Güzel bir mart günüydü
GREV YAYILIR
Kendiliğinden başlayan harekete çok geçmeden Karadon ve Kilimli, Çaydamar da katıldı. İş bırakan işçi kitlesi 10 bine ulaştı. Kendiliğinden doğan ve gelişen bu grev karşısında sendika yöneticileri paniklemişti. Onlar işçileri yatıştırmaya ve dağıtmaya çalışırken, Çaycuma ve Üzülmez de iş bırakmaya katıldı. Ardından Kozlu’ya Uzunmehmet, İncirhamamı ve İhsaniye ocaklarına ulaştı grev. Gece köprü kapatıldı ve barikat kuruldu... Olay en çok usulsüz bir grev sayılabilirdi. Ancak toplanan bakanlar kurulunca ayaklanma sayıldı. O dönemin hükümetinin Karabük ve Adapazarı’ndan getirttiği askeri birlikleri ve ağır topçu taburunu “ayaklanan” maden işçilerinin üzerine salması sonucu çatışma çıktı. İlerici, demokrat basında çıkan haberlere göre, çatışma yerinde daha sonra 2 bin mermi kovanı bulundu, askeri ve jandarma birliklerinin saldırısı, askeri uçaklar tarafından desteklendi. Zonguldak Valisi Ereğli’deki Donanma’dan deniz erlerinin bölgeye sevkini istedi. 100 kadar GMS ile erler bölgeye ulaşınca, işçi barikatlarının yakınında barikat kurdu . Karşılarında ilerleyen ve arkadaşlarını soran işçileri gördüler. Silahlarını doğrulttular, işçiler durmadı. Kitleye doğrudan ateş ederek gene de geri çekilmeyen işçilerin karşısında geriye çekilmek zorunda kaldılar. İşçiler erler ile göğüs göğüse geldiler ve silahlarını ellerinden almaya çalışarak ilerlediler... Mürtet’ten kalkan iki jet Zonguldak ve Kozlu üzerinde sindirme dalışları yaptı. Vali ve yetkililer konuşmaya geldiğinde işçilerin sert tepkileriyle karşılaştı. İşçilerden birini gözaltına almaya kalkınca da olaylar başladı. İşçi Mehmet Çavdar hemen orada, Satılmış Tepe isimli işçi ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılırken, yolda öldü. Çok sayıda işçi ve asker de yaralandı işçiler alçaktan uçurulan jetlere karşın teker teker kentte kurulmuş barikatlara doğru geri çekildiler., arkadaşlarının cesedinin teslimini reddettiler.
HEDEF KOZLU
Arkadaşlarının ölümü üzerine bu kez işçilerin hedefi Kozlu’dur. Kozlu Dispanseri’nin önüne gelen binlerce işçi burada bir mühendisi rehin alırlar. Buna karşılık şanlı Türk devletinin bulduğu çözüm ise savaş uçaklarına Kozlu üzerinde alçak uçuş yaptırmak ve böylece işçilerin “gözünü korkutmak”tır... Mehmet Çavdar’ın cesedinin teslim edilmesini isteyen devlet yetkililerine işçilerin verdiği yanıt “arkadaşımızın ölüsünü kimseye vermeyiz” olur. Akşama doğru işçilerin Zonguldak’ı basacakları söylentisi yayıldığında, artık bütün devlet erkanında panik yaratmıştır. Çevre illerden takviye birlikleri istenir ve şehirdeki bütün resmi daireler kapatılır. İşçiler gerçekten de şehrin bütün giriş-çıkışlarını kesmişlerdir. Madenciler sık sık şehri koruyan jandarma barikatlarının önüne geliyorlar ve bu tacizler sonucunda barikatlar adım adım geri çekiliyordu. İstanbul ve Ankara’da yapılması olası gösterilerin şiddetle bastırılması kararı alındı. Radyonun olaylarla ilgili haberleri yasaklandı Hükümet muhalefet liderlerini toplayarak onlara tutumunu onaylatmak istedi. Basına bu biçimde verilen demeçleri, İsmet İnönü yalanladı..
13 Mart sabahında ise hükümet olayların sürdüğünü kabul ederek konuyla ilgili haberlerin radyodan yayınlanmasını yasaklar. Aynı gün İçişleri Bakanı, Çalışma Bakanı ve Enerji Bakanı Zonguldak’a gelirler ve işçilerle görüşürler. Bakanlarla görüşerek pazarlık yapan işçiler akşam üstü ocaklara inmeyi kabul ederler. Yeni doğan kızını göremeden ölen işçi Mehmet Çavdar’ın cenazesi arkadaşlarının sırtında beş saat uzaklıktaki köyünde toprağa verildi. Bu arada 71 işçi gözaltına alınmış, bunlardan 14’ü tutuklanmıştır. Olayların yeniden patlayabileceği korkusu hükümette öylesine yoğundur ki, Karabük, Adapazarı ve Ereğli’den getirilen askeri birliklerin yanı sıra bir tuğgeneral komutasındaki jandarma birlikleri de şehirde ve ocaklarda konuşlandırılmış, ayrıca 2. tümene bağlı 13. ve 20. alaylarla bir topçu taburu da Zonguldak’a sevkedilmiştir.
Bundan sonrası ise Türk-İş’in anti-komünist yöneticilerinin işçi düşmanlığını göstermesi açısından ilginçtir. Örneğin Türk-İş başkanı Seyfi Demirsoy’a göre havzada aylardır komünist bildirileri dağıtılmakta, hatta bazı işçiler sarhoş edilerek olaylara sürülmektedir! Sonunda işçilerin hepsine primleri tam ödendi ve havzada olayları yaşamış 15 geçici işçi köylerine gönderildi. Onların, olayları yaşamamış işçilerle karşılaşmaması için gerekli önlemler alındı.Olayın nedenleri ve boyutları yalnızca TİP’in yayın organı Sosyal Adalet ile Akşam gazetesi ve Yön dergisinde işlendi.Yön, olayların bitimini “Geride kan ve ateş ile kan ve ateşin yüreklerde ve beyinlerdeki sancısı kaldı” diye özetler. 17 Mart 1965’te çeşitli öğrenci derneklerinin ve işçi sendikalarının katılımıyla Ankara’da “sessiz bir yürüyüş” düzenledi. Aynı gün mitinge katılan demokratik kitle örgütleri “İnsanca yaşamak hakkı hiçbir kişinin hiçbir sınıfın tekelinde değildir. Çalışan ve üreten herkes mutlu olmak hakkına sahiptir” cümleleriyle başlayan bir basın bülteni yayınladı… Bu grevden geriye olayın anısı sıcakken yayımlanan dört şiir kaldı. Bu şiirlerden Ceyhun Atuf Kansu’nun şiiri Yön dergisinin 19 Mart 1965 tarihli sayısında, Sennur Sezer’in şiiri 26 Mart 1965 tarihli sayısında yayımlandı. Dağlarca şiirini grevden hemen sonra Kitap Kitabevinin Virinine asılan Karşı Şiir Dergisi’nden okuduk. Hasan Hüseyin’in şiiri Sosyal Adalet dergisinin Nisan 1965 tarihli sayısında yayımlandı. Nisan 1997’de bu olay Emekli maden işçisi Erol Çatma tarafından kitap olarak yazıldı:Kömür Tutuşunca. Bu güzel mart gününde yine bir mart günündeki grevde yitirdiğimiz Satılmış Tepe ile Mehmet Çavdar’a ve grizu patlamalarında, iş cinayetlerinde yitirdiğimiz maden işçilerine saygılarımı sunuyorum...
ZONGULDAK AĞIDI
Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin, Ellerin, yeraltında yitmiş kocaman ellerin. Yıllarca çalışırsın, gündeliğin on lira, Açsın, susar kuyular bağıra bağıra Ko yamyassı ayakların balçık toprağa girsin, Kim yürürse öldürürler bilirsin. Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir, Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir? Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana, Sen yeraltındasın, Tanrısızsın, anlasana. Karanlıktır, yıldızlara karşı aşağı indiğin, Aşağlarda sevdiğin, korktuğun, sevindiğin Dağ hak diye, kara elmas hak diye, Bekledin çırılçıplak bir yıl daha kazanılan dağıtılacak diye Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir, Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir? Vardiya bitmiştir, uyursun gökyüzü uyanırken yüzüne, Uzaksın, oğluna, karına, anana.... öküzüne. Oynamaz dedin, derinliklerde bir aç ayı, Ne istedin bölüşmek gövdeler teriyle birikmiş parayı. Yüzlerce yıl yüzlerce yıl avucundaki ekmek alınmış çağlardan , Ne istedin çoluğunun çocuğunun sarı lokmasını aşağlardan. Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir, Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir?
Fazıl Hüsnü Dağlarca
KARA TÜRKÜ
Dün Zonguldak’ta vurdular beni Üç kere vurdular Üç yerimden Tüfekler yanlıştı ben yanlıştım Uyanmaktı büyümekti istediğim Susamıştım Dün Zonguldak’ta vurdular beni Üç kere can verdim üç esmer elde Ben grevi ne bilirim Ne bilirim kanunu Ben miyim zam üstüne zam yapan maaşına mecliste Üçü de bizim sancaktandı candarmaların İşte Ali Hoca’nın Duran İşte Çopur Hakkı Dul Fadiğin Hasan işte “Uf” demeden vurdular Üç güllü Üç sarı kız Üç köy kanadı göğsümde
Sennur Sezer
TUTANAK
Kanlı bir gömlekti omuzlarında Mart güneşi düşünüyordu ozan plâstik yerküreyi bir çocukbaşı gibi okşıyarak bir başka şafağın irkiltisiyle çoğul düşünüyordu ozan vietnamı kongoyu ve kendi ülkesini bir çocukbaşı gibi okşıyarak 1965 sularında ellerinde çiğdemçiçekleriyle çocuklar demirin kömürün petrolün kahrından uzak işyerlerinde grev gazetelerde kürk ve kadın ve kadillak evcil bir güvercin gibi sokulgan sıcak 1965 sularında yoksulluk
Hasan Hüseyin Korkmazgil (Sosyal Adalet dergisi, Nisan 1965.)
MEHMET ÇAVDAR’A AĞIT
Ala şafak saat üçtü Uyanmak güçtü Karanlık uykusundan yoksulluğun Ezilmiş bir düştü Çavdar Mehmedin düşü. Kalktı, giyindi şapkası Sarı kömür madenci şapkası İnceltmişti büsbütün ve de karartmıştı Sarı solgun yüzünü Gözlerinin buruşuk üzümünü. Kuşluk vakti şimdi karısı Ve bebesi kalkmışlardı tan ağrısı Yoksulluk sinisinin çevresinde Yolların ardından gelecek Köylü babayı bekleyerek. Mehmet de oturdu kuşluk aşına Uğrun bir gürültüde , sofra başına Geldi üç kurşun Uzandı toprağa, kaşığında bitmişti gün Şapkası kanlı çorba tasıydı ölümün. Yaşarken yalnızdı ve ölümünde yalnız Üç yüz altmış beş günde yalnız y Duymadı ağıdını kimse, yol türkünü Gürültüler arasında bir kadın kimsesiz Çağırır adını kavak karanlığında sessiz sessiz Sesi duyulmayan milyonlardan biri Bir kadının dilinde ağıda girdi Yürüdü arkasız ve kimsesiz kalabalıklardan Vardı gitti eşit kapılı ölümün yanına, Bir, Tanrısal adalet ondan yana!
Ceyhun Atuf Kansu
Evrensel'i Takip Et