tutumu da bu bölünmüşlüğe duyulan öfkenin ifadesiydi.
Şunu vurgulamak gerekir ki gecekondu olgusunun gelişmesinde devletin de zımnen onayı vardı. Emekçiler İstanbul’a geldi, ama kent onların barınabileceği konut stokuna sahip değildi. Bu nedenle gecekondulaşmaya, barınma sorununa çözüm diye göz yumdu. Göz yumulmasında bir başka faktör ise konut kirası gibi düzenli gider kalemlerinden kurtulan işçilerin daha düşük ücretlerle çalışmaya razı edilmesiydi. Yani gecekonduya kent suçu, gecekondu yapanlara da suçlu muamelesi yapmadan önce bu noktalara da bakmak gerekir.
‘Sınıf hareketi yaşam alanlarının bütünleşmesinin üzerinde şekillendi’
Kentin genişlemesiyle fabrikaların yer değiştirmesi, işçi sınıfının direnişlerini nasıl etkiledi?
Kent merkezlerinin dışındaki fabrikaların etrafında kentten dışlanmış yaşam alanları, sınıf kimliğinin odağında olduğu mekanlar olarak kendi değerlerini yarattı. Sınıf davranışları, bilinci bu alanlarda yeniden üretildi. Bu da ‘60’lı yıllardan başlayarak işçilerin örgütlenmesi ve mücadelesinde büyük bir avantaj sağladı. Yani sınıf hareketi çalışma ve yaşama alanlarının bütünleşmesinin üzerinde şekillendi. Dayanışma, birbirinin deneyiminden öğrenme sınıf hareketinin önünü açtı. Mahallelerin katılımı, desteği, dayanışmasıyla işçi eylemleri toplumsallaşırken hareketin gücü arttı. Fabrika bazlı eylemlerin, direnişlerin, bölgesel halk grevi-direnişi özelliği edinmesiyle sonuç alma, başarı kazanma olasılığı yükseldi. Sınıf tarihinde iz bırakmış, örneğin 1963 Kavel, 1966 Paşabahçe grevlerinde, 1969 DemirDöküm, 1970 Sungurlar işgallerinde, 1991 Paşabahçe direnişinde bunu görüyoruz. Bu eylemlerin gücü ve etkisi halk desteğiyle artarak sonuca gitti.
Zaman içinde kentin genişlemesine bağlı olarak dün çeperde sayılan iş yerleri ve işçi mahalleleri kentin merkezlerine dahil oldular. Bu kez işçi mücadelesi daha fazla görünür, bilinir hale geldi. Kamuoyunun gündemine taşınması biraz daha kolaylaştı. Destek ve dayanışmanın gücü ve hızı da arttı.
İşçiler çeperde kaldı
Sonrasında bu üretim alanlarının kent dışına sürülmesinin işçi sınıfı üzerinde nasıl etkileri oldu?
Emek ve kent ilişkisinin ilk dönemini emek göçü, ikinci dönemini de sanayi göçü biçimlendirdi. Toplumsal dinamikleri, solu, sınıf hareketini etkisiz kılmak üzere devreye sokulan 12 Eylül Darbesi’nin hedeflerinden biri de fabrikalar ve onların etrafında oluşan işçi mahallelerini tasfiye etmekti. Bunun ilk adımlarından birini Boğaziçi Yasası ile attılar. İstanbul Boğazı’nın kıyılarında yeni iş yerlerinin açılmasına yasak koyarken, mevcutların da taşınması ve kapatılması öngörüldü. Bunu, sermayenin fabrikalarının iş gücü maliyetlerinin düşük, örgütlenme eğilimlerinin düşük, mücadele geleneklerinin oluşmadığı bölgelere taşınması takip etti. 2004 yılında kentsel dönüşüm programı da kent merkezinde yer alan fabrikaların yer değiştirmesini hızlandırdı. Elbette kentsel dönüşüm denilen hikaye sermayenin kazanç kapılarından biri olarak değer kazandı, ama kent ile emeğin arasındaki bağı koparma, zayıflatma gibi bir amaç da taşımakta. Çünkü taşınan fabrikalarla birlikte etrafındaki sosyal örüntü de çözülmeye uğruyor. İşçi semtleri/mahalleleri bu özelliklerini hızla kaybediyor. Bu yanıyla da kentsel dönüşüm ve fabrikaların taşınması sınıfsal bir dayatma olarak karşımıza dikiliyor.
Kentsel dönüşüm ve fabrikaların taşınması işçi sınıfı ve kent arasındaki ilişkiyi nasıl zayıflattı?
Taşınan fabrikaların büyük kısmı, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kentten izole organize sanayi bölgelerine gitti. Gidilen bölgelerde sendikalaşma eğiliminin, mücadele deneyiminin düşük olması da sınıf hareketinde gerileme ve zayıflamaya yol açtı.
Sanayi işçileri kentin dışına sürülürken kent merkezleri hizmetler sektöründe çalışan on binlerce emekçiyle doldu. Yani egemen sınıflar, işçi sınıfının bir başka bölümünün önünü zımnen açmış oldu. Hizmet sektöründe örgütlenmenin ciddi zorlukları var, iş yeri tanımı bile muğlaklaştı. Dayanışma zeminleri güçlü değil, hatta çok zayıf. Buna rağmen zaman zaman baş gösteren örgütlenme ve mücadele pratikleri ciddi bir sınıfsal dinamiğin kentte varlığını koruduğuna işaret ediyor.
Evrensel'i Takip Et