07 Mayıs 2020 00:54
Son Güncellenme Tarihi: 07 Mayıs 2020 07:04

Ekonomist Dr. Murat Kubilay: Kriz, 2001 ve 2008 krizlerinin toplamından büyük olacak

2018'de başlayan krizde 2. dalganın yaşandığını söyleyen Ekonomist Dr. Kubilay, “En geç bir yıla kadar, 2001, 2009 ve 2018 krizlerinin belki de toplamından büyük bir patlama maalesef yaşanacak" dedi.

Fotoğraflar: AA&Murat Kubilay

Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

Türkiye, koronavirüs pandemisine ekonomik kriz koşullarında yakalandı. Pandemi öncesi halihazırda açıklanan ekonomik göstergeler krizin derinleşeceğini gösterse de pandemi ‘alarm’ın sesini şiddetlendirdi. Geçtiğimiz hafta Merkez Bankasının swap yoluyla edindiği borcun 29,6 milyar dolara tırmanarak rekor kırdığı görüldü. Bu borç dışarıda tutulunca ise döviz rezervi ekside! Bugün 7,20’ye kadar tırmanan dolar kuru 2018 yılı döviz krizinde gördüğü rekor seviye olan 7,24’e tekrar koşuyor.

Ekonomist Dr. Murat Kubilay’a göre 2018 yılında ilk perdesine girdiğimiz ekonomik krizin ikinci perdesine geçiyoruz. Ancak Kubilay’a göre gelen bu kriz cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi olacak: “En iyimser tahminle -altını çizerek söylüyorum- bir yıl daha dayanabiliriz. Ama kötümser tahminle korkunç senaryo 1 ayda başlar. En geç bir yıla -o kadar dayanma ihtimalini çok az görüyorum- 2001, 2009 ve 2018 krizlerinin belki de toplamından büyük bir patlama maalesef yaşanacak. Türkiye birilerinin beka meselesi nedeniyle elde ne varsa sattı, daha da borçlandı ve neticesinde cumhuriyet tarihinin en büyük buhranı için uygun ortamı hazırlamış oldu.”

Ekonomist Dr. Murat Kubilay döviz kurunun artışına, hükümetin atmaya çalıştığı adımlara ve ekonomik bağımlılığın sonuçlarına ilişkin sorularımızı yanıtladı. 

Türkiye ekonomisi çok borçlu, ticaretini dövizle yapıyor, ticaret açığı yüksek, dövize bağımlılığı had safhada. İşin kötüsü Merkez Bankası rezervleri alınmış borç da kenarda tutulduğu zaman eksiye inmiş vaziyette. Yani ülkede döviz yok. Ve dolar kuru 2018 yılı döviz krizinde 7,24’ü gördüğü tarihi zirveye yaklaşarak 7,16’yı gördü. Ekonomide yaşadığımız nedir ve nereye gidiyoruz?
Türkiye ekonomisi 2018 yılında girdiği krizden çıkmakta çok zorlanıyordu. Geçen yılın temmuz ayında hükümet ve Merkez Bankası bu konuda bir karar almak zorundaydı. Ya finansal istikrarsızlığı göz önüne alarak büyüme peşinde koşacaklar ya da ekonomik krizin devam etmesine göz yumacaklardı. İki ucu da oldukça tehlikeli bir yere çıkan bir karar alma sürecindeydiler. Siyasi tercihlerden ötürü -2019 yerel seçimlerinde de bunu görmüştük- hükümet büyüme yanlısı politikaları seçti. Ve bunun neticesinde ağırlıklı ortalama faiz yüzde 25,5’ti ve indirilmeye başlandı. Bugün itibariyle yüzde 9’un altına geldi.

Aynı zamanda faiz indirirken ve ülkenin dış finansman ihtiyacı varken kurun da yukarı gitmesi istenmedi ve döviz satmaya başladılar. Öncelikle Türkiye’ye 2019’un ikinci yarısında diğer gelişmekte olan ülkelere olduğu gibi çok döviz girdi. Merkez Bankası bunu topladı ve sürekli piyasaya verdi. Ancak bu yetmemeye başladı. Yetmediği zaman da bankaların elindeki dövizleri swap vasıtasıyla borç alarak kamu bankalarına vermeye başladı. O da yetmedikten sonra da tam da bu esnada korona pandemisi geldiği için Türkiye de dahil olmak üzere bütün gelişmekte olan ülkelerden ani bir fon çıkışı olunca, kapitalizmin merkezine, daha güvenli limanlara doğru hızlı bir hareket olunca bu da artık yetmedi. Zaten dolar kuru 5,50’den 6’ya doğru gelmişti. Ardından da 6’dan 7’ye doğru hızlı hızlı geldi.

Bu noktada 2018’den farkının da altını çizmek istiyorum. İkili bir dış politik gelişme çerçevesinde, yani ‘ABD ile papaz yüzünden papaz olmamız’ gibi değil, tamamıyla Türkiye’nin iç dinamikleri neticesinde ama dış duvara da çarparak gerçekleşmiş bir travma olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu koşullar altında da hepimizin merak ettiği şey, ‘Merkez Bankası veya başka önlemlerle BDDK’nin yapabileceği çok bir şey var mı?​’ şeklinde.

Ancak bu kadar köşeye sıkışılmış, (Köşeye sıkışılmasının nedeni faizlerin artırılamayacak olması. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bakan Albayrak’ın kararını biliyoruz) aynı zamanda dünyada da faizler de indirilmiş olduğu için orada da daha fazla faiz inmiyor bizim faizimizi göreceli olarak daha yüksek gösterme durumu da kalmıyor. O ülkelerden bize döviz gelmiyor, bizim ülkemizde ise sürekli kısa vadeli -borç stokumuzdan ötürü- borçların itfası oluyor. Yani yabancı yatırımcılar Türkiye’ye borçları vermişler, vadesi geliyor, parayı alıp çıkmak istiyor. Bizim de onlara döviz vermemiz lazım ama merkez bankası rezervlerinde yok. İşte o zaman da piyasada elinde döviz tutan oyuncular ancak daha yukarıdan satacaklarını beyan ediyorlar. Öyle olunca da döviz kuru yukarı gitmiş oluyor.

Merkez Bankası ya da ekonomi yönetimi ne yapabilir ya da ne yapması gerekir? İktisatçılara göre yapılması gereken ile yapılan arasında makas farkı genelde oldukça açık oluyor…
Şu esnadan itibaren döviz yaratma ihtimalleri yok. Döviz rezervi ne zaman yaratılır? Ülkenize para çok gelirken bunu kötü günler için kenara ayırırsınız. Bu durum hiç yok. Tam tersine yılbaşından itibaren Türkiye’den aşırı döviz çıkışı devam ediyor, bu bir. İkincisi faiz artırmak isteyebilirsiniz. Gerçekçi olalım bu önümüzdeki süreçte olmayacak bir durum. Üçüncüsü başka bir şekilde yedek rezerv yaratmaya çalışırsınız. Bunun bir yolu ticari bankalarla yapılan swap. Ancak son açıklanan mart ayı verisi 30 milyar dolara kadar yaklaştığını ve bunun rekor kırdığını, olağanüstü bir duruma geldiğini, bunun artık çok da artırılamayacağını gösteriyor. Geriye diğer merkez bankaları ile swap kanalları kalıyor. Oradaki sıkıntı da şu, geri ödenmeme riskini kimse almak istemez. Halihazırda Katar Merkez Bankası ile 5 milyar dolar, Çin Merkez Bankası ile 1 milyar dolarlık var. Belki de ikili siyasi ilişkiler çerçevesinde buradaki hatlar genişletilebilir.

IMF, TRUMP, FED…

Amerikan Merkez Bankası (Fed) ile swap anlaşması konuşuluyor…
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ile Fed bu anlaşmayı yapmadı. Çünkü bizim merkez bankamız Fed’in kriterlerine uymuyor. Ancak orada bir esneklik açtılar. ABD, ‘Eğer elinizde yeterince ABD doları devlet tahvili varsa bunun üzerinden yapabiliriz’ dedi. Türkiye de Halkbank davası ve S-400 nedeniyle yaptırım riskinden korktuğu için uzunca bir süredir rezervlerini ABD doları cinsi varlıklardan altına dönüştürdü. Sadece altına dönüştürmekle kalmadı ve Türkiye’ye getiriyordu. Dolayısıyla bunu kullanmanın da teknik olarak imkanı kalmadı.

