Kürdün adı da dili de mücadele konusudur
Ezen ulus sermayesinin dayattığı “tektipçilik”, çeşitli, çok yönlü yaşamı ve ilişkilerini yönetmeye tarihsel gericiliğiyle uygun olmayan Türk burjuvazisinin programının dayanağıdır.

Fotoğraf: Unsplash
Berkay YEĞİN
Van
“Zo”lar ve “Lo”lar meselesi cumhuriyet tarihinin temel kodları bakımından oldukça çarpıcı bir metafor olmuştur. Bu sözün nereye dayandığı noktasında kaynakların Koçgiri Katliamı’na kadar gittiği belgelerde geçse de tam olarak nerede kullanıldığı henüz belirsizdir ama üzerine pek çok atıf yapılmıştır. "Zo diyenleri kırdık sıra lo diyenlerde" sözündeki gibi.
İttihat ve Terakki’nin milliyetçi ideoloji çevresindeki etkisinin güçlenmesiyle yeni bir devlet inşasının nasıl gelişeceği, hangi temeller alacağı, sivil asker bürokrasisinin öncülüğünde sermaye sınıfının nasıl bir milli duygu oluşturacağı ve ülke satındaki dönüşüm sorununun gündemine iştirak etti. Ülkenin temelleri açısından belirleyici olmuştur. “Zolar ve lolar” meselesi cumhuriyetin inşaatının mayasına eklenmiştir desek abartılı olmaz.
Sermaye ideolojisinin en saldırgan ve iştahlı akımının o gün orada söyledikleri sağlam bir siyasi miras bıraktı ve genişçe bir siyasi çevre kendisinde bilfiil nüvelerini barındırdı. Altaylardan Tuna’ya uzanan bir "kardeşlik" ülküsü içerisinde Kürtler, Ermeniler ve başkaca halkların payına ölüm düştü.
Başlangıcın farkında olmanın kritikliği bugünün devlet yapısını, ülkenin çözülmemiş temel demokrasi nosyonlarını, sermaye devletinin muhtevasını oluşturdu. “Zo”ların tasfiyesi geniş çapta bir soykırımla sürerken “Lo”ların, cumhuriyet öncesi dönemde de kurulan ilişkileri belli belirsiz yönleriyle birlikte, ikili bir yöntemle tasfiyesine ihtiyaç duyuldu. Bunun ilk ayağı, sermayenin en gerici devlet anlayışıyla başvurduğu soykırım ve katliamların tarihine girerken bunların bölgede bastırılan üç büyük isyan bağlamında değerlendirebiliriz. Koçgiri, Zilan ve Dersim'de olanlar yeni nizama karşı başkaldırının, uzlaşmama tutumunun sonucunda baş göstermişti.
Ancak ikinci yönü, çepeçevre sürdürülen asimilasyona dayanıyor. Ceberut sivil asker bürokrasisinin kimi yazışmalarında nüfusun Türkleştirilmesine dair devlet bürokrasisindeki yazışmalar arşiv kayıtlarında yerini koruyor. Kimi bölgelere Türkmen köylülerin yerleştirilmesiyle hedeflenen, Kürtlerin içerisinde bir oluk açarak devletin elini buraya uzatmak oldu. Daha öncesinden mübadele deneyimi olan iktidar, kimi bölgelerin demografik yapısını değiştirdi. Ardı sıra Kürtçeyi bitirerek Kürtlüğü bitirme hedefleri uygulanmaya koyuldu. Öyle ki Kürtçe'ye uygulanan yasaklarda Kürtçe kelimesi dahi geçmiyordu. "Türkçe konuş, çok konuş" sloganı vardı ancak Kürtçe konuşmak yasaktır diye bir şey yoktu, çünkü Kürtçe diye bir dil de ülkenin egemen güçleri nezdinde zaten bulunmuyordu.
“Zo”lar ve “Lo”lar tanımlayışına göre bir anoloji kuralım. Antik Yunan'da başka diller konuşan, Yunanca dışındaki dil unsurlarına sahip topluluklara ilk kez barbar denmiştir. “Bar – Bar” sinek vızıltısı gibi gelen ve dediği anlaşılmayan; uygarlıktan uzak, avam görülen, hakir bakılanın ismi olmuştur. Bu da kendi dışındakileri görmeme üzerine kurulması bakımından benzerdir. Kürtçenin ismi dahi ülkenin kuruluş kaynaklarında yoktur. Onun yerine “Lo”lar vardır.
Sebahattin Şen'in “Gemideki Hayalet” kitabında Türk sinemasındaki Kürtlüğün 1950'lerden başlayarak inşa edilişini ele alır. Kürtler hiçbir zaman Kürt olamaz. Onlara ancak birtakım biçimlerle -doğulu, geri, ilkel- işaret edilir. Bunun ötesine çıkılmadığından bahseder. Bugünün dünyasında aslında geride bıraktığımız tartışmalar de değildir bunlar. Süregiden bir ırkçılık dalgasıyla her dönemin ihtiyaçlarına uygun şekilde yeniden vücut buluyor.
BURJUVA-GERİCİ PARTİLER İÇİN ANA DİL MALZEME HALİNE GETİRİLİYOR
İktidarın bu dönem başvurduğu güçler bakımından durum oldukça ilginç. HüdaPar'ın geçtiğimiz günlerdeki ana dil çıkışları, ulusal talepleri incir yaprağı gibi kullanmanın hedefiyle yapılıyor. Ana dilde eğitim, ulusal statü ve kimlik talebinin suistimal edildiği pek çok yönle karşı karşıyayız. Bunların bölgede meşrutiyet kazanmak uğruna araçsallaştırılan unsurlar olarak görmemiz lazım. Nitekim bir taraftan halkın yakıcı problemlerine vurgu yapılırken diğer taraftan, problemin kaynağına yedeklenmeye davet ediliyor. Bu çelişki bariz dururken, diğer yönüyle de ulusal hareketin siyasi yapılanmalarına yönelik doğrudan tarihsel bir savaş misyonuyla donatılmış bulunuluyor. Üstelik demokratik anlamda gelişkin olup pek çok sosyal talebin de iç içe geçtiği ulusal hareketi, dinci gericilikle yozlaştırma gayreti içerisinde sürüyor. Bugün bu tehlikenin varlığı genç kuşaklar üzerinden başlayan bir dönüşümle doğrudan ilgili olacağı için genç kuşakların bu şekliyle gündemine iştirak etmesi, önemli. Düzen siyasetinin, ulusal soruna dair bütünlüklü bir çözüm önerisi olmadığı gibi parçalı ulusal talepleri de suistimal eden bir yerde durma alışkanlığını vurgulamak gerekir.
Bir diğer yön ise ulusal hak mücadelesinin yol yöntem ve çizgisiyle genel bir muhasebe yapma ihtiyacını barındırıyor. Ulusal hareket içerisindeki pek çok çevre oto-sansür tartışmalarını ana dil sorununun merkezine oturtuyor. "Artık asimilasyon sansür boyutundan oto-sansüre ulaştı" bu söz DEM Parti Ana dil Komisyonu sözcüsüne ait, ancak evveliyatı da var. Bölgede son zamanlarda çeşitli dil kurumları, aydın çevreler tarafından yürütülen tartışma, gelecek nesillere Kürtçe öğretme, dilin kullanım pratiklerini yaygınlaştırmayla sınırlı. Sınırlı olmasının altını çizmekte fayda var çünkü bu başlı başına değerli bir şey. Ancak bu sınırlılığın politik bir mücadeleye dönüşmesi, buradan hareketle bir dönüşümü örgütlemesi beklenemez. Sivil toplumun içinde eriyecek kapsamdan uzak meseleler olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.
Ana dil sorunu tüm zümre ve sınıfların eşit düzeyde etkilendiği bir sorun olmaktan çok, emeğiyle geçinen Kürtler için yakıcılaşan hali güncelliğini koruyor. Elbetteki Kürt orta sınıflarının, sermaye sahiplerinin dile dair duyarlıkları belirli ölçülerde mümkündür ancak 'fırsat' sahibi olan pozisyonda olmaları yaklaşım düzeyini farklılaştırıyor. Yoksul emekçi katmanlar için zorunluluklar devredeyken orta katmanlar için tercihler devrede. Daha kabaca ifade edersek, zengin ailelerin çocuklarına eğitimin olanakları nitelikten dile, dilden cinsiyete kadar pek çok konu başlığında imkanlardan yararlanma fırsatını getirebilir. Ancak Bağlar'da emeğiyle geçinen bir ailenin çocuğunun böyle imkanlara kavuşması pek ala mümkün değil. Yine aynı ailenin çocuklarına dair temel beklentileri olması kuşkusuz düşünülecektir. Geleceğini güvence altına alması, ayaklarının üzerinde durabilmesi için de eğitimin halen önemli bir yeri var. Bu beklentiler altındaki çocuğun pazarın egemen diline dönmesi, yani Kürtçenin eve hapsedilerek unutturulması oto-sansürle açıklayabileceğimiz bir durum değil. Bu ancak olsa olsa orta sınıfların konforlu siyasetindeki kimi serzenişleri olabilir.
DİL SORUNU SINIFSAL BİR SORUNDUR!
Kürt illerindeki kapitalist dönüşüm sürecinde hâkim sermaye, egemen dili olan Türkçe üzerinden de Kürtçe’ye basınç oluşturmaya başlamıştır. Bugün bu tartışmaların hız kazanması, bunun bir ürünüdür.
Kamusal alanın tamamından dışlanan Kürtçe uzun yılların sonunda bugünün genç kuşağında, yalnızca genel bir sahiplenişle, duygusal bir bağla sahiplenilmektedir. Bu sahiplenişteki temel etken ise ulusal hareketin yarattığı çeşitli etkilerle ilişkilidir. Ancak dili kullanma pratikleri, "anlıyorum ama konuşamıyorum" düzeyindedir. Bu sonucun ortaya çıkışının sosyal, ekonomik pek çok yanıyla birlikte esas sorumluluk devlete aittir. Dolayısıyla sorunu sistemle mücadele, tek adam yönetiminin ırkçı/ şoven/ antidemokratik politikalarına karşı sistematik bir örgütlülük büyütülmesi yerine adeta bir sivil toplum görevi gibi bir zeminde kurarak ele almak, sorunların çözümü için yeterli olmayacaktır. Biz bu dili kullanalım yaygınlaştıralım motivasyonuyla ne yazık ki dilin toplumsallaşmasını sağlamak mümkün değil. Dilin unutulmasının önünde temel engeli arıyorsak, egemen ulus sermayesinin Kürt illerinde sürdürdüğü politiklara, Kürt gençliğini ucuz emek cenneti Türkiye’nin daha da ucuz işçi ordusuna dönüştürme hedefine bakalım. Buradan Kürtlere eşitlik çıkmadığı gibi, Kürt diline de yok olmak düşüyor. Egemen dil olan Türkçe kamusal hayatın “resmi” dili olurken, Kürtçe’yi salt bir kültür ürünü gibi anlatılıyor, ev içerisine sıkıştırıyor. Aynı zamanda cadde, sokak, tabela isimlerinin kayyumlar eliyle Türkçeleştirilmesine de bu ısrarın bir sonucu olarak bakılabilir.
ANA DİLDE EĞİTİM SORUNU EŞİTSİZLİĞİ BÜYÜTÜYOR!
Dilin üretim ilişkileriyle doğrudan ilişkili hali bu örnekte devreye giriyor. Kolektif üretimin tarihsel olarak dili ortaya çıkardığı ilk insanın emek sürecinin toplumsallaşmamasıyla eş zamanlı gerçekleşir. Burada bugünün üretim ilişkileri de ortak pazara hâkim dil, iktisadi üretim süreci ve onun dağıtımını güvence altına almak için egemen güçlerin dil üzerindeki hegemonyasıyla şekilleniyor. Özellikle kapitalist-emperyalist çağda dil üzerindeki bu egemenliğin en görünür ayaklarından birisini eğitim oluşturuyor. Esasen Kürtlerin ana dil sorunu, dün "böyle bir dil yok o yüzden böyle bir sorun da yok" düzeyindeyken bugün, ana akım düşüncede yer alan çok dilliliğin devletin işleyişinde mümkün olmadığı gibi daha çok teknik bir pürüz düzeyine indirgenen şekliyle sürüyor. Bunun alt metinlerinde ise halen ısrarla savunulan, “Kürtçe bilim yapmanın imkansızlığı”, “Kürtçenin eğitim dili olmaması” gibi uyduruk tezler bulunuyor. Ezen ulus sermayesinin dayattığı “tektipçilik”, çeşitli, çok yönlü yaşamı ve ilişkilerini yönetmeye tarihsel gericiliğiyle uygun olmayan Türk burjuvazisinin programının tek dayanağıdır. Muhalafet ve iktidarda olan farklı burjuva partiler tam da bu sebeple Türkiye’de yaşayan hakların barış ve kardeşlikle yaşamalarını sağlayacak bir programa sahip olamaz. Tektipçilik, ezen ve ezilen ulus ilişkisini sürdürmek için ana dil başta olmak üzere tüm temel haklara saldırma, burjuvazinin yönetme biçiminin bir ürünüdür. Elindeki tek yöntem olan baskı, şiddet ve yasakçılığa sığınmak, sınıf çıkarları için bir zorunluluktur. Eğitimde de “çok dilli eğitim olmaz” dayatmasının sebebi bu çeşitliliği tanımanın yaratacağı eşitlik duygusundan duyulan korkudur.
Ana dilinde eğitim, bir hak mı yoksa talep mi meselesine çıkıyoruz. Yaygın bir tartışma olması hasebiyle, “bir insanın doğuştan gelen temel bir hakkıdır buna talep muamelesi yapılamaz” denildiğini ifade edelim. Bu bir bakıma doğru. Ancak kaçırılan nokta, burjuva siyasetinin, kazanılmış tüm haklarını geri almaya yönelik bir saldırı apartı olmasıdır. Kapitalist düzen ve onun sermaye devleti içerisinde hangi haklar güvence altındadır? Örneğin parasız eğitim de anayasa tarafından resmiyete alınmış bir haktır. Ancak bugün kim nerede eğitime parasız ulaşmaktadır?
İnsanın var olmaktan gelen temel haklarından biri olan ana dilinde eğitim dahi, kapitalist devlet içerisinde bir mücadele sahasına dönüşmek durumunda kalabiliyor. Haklar meselesi kapitalist devlet aygıtında her koşulda mücadele sahasından soyutlanamaz. Her dönem toplumsal mücadelelerin seyrine de bağlı şekilde genişleyip daralabilir, yeniden şekillenir. Zorunlu eğitimin, işçi ve emekçi aileleri için, kadınlar için aynı düzeyde bir eğitim hakkına karşılık gelmediği gibi Kürtlerin de bu hakkı kullanma imkanları daha en başından dil engeline takılıyor.
Ez cümle, sermaye politikalarının Kürtçeye saldırıları genel bir demokrasi sorunun, özel ve özgün bir yanıdır.
Bugün Kürt gençliğinin ana dil mücadelesi işte bu yüzden bir kültürü ve düşünme mana dünyasını yaşatmayla sınırlı değil. Bu ister istemez Türkiye'de devletin egemenlik aygıtlarına, kurucu mithoslarına gedik açan bir tarza sahip. Ana dilini konuşmak, Kürt olduğunu söylemek, dün de bugün de egemen devlet yapısının örgütlenişiyle uyuşmuyorsa, egemen devlet yapısını yaratan ilişkilerin ezen ulusun yanında ezen sınıfın ortaklığında oluştuğunu görmek gerek.
Ana dil mücadelesini de bu bakımdan yalıtık değil daha geniş ilişkileriyle birlikte ele almamız gerekiyor. Tek adam yönetiminin devraldığı ve farklı biçimlerle uyguladığı anti-demokratik uygulamalar karşısında Bugün içerde ve dışarda savaşa yaslanan tek adam yönetimi, beraberinde halklar arasındaki eşitsizlikleri derinleştiriyor. Ana dilinde eğitim hakkı üzerinden yan yana gelmiş birlikler, kamusal alanda ana dilinin kullanımını sağlama hedefiyle kampanya grupları gibi örgütlenmelere ihtiyaç artıyor. Bununla sınırlı da olmayan şekliyle, taleplerimizi birleştirip daha geniş bir kapsama yaymamız önemli. Bu mücadelenin bir gelecek mücadelesi halinde örgütlenip gençliğin parasız bilimsel demokratik eğitim talepleriyle iç içe geçen bir mücadeleyi merkezileştirmek bugün her milliyetten gençliğin gelecek mücadelesindeki ortaklık ihtiyacına karşılık geliyor.
Evrensel'i Takip Et