9 Mayıs 2025 04:26

Zaferin adı: Stalingrad

Rusya’da Volgograd Havalimanının adı Stalingrad Havalimanı oldu. Stalingrad Savaşı, Doğu Cephesindeki Alman ordularının bir daha toparlanamayacak biçimde bozguna uğramasıyla sonuçlanmıştı.

Zaferin adı: Stalingrad

Fıotoğraf:Kızıl ordu tankları

Burkay Rende
[email protected]


2013 yılında Rusya’da, 2. Dünya Savaşı anmaları sırasında Volgograd kentinin eski adıyla anılmasına karar verilmişti: Stalingrad... Geçtiğimiz günlerdeyse Putin, ‘Büyük Miras-Ortak Gelecek’ Uluslararası Forumuna katılmak üzere bu kente yaptığı ziyarette Bölge Valisi Andrey Boçarov ile görüşmesinde Volgograd Havalimanının isminin kalıcı olarak “Stalingrad Havalimanı” olarak değiştirilmesi gündeme geldi ve Putin kabul etti.

Elbette Putin, Sovyetler Birliği’ni benimsemiş bir komünist olarak yapmadı bunu. Bu, milliyetçi saiklerle süren kendi iç cephe propagandası için bir güçlendirme ve genişleme hamlesi belki... Ancak, Stalingrad’ın anlattıkları ve mirası Putin’den de ondan sonra geleceklerden de daha büyük. Bugün, Volgograd dedikleri yerde de hiçbir zaman silinemeyecek derin izleri hâlâ açıkça görülüyor.

2. Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olan Stalingrad Savaşı, Hitler’in ordularının bir daha toparlanamayacak biçimde bozguna uğramasıyla sonuçlanmış, Naziler için ‘sonun başlangıcı’ olmuştu.

Stalingrad, güney sınır bölgelerine ulaşım güvenliği sağlıyordu. Sovyetler açısından hayati önem taşıyan kaynaklar, Kafkasya’dan gelen petrol de dahil olmak üzere, değerli bir sanayi merkezi olan Stalingrad üzerinden geçiyordu. Hitler, bu şehri ele geçirmesi halinde SSCB’ye büyük bir ekonomik darbe vurulacağını fark etmişti ve 1942 temmuzunda harekatı başlattı. Stalingrad şehri, 19 Temmuz gününden itibaren savaş durumuna hazırlanmıştı. Yerel milis birlikleri örgütlenmiş ve bu birliklerde, tıpkı şehrin uçaksavar bataryalarının çoğunda olduğu gibi kadınlar da görev almışlardı. Her bir blok, her bir sokak ve her bir bina hatta her bir kanalizasyon mümkün olduğunca uzun süre elde tutulacaktı.

4 Ağustos günü başlayan bombardıman ve topçu saldırıları haftalar ilerledikçe yakın mesafe çatışmalarına döndü. 50-100 kişilik gruplar halinde hızlı saldırılar gerçekleştiren Kızıl Ordu’nun taktikleri karşısında Naziler ne yapacaklarını pek kestiremiyorlardı. Naziler, bu alışılmadık savaş tarzını Rattenkrieg, yani “Fareler savaşı” olarak adlandırdı.

Eylül ayına gelindiğindeyse artık çatışmalar hiç olmadığı kadar yoğunlaşmıştı. Artık her bir binanın iki odası iki farklı cephe haline gelmişti. Hitler’in en büyük ordusu olan ve Stalingrad’ı ele geçirmek üzere görevlendirdiği altıncı ordudan Er Wilhelm Hoffman o günlerde günlüğüne şunları yazdı:

“16 Eylül; taburumuz ve tanklar tahıl asansörüne saldırıyorlar. Tabur ağır kayıplar veriyor. Asansörde insanlar yok, adeta hiçbir kurşun veya alevin yok edemeyeceği şeytanlar var.

18 Eylül; asansörde çatışmalar yaşanıyor. Stalingrad’ın bütün binalarında böyle savunma yapılıyorsa, askerlerimizden hiç biri Almanya’ya geri dönemeyecek.”

Aynı günlerdeyse Kızıl Ordu askeri olan Er Anton Bosnik, Nazilerin içinde bulunduğu durumu günlüğünde şöyle anlatmıştı:

“Birbiri ardından binaları işgal ederek geri döndük ve binaları kalelere dönüştürdük. Bir asker işgal ettiği bir pozisyondan ancak altındaki zemin alevler içinde ve kıyafetleri için için yanarken çıkabilirdi.”

Dördüncü Panzer Ordusundan başka bir asker olan Teğmen Reine ise evine yazdığı mektupta ailesine Stalingrad’ı şöyle anlattı: “Stalingrad artık bir kasaba değil. Gündüzleri yanan, kör edici dumandan oluşan devasa bir bulut, alevlerin yansımasıyla aydınlanan büyükçe bir fırın.”

Bir başka Nazi ise harekatın çaresizliğini kabullenmiş bir şekilde şöyle yazacaktı:

“Hayatımda hiç bu kadar dehşete kapılacağım aklıma gelmezdi. Hiçbir şey yapamıyorduk -hiçbir şey. Tek çare dışarı çıkıp koşmaktı. Ama nereye? Tek avantajımız ölümün burada daha hızlı olmasıydı. Tanrı aşkına, ordu ajans bültenlerinde sürekli ‘Görkemli ve muzaffer Alman ilerleyişinden’ dem vuruluyordu ancak burada, Stalingrad’da bunlardan eser yoktu. Gördüğüm tek şey, yıkıntıların arasında fareler gibi saklandığımız ve canımızı kurtarmak için çarpıştığımızdı.” 

Ocak ayına gelindiğindeyse artık Kızıl Ordu üstünlüğü tartışmasız durumdaydı. 24 Ocak günü bir Sovyet heyeti, Nazi Altıncı Ordusunun başında bulunan ve bir binanın bodrum katında saklanan Mareşal Paulus’a teslim olma fırsatı sundu. Bu fırsatı Hitler’e ileten Paulus’un aldığı cevap ise “Teslim olmak yasaklanmıştır. Altıncı Ordu, son askerine ve son mermisine kadar mevzisini koruyacak ve kahramanca dayanıklığıyla savunma yapmasına ve Batı dünyasının kurtuluşuna unutulmaz bir katkı sağlayacaktır“ cümleleriydi.

Elbette, Führer Hitler’in fiyakalı cümleleri ve radyo yayınları işe yaramadı. 31 Ocak günü Paulus, saklandığı yerden çıkarak teslim oldu. Nazi ordusunda ilk kez bir mareşal teslim olmuştu. Hitler, 3 Şubat günü bir radyo yayınında Stalingrad yenilgisini duyurdu. Bu duyuru yayını Beethoven’in Beşinci Senfonisinin ikinci bölümünün çalınmasıyla sona erdi ve Naziler için sonun başlangıcı başladı.

Kızıl Ordu’nun ve Stalingrad halkının bu büyük direnişinin izleri hâlâ şehrin sokaklarında yaşıyor. 27 Eylül’den 25 Kasım’a dek, 58 gün boyunca Çavuş Pavlov’un komutasında yaklaşık 25 askerle savunulmuş olan dört katlı bir bina. İsabet eden binlerce mermi ve onlarca bombaya rağmen hâlâ Volga Nehri’nin yanında ayakta duruyor.

Bugün, Pavlov Evi olarak anılan dört katlı binanın hemen karşısındaysa Gerhardt Değirmeni duruyor. Değirmen, hava bombardımanlarından isabetler almış olmasına rağmen hâlâ ayakta. Nazi askerleri Stalingrad Savaşı boyunca bu binadan ilerisine hiçbir zaman geçemediler.

Şehrin birçok meydanında bulunan ve Stalingrad Savaşı’ndan da, Nazilerden de, Sovyetler’den de daha çok şeye tanıklık etmiş olan kavak ağaçları var. Kavak ağaçlarının gövdelerinde büyük direnişin izleri canlı.

Faşizme teslim olmadan, kentlerini savunarak ölen yaklaşık 1.5 milyon Sovyet yurttaşının bir çoğunun mezar taşları da orada duruyor. Savaşın ardından işçi sınıfının evlatları, bir çok heykel, anıt, müze ve mozoleyle bu direnişi selamladılar.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sermaye diktası

Sermaye diktası

İşçi başına 608 bin lira aylık kâr elde eden TÜPRAŞ, dayattığı sefalet sözleşmesine direnen işçilerin eylemlerini ‘tutanakla işten atma’ tehdidini kullanarak şimdilik bastırdı. Kimi zaman ‘demokrasi nutukları’ atan büyük sermayenin, harekete geçen işçiyi önce polisle sonra fişleyerek tehdit etmesi, ülkedeki ‘otoriterleşme’nin esasen kimin işine yaradığını ve sermaye diktasının vardığı boyutu gösteriyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İmamoğlu'nun X hesabına erişim engeli getirildi.

Evrensel'i Takip Et