19 Eylül 2018 23:50

Soçi Anlaşması: Zaman kazanıldı ama...

Siyaset Bilimci Sezin Öney, Soçi Anlaşması’nın öngördükleri gerçekleşirse Rusya ve Türkiye'nin iş birliğininin nereye ulaşabileceğini yazdı.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Sezin ÖNEY *

Soçi Anlaşması’nın öngördükleri gerçekleşirse, Türkiye ve Rusya’nın askerî iş birliği “silâh arkadaşlığı” gibi görülmemiş bir boyuta taşınacak. Veya taraflar kendi kartlarını oynamak için sadece zaman kazanmış olacaklar.

Rusya ile önce aralar, İdlib üzerinden Devlet Başkanı Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir laf atışmasıyla Tahran zirvesinde bir gerilip “limonileşti”. Sonra da ortaya, gene İdlib üzerinden,  iki ülke arasındaki askeri iş birliğini tarihte eşine rastlanmadık bir ortak çalışma pratiğine taşıyabilecek “Soçi Anlaşması” çıktı.

Eğer Soçi Anlaşması’nın öngördükleri gerçekleşirse, Türkiye ve Rusya’nın son yıllarda bazı tatbikatlar ve küçük/orta ölçekli askeri operasyonlarla pratiğe döktükleri iş birliğinde büyük bir somut adım atılmış olacak. Zira, İdlib’de 15 Ekim 2018’e kadar “silahsızlandırılması” öngörülen bölgede, Rusya ve Türkiye ordularının askerleri beraber güvenliği sağlıyor olacak.

Soçi Anlaşması’nın sadece ana hatları belli; ama silahsızlandırılmış bölgede Rusya ve Türkiye ordusunun beraber devriye gezeceği, anlaşmanın açıklanan ana hatlarından. Zaten anlaşmanın öngördüğü plan uygulanabilirse, böylesi bir ortak devriye görevi yapılması da kaçınılmaz.

Eğer bu anlaşma yürümezse (Ki bu ihtimal olası risk faktörleri düşünüldüğünde daha olası gözüküyor); evet, Rusya da Türkiye de, kendi hedefleri ve çıkarları açısından zaman kazanmış olacak. Dolayısıyla, ilk bakışta “kaybeden” yok; iki taraf açısından da kısa vadede “zaman kazanmak” gibi şu an için altın değerinde bir durum söz konusu.

Uzun vadede ise (Ki “uzun vade” ile kastettiğimiz şu an için sadece- Soçi Anlaşması’nın öngördüğü “15 Ekim’e kadar” olan zaman çerçevesinden sonraki dönem), Türkiye ile Rusya’nın askerî ortaklıklarında önemli bir sınava tanık olacağız. Rusya’nın S-400 füze savunma sisteminin Türkiye tarafından satın alınması ve ortaklaşa biçimde Suriye’de sınırlı çapta hava operasyonu ya da Karadeniz’de donanmaların ortak tatbikat düzenlemesi ötesinde, ciddi bir iş birliği sınavı yaşanacak.

‘HAYALLER VE GERÇEKLER’

Bu iş birliği yürür veya yürümez; “Hayaller ve gerçekler”in birbiriyle imtihanı bir yana, Türkiye olarak bizim için şu an asıl önemli olan şu: Türkiye’nin üstlendiği “İdlib’in silahsızlandırılmasının garantörlüğü rolü”, elbette ki çok riskli bir misyon.

Şimdiden, İdlib’deki terör örgütü el Kaide ile bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) başını çektiği radikal İslamcı silahlı gruplar arasında, “Türkiye’nin Bosna Savaşı’nda Birleşmiş Milletlerin üstlendiği tarzda bir garantörlük rolü üstlendiği” ve bunun da “Müslümanların aleyhine sonuçlar doğuracağı ve Türkiye’nin silahsızlananları koruyamayacağı” tarzında bir propaganda kampanyası başlamış gözüküyor. Önümüzdeki süreçte, Türkiye iç ve sınır güvenliğine yönelik olarak, bu tip radikal İslamcı silahlı gruplardan tehditlerin gelebileceği açık. 18 Eylül 2018’de Hürriyet’te yer alan bir haber aynen şu birkaç satırdan oluşuyordu:

“HTŞ’den mesaj İdlib’de terör örgütü El Kaide ile bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam’dan (HTŞ) bir sözcü, halihazırda örgütün lağvedilmesi ve Türkiye destekli bir gruba katılmasını konuşma zamanı olmadığını söyledi.

Sözcü, HTŞ’nin yabancı savaşçıları için de bir formül bulunması gerektiğini belirtti. Örgütün sorumlularından Imad Eddin Mujahed, Halihazırda, hiçbir şey savaşın sesinden güçlü değil. Dengeleri altüst etmek ve saldırganı bertaraf etmek için birçok askeri sürprizimiz var’ diye konuştu. İdlib’de 60 bin civarında savaşçı olduğu sanılıyor. İdlib’in üçte ikisini kontrol eden HTŞ’nin 20 bin civarında silahlı üyesi olduğu tahmin ediliyor.”

 Türkiye, zaten geçen seneden beri İdlib’e askerî yığınak yapıyordu: İdlib’e yapılan “askerî yatırım”da, sadece Özgür Suriye Ordusu üzerinden değil, bilfiil TSK’nin düzenli ordusunun bölgeye konuşlanması yoluyla gerçekleşiyordu. Bugün, Türkiye’nin İdlib’de yaklaşık 12 askeri gözlem noktası var. Buradaki askeri ve siyasi varlığını köklendirebilmesi için, HTŞ’nin ve bu tip “başına buyruk” radikal  İslamcı silahlı gruplarının Ankara için de bir engel teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

Eylül başında Hürriyet’te yayımlanan, Uğur Ergan imzalı habere göre, 31 Ağustos 2018 tarihli Resmi Gazete’de şu yasal değişiklik yer almıştı: ‘DEAŞ ve El Kaide bağlantılı tüzel kişi, kuruluş ve organizasyonlar’ başlıklı maddenin ‘‘C’ fıkrasındaki El Nusra Cephesi’nin ismi güncellendi ve Türkiye böylece HTŞ’yi daha önce kara listeye aldığı El Nusra’nın güncel hali olarak kabul etti. Yani, bu şekilde HTŞ, Ankara tarafından resmen “terör örgütü” olarak tanımlanmış oldu.

Şimdi, Türkiye’nin elinde kısa da olsa bir zaman var: HTŞ ve türevlerini bir şekilde “elimine” edecek. Bu elimine edişin ne kadarı askerî operasyonlarla olabilir, ne kadarı sahada “diplomasi” yoluyla?

Ateşle oynamak tam da böyle bir şey olsa gerek...

Dediğimiz gibi, Türkiye’nin Soçi Anlaşması ile kazandıkları, kendi çıkarlarına uygun gördüğü politikaları şekillendirebilmek için zaman ve olası bir yeni mülteci krizinin (şimdilik) atlatılması. Rusya’nın kazandığı ise, Suriye Savaşı sürecini, kendi askerî ve politik hedeflerine göre şekillendirebilmek için zaman oldu.

Rusya’nın zamana neden ihtiyacı olsun?

Bizim Türkiye’de fazla gündemimize girmese de, Kremlin’in iç ve dış işleri gündemi yoğun ve baskılı: İngiltere’de eski bir Rus İstihbarat Ajanı olan Sergey Skripal’in sinir gazıyla zehirlenmesinin Avrupa’da yarattığı tepkiler sürüyor. Öte yandan, Moskova’nın Amerika Birleşik Devletlerinde başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddialarının hukuksal boyutunun büyüdükçe büyümesi de, Donald Trump yönetimi ile açılımı engellediği gibi, ABD-Rusya ilişkilerini Obama döneminden daha da kırılgan ve gergin hale getirdi. Dahası, özellikle “Skripal Vakası”na ilişkin bazı detaylar (aşırı amatör operasyon tarzı gibi), Rusya’da istihbarat birimleri ve Kremlin’deki ya da çevresindeki bazı güç odaklarının, Devlet Başkanı Vladimir Putin’den “özerk” hareket ettikleri gibi tezlerin ortaya atılmasına bile neden oldu. Dolayısıyla da, Rusya’nın Batı ülkelerinin iç işlerine müdahale ederken aslında kendi içişlerinde kriz yaşamakta olduğu; dışarıya güçlü gözükürken aslında kendi  içinde iktidar sorunları yaşadığı izlenimi de doğmaya başladı.

Ve bütün bunlar ötesinde, Rusya’da 2015’ten beri yapılan güvenilir kamuoyu araştırmaları, ülke kamuoyunun Suriye Savaşı’na  taraf olmaya sıcak bakmadığını ortaya koyuyor. Diğer bir deyişle, Suriye Savaşı konusu, Rusya’da kamuoyunda hiçbir zaman “popüler” olmadı. Tersine, ekonomik ve bunun ötesinde siyasi olarak da, “Ne işimiz var orada” düşüncesi hâkim. Örneğin, bağımsız Rus araştırma kuruluşu Levada’nın Ocak 2018 tarihli bir çalışması, Rusya kamuoyunun  yaklaşık sadece yüzde 27’sinin Suriye Savaşı’na müdahil olmayı “olumlu bulduğunu” ortaya koyuyordu.

Vurguladığımız gibi, Soçi Anlaşması ile Türkiye de Rusya da zaman kazanmış oldu. Peki, sırada ne var? Her şeyden önce, Türkiye için “Görevimiz Tehlike” misyonu ve Suriye Savaşına yönelik Ankara’da yedi yılda uygulanan politikalarla yüzleşme diyebiliriz.

* Siyaset Bilimci

ÖNCEKİ HABER

CHP'li Erkek: Brunson 12 Ekim'de tahliye edilebilir

SONRAