11 Aralık 2020 09:21 Güncelleme: 11 Aralık 2020 19:21

"İki yakası bir araya gelmeyenler, gömleğin iki yakasını bir araya getiriyor"

İş Güvenliği Uzmanı Deniz İpek yazdı: İşçiler "az tehlikeli" fabrikalarda kriz ve pandemi fırsatçılığında can vermeye devam ediyor.

GÜNCELLENDİ

Fotoğraf: Freepik

Reklam

Deniz İPEK
İş Güvenliği Uzmanı

Salgından en az etkilenen 3. ekonomiyiz diyorlar. Peki nasıl? Havada, karada ve denizde asgari ve zorunlu olmayan işlerde koronavirüs salgınına rağmen süren üretim baskısı, alınmayan önlemler işçileri, emekçileri ya bağışıklığa ya da ölüme itti. Bazı sektörler bugüne kadar görmediğimiz bir şekilde aşırı yoğun çalıştı. Hastalanan işçilerin çok olduğu işyerleri üretime devam etsin diye ‘kapalı devre çalışma’ uygulamaları yapıldı ki zaten şantiyelerde ve hastanelerde fiilen bu düzen var.

Bazı sektörler de evden çalışmaya başladı ama mesai saati fiilen kalktı. Bir de işyerindeki su, yemek, ısınma vb masraflar evde çalışanların üzerine yüklendi.İşyerlerinin açık olması, yeterli önlem alınmaması, ayrımcı politikalar koronavirüsün yaygınlaşmasını kolaylaştırdı. Vestel örneğinde olduğu gibi birçok işçinin öldüğü bir fabrikada üretim hiç durmadı. Fabrikaların salgın merkezlerine dönüşmesi, toplu taşımanın yaygın kullanılması işçilerin ailelerine de virüsün hızla yayılmasına yol açtı, tüm emekçi mahalleleri kıpkırmızı oldu.

YENİ GENELGEDE ‘SIKI DENETİM GÖREVİ

’30 Kasım’da yayınlanan İçişleri Bakanlığı genelgesi yeni pandemi önlemleri uygulamalarını salık verdi. Genelgede pek çok madde yer alıyor. Bu yazıda “50 ve daha fazla çalışanı olan işyerlerinde; işyeri hekimi gözetiminde, mevcut iş güvenliği uzmanı veya bulunmadığı durumda görevlendirilecek bir personel tarafından salgın tedbirlerinin uygulamasının sıkı bir şekilde denetlenmesi maddesi” üzerinde duracağız. Tabi bu maddenin hemen altına iliştirilen ‘Sokağa çıkma kısıtlaması süresince üretim, imalat, tedarik ve lojistik zincirlerinin aksamaması, sağlık, tarım ve orman faaliyetlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla Ek’te belirtilen yerler ve kişiler kısıtlamadan muaf tutulacaktır’ açıklamasının da.Bu maddelerden ilk anladığımız daha önce de siyasi iktidarın defalarca söylediği gibi çarkların durmayacağı oldu. Çarklar dönerken ve zincirlerin aksamaması için emekçiler can hıraş çalışırken genelgenin bu maddesinin uygulaması nasıl olacak? Pandemi süresi boyunca sahada karşılaştıklarımız…Emekçiler her iş günü adeta balık istifi gibi işçi servislerinde iş yerlerine ulaşıyorlar. Yakın temasa neden olan ulaşım bulaşmanın başladığı ilk yer oluyor. Çalışmaya başlandığında ise toplu çalışma ortamı, yetersiz havalandırma, kişisel koruyucu donanım (KKD) eksikliği, hastalananların izolasyonu yapılmaması, esnek ve uzun çalışma süreleri, genel sağlık taramalarının yapılmaması tehlikeleri emekçiler için ölüm riski haline geliyor. Nitekim her gün bizzat Sağlık Bakanından otuz binin üzerinde yeni vaka tespit ediyor (TTB’nin açıklamalarına göre çok daha fazla).

50’DEN AZ ÇALIŞANI OLAN İŞYERİ 2024 YILINA KADAR DENETLENMEYECEK

Gelelim “50 ve daha fazla çalışanı bulunun iş yeri” vurgusuna. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (AÇSHB) Temmuz 2020 verilerine göre Türkiye’de 50 ve daha fazla çalışanı olan işyeri sayısı, toplam işyeri sayısının yüzde 2’si oranında. Mevcut 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda iş yerleri az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli olarak 3 kategoriye ayrılıyor. 1 Ağustos 2020’de 50'den az çalışanı olan az tehlikeli işyerleri ile kamu işyerlerinde İşyeri Hekimi, İş Güvenliği Uzmanı çalıştırma zorunluluğu 2024 yılına ertelendi. 50’den az çalışanı olan az tehlikeli konfeksiyon atölyesi 2024 yılına kadar bu genelge doğrultusunda denetlenmeyecek! İşçiler bantlarda gömleğin biri bir yakasını biri öteki yakasını dikmek, iki yakasını bir araya getirmek için o pahalı kumaşlara sırayla dokunacaklar. Ancak koronavirüs bu atölyede kimseye bulaşmayacak! Öte yandan eylül ayında Denizli’de kurulu az tehlikeli kuruyemiş fabrikası Bakkur Gıda’da çıkan yangında 2 işçi yanarak can vermişti. Yangının LPG kullanılan ağda kazanından başladığı öğrenildi. Tavanın PVC kaplama olmasının da yangının büyümesinde pay sahibi olduğu bilirkişilerden alınan bilgilerden. İşçiler ‘az tehlikeli’ fabrikalarda kriz ve pandemi fırsatçılığında can vermeye devam ediyor.

DENETİM SORUMLULUĞU HEKİME VE İŞ GÜVENLİĞİ UZMANINA

Geçtiğimiz ay AÇSH Bakanlığı iş yeri denetimlerini uzaktan yapacağını duyurdu. Bundan böyle çalışma dip dibe sürerken denetim uzaktan yapılacak. Temizlik, maske ve mesafe kurallarını sık sık vurgulayan bakanlık mesafeyi iş yerleri ve kendi arasına koymaktan geri durmuyor. İçişleri Bakanlığı genelge ile birlikte “işyeri hekimi gözetiminde, mevcut iş güvenliği uzmanı tarafından salgın tedbirlerinin uygulamasının sıkı bir şekilde denetlenmesi” diyerek denetim yetkisi bile olmayanlara topu atıyor. Koronavirüs salgının tablosu ağırlaştıkça sorumluluğunu bilim kuruluna atanlar denetim yükünü ise yasanın yürürlüğe girdiği ilk tarihten itibaren kiralık işçi statüsünde bulunan işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının sırtına yüklemeye çalışıyor. İşverenlerin işine gelen bu açıklamanın hemen ertesinde büyük işletimlerde işverenlerden İSG profesyonellerine “Son genelge ile salgın denetim sizin sorumluluğunuzda” denmeye başlandı.

KOVID-19 İŞÇİLER İÇİN İŞ KAZASI OLARAK TANINMALI

Pandemi ile mücadele bir yıla yaklaşırken hâlâ koronavirüs meslek hastalığı veya iş kazası olarak sayılmasında hükümet ve meclis tarafından kayda değer bir adım atılmıyor. Koronavirüs meslek hastalığı mı, pozitif olursam kaç gün raporlu olacağım kaygısı; işten atılma, bir daha iş bulamama korkusu ne zaman olacağı belli olmayan bir ölümle kıyaslandığında çalışma ortamı kabul edilebilir hale gelebiliyor. SGK, 7 Mayıs’ta bir genelge yayınladı: “Koronavirüsün bulaşıcı bir hastalık olduğu dikkate alındığında, söz konusu salgına maruz kalan ve sağlık hizmet sunucularına müracaat eden sigortalılara hastalık kapsamında provizyon alınması gerekmektedir” dedi. Böylece koronavirüs bir iş kazası-meslek hastalığı değil ‘hastalık’ olarak belirlendi. Bu genelge ile salgın sürecinde sürü bağışıklığına terk edilen işçiler salgının sonuçları ile baş başa bırakılıyor. İş ve çalışma ilişkilerini düzenleyen kanunlarda salgın sürecindeki işçi işveren ilişkilerini düzenleyen maddeler olmayınca ortaya hükümetin sermayeye reformlar, işçilere acı reçeteler geliyor. Devlet yurttaşına, hastalanarak işsiz kalan, çalışamaz durama gelen veya hayatını kaybeden işçilere faturayı kesiyor. Devlet, işçileri sosyal güvenlik ödemelerinden mahrum bırakıyor.

Hükümet salgın ile ilgili işçi-işveren arasındaki borç ilişkisine dair herhangi bir düzenleme yapmadı. “Koronavirüs sağlık emekçileri için meslek hastalığı, diğer işkollarında çalışan işçiler için ise iş kazası olarak tanınmalı” talebini örgütlemeliyiz. Konuya dair birçok tartışma var, koronavirüs meslek hastalığı mı, iş kazası mı, işle ilgili hastalık mı vb uzmanların daha birçok başlık üzerine tartışmaları mevcut. Ancak bu tartışma işçi sınıfının açısından en basit ve sonuç alıcı şekilde ele alınmalı. Koronavirüs hastalığına yakalanmak “faal” işçiler için iş kazası kapsamında olmalıdır. İlgili kanunlarda da olduğu gibi iş kazasının etkisi bir süreç sonunda da meydana gelebilir: Yani koronavirüs hastalığını geçirme, buna bağlı günler-aylar süren sağlık sorunları veya ölüm. Önemli olan bu süreçte neden-sonuç ilişkisinin/illiyet bağının olmasıdır. Yargıtay 2009 yılında domuz gribi sonucu meydana gelen işçi ölümüne iş kazası dedi. Sağlık emekçileri için ise koronavirüs ailesi kökenli hastalıklar olan SARS ve MERS “bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalık” olarak belirtilmişti.

SALGINDA DENETİMİN ESASI İŞÇİ DENETİMİDİR

Patronlar ve kapitalizm için esas olan işin sağlığı. İşlerin aksamaması, kâr oranlarının düşmemesi için önlemler alındı. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri bu ulvi amaçları ile çeliştiği yerde işçiler için “ölüm riski” olan sermaye için “gerekli” olan haline geliyor. Koronavirüs salgını döneminde yaşanılanlar bu gerçeğin en güncel kanıtlarını ortaya koyuyor. Sadece toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayacak üretim süreçlerini güvenli çalışma koşullarını sağlayarak devam ettirmek yerine tüm üretim ve tedarik zincirlerinin devamı tercih ediliyor. Esas öncelik sermaye birikim süreçlerinde kesinti yaşanmaması oluyor. İş güvenliğini denetleyecek en etkili yollardan biri, sendikalı çalışanın kendi çalışma koşullarını sendikası aracılığıyla denetleme hakkıdır. Hükümet buna karşın özgür sendikacılık doğrultusunda adım atmak istemiyor. Çünkü hükümet, ucuz işçilik üzerinden rekabet etmek, kayıt dışı ve mülteci emeği üzerinden sermaye birikimi yaratmak, taşeron sistemiyle sermayeye kaynak aktarabilmeyi amaçlıyor. Ülkenin bütün zenginliklerinin ve işçilerin, emekçilerin alın teri üzerinden biriktirilen tasarrufların, yerli-yabancı tekeller ve özellikle de yandaş sermaye çevreleri tarafından yağmasına açıyor. “Makbul sendikalara” mahkum olmuş güvencesiz bir işçi kitlesinin gerekli olduğunu da biliyor. Denetimin esası, örgütlenme özgürlüğü ve sendika hakkı olup, toplu sözleşmeli işçi (sendika) denetimidir.

Reklam