Ancak ikili politik ilişkilerle, -daha önce olduğu gibi başta ABD olmak üzere- -açık ve belli tavizler verilirse- Trump bazı şeyleri değiştirebiliyor. Bugüne kadar Halkbank davasının nihaileşmemesi, S-400’lerin ardından kongrenin çok istediği yaptırımların gelmemesi hep Başkan Trump sayesinde olmuştu. Bu çerçevede Trump’ın istediği şeyleri hükümet verirse swap anlaşması gelir. Yoksa -ki benim ana senaryom olmayacağı şeklinde- bu kanal da kurumuş olacaktır.

Son olarak da bu işler için kurulmuş uluslararası bir örgüt var, IMF. Stand-by anlaşmalarının koşullarının ağır olduğunu biliyoruz. Sosyal devleti dağıtan, tarımsal destekleri azaltan, sürekli ülkeleri borçlarını geri ödeyebilmeleri için daha ekonomileri büyüme haline geçmeden sürekli onları zorlayan bir programa itiyorlar. Hükümet de belki bunu kendi seçmenine bugüne kadar hamasi şekilde ‘IMF’ye borcu ödedik’ dediğinden, belki IMF’nin getireceği bazı bütçe çıpalarından çekindiğinden… Ama bence en büyük neden olaraksa IMF anlaşmasının IMF Genel Kurulunda onaylanmayacağını gördüğünden… IMF anlaşmaları yüzde 85 onayla imzalanıyor ve ABD’nin payı yüzde 16.5. Yani veto hakkı var. ABD kongresinin bunu onaylamayacağını düşündüğünden başvurmak istemiyor. Zaten IMF’nin kendi yönetiminin de bunu istediğini zannetmiyoruz. IMF’nin ülkeler üzerinde kötü bir repütasyonu var. IMF ülkeler sadece havlu attıklarında gelip, kayıtsız şartsız şartlarının kabul edilmesini istiyor. Bir de ülkelerden siyasi istikrar bekliyor. Sermaye kontrolüne gitmek isteyebilirler, yani Türkiye’den çıkmak isteyen paraya çeşitli engeller koymaya çalışabilirler. Bu bir ihtimal. Ancak bu da çok etkili olmaz.

Türkiye ekonomisi halihazırda paranın çıkmasından değil, paranın girmemesinden ötürü bir sorun yaşıyor. Şu anda para çıkmasa bile yetmiyor, paranın girmeye devam etmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin bozuk ekonomik sistemi sürekli dışarıdan finanse etmesi gerekiyor. Geriye küresel piyasalarda risk iştahının yeniden açılması kalıyor. Bu da bizim elimizde olan bir şey değil. Yani Avrupa’da salgının biraz düşüşe geçtiğini görüyoruz. ABD’de de önümüzdeki haftalarda olacağı beklentisi var. İşsizlik konusunda da en kötüsü şu anda yaşanıyor gözüküyor. Bunların neticesinde oradaki piyasalarda rahatlama olursa Türkiye’ye olumlu yansıyabilir. Bu tip şeyler bize en fazla birkaç ay kazandırır. Örneğin çok ciddi bir kaybı turizm sektöründe yaşayacağız. 20-30 milyar dolarlık kayıp bekleniyor.

“EN İYİMSER TAHMİNLE -ALTINI ÇİZEREK SÖYLÜYORUM- BİR YIL DAHA DAYANABİLİRİZ”

Dövize bağımlı bir ekonomi olarak Türkiye şimdi döviz arayışında. Amerikan Merkez Bankası ya da başkaca ülke merkez bankaları üzerinden döviz girişi sağlamaya çalışmak da bağımlılık ilişkisini artıran bir unsur. Gelinen noktada ya bağımlılık artacak ya da kriz içinde yüzmeye devam mı edeceğiz? Ekonomik anlamda bir çıkmaz durumunda mıyız?
2018 yılında böyle olacağını söylemiştim. ‘Yani Türkiye krizden çıkmayacak, çıkar gibi olacak. Çıkabilmek için de dışarıdan daha çok borç alacak. Bu sefer özel sektör değil de Merkez Bankası borçlanacak, swaplar Merkez Bankasının borçlanması oluyor’ demiştim. Bunların neredeyse hepsi bitti. 2018’deki gibi 1-2 yıl daha böyle sürdürülebilir demiyorum. En iyimser tahminle -altını çizerek söylüyorum- bir yıl daha dayanabiliriz. Ama kötümser tahminle korkunç senaryo 1 ayda başlar. En geç bir yıla -o kadar dayanma ihtimalini çok az görüyorum- 2001, 2009 ve 2018 krizlerinin belki de toplamından büyük bir patlama maalesef yaşanacak.

Biraz daha açarsak…
Türkiye finansal bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Küresel finansal krizin ardından dünyadaki parasal genişlemeyi kısa vadeli amaçlar için kullanan Türkiye’nin -2010’dan sonrasından bahsediyorum- aslında finans kapitalin tuzağına düştüğünü biliyorduk. 2015-2016’dan sonra buradan çıkış yoktu. Sadece daha erken bir hamle ile bu oyunu görseydi ve çıkmaya çalışsaydı hasarı daha küçük olurdu.

Ancak Türkiye birilerinin beka meselesi nedeniyle elde ne varsa sattı, daha da borçlandı ve neticesinde cumhuriyet tarihinin en büyük buhranı için uygun ortamı hazırlamış oldu. 2018 yılında bunun ilk perdesine girdik. 2020’de de ikinci perdesine geçiyoruz. Muhtemelen bunun üçüncü perdesi de olacak. Çok uzun bir süreçtir bu.

2001 ve 2008 krizleri ile de bir kıyaslama yapmak durumundayım. Bu ikisinin toplamından daha büyük kriz olacak. Şu an Türkiye’de o dönemde ne dış borçluluk ne de hane halkının borçluluğu, özel şirketlerinin borcu bu derece değildi. Artık herkes borçlu. Türkiye’nin genç ve dinamik nesli var ezberi de artık geçerliliğini yitirmiş durumda. Türkiye’nin genç ve eğitimsiz bir nesli var. Bunun düzeltilmesi de hiç kolay değil. Türkiye gelişmekte olan ülkeler için uygun ortam varken bunu kullanmamış oldu. Vatandaş borçlu, 2001 krizindeki gibi Anadolu ile olan toprak bağını yitirmiş, oradan alabileceği erzak bağını yitirmiş, işsizlik zaten krizin ikinci perdesine girdiğimiz dönemde resmi rakamlara göre yüzde 13 düzeyindeydi. Zaten harap olmuş bir halde girmiş olduk. Şimdi artık son büyük darbeyi acı bir şekilde bekler vaziyetteyiz.

2001 VE 2008 KRİZLERİNDE İŞSİZLİK VE BÜYÜME NE OLMUŞTU?

Ekonomik kriz nedeniyle yüzde 9,5’lik rekor bir ekonomik küçülme yaşanan 2001 yılında yüzde 10,6’ya yükselen işsizlik oranı, yüzde 6,5’i bulduğu tahmin edilen büyümeye rağmen 2002 yılında da artmaya devam etmiş ve yüzde 11.4’e yükselmişti. İşsizlik kentlerde yüzde 14,9’a ulaşmıştı. TÜİK verilerine göre 2008 yılında yüzde 11 olan işsizlik küresel ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında 3 puan artarak yüzde 14’e ulaşmıştı. Türkiye ekonomisinin 2009 yılında yüzde 4,7 daraldığı açıklanmıştı.

İŞSİZLİK BUGÜN 2001 VE 2008’DEN YÜKSEK

Türkiye’de resmi verilere göre bugün ise işsizlik oranı yüzde 13,8! IMF’nin iyimser bulunan tahminine göre 2020 yılı ekonomik daralma ise yüzde 5’i bulacak.

SWAP NEDİR?

Finansal piyasalardaki takas işlemlerini tanımlamak için kullanılan ’swap’ iki tarafın bir varlık veya yükümlülüğe bağlı olan nakit akışını aralarında değiştirmelerine deniyor. Taraflar swap işlemleriyle faiz oranları ve döviz kurlarındaki değişimler nedeniyle ortaya çıkan riskleri en aza indirmeyi hedefliyor.

ÖNCEKİ HABER

"Lüleburgaz Deresi temizlendi" haberleri üzerine “O fabrikalar araştırılsın” çağrısı

SONRAKİ HABER

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca: "Kontrollü sosyal hayat" tarzına geçiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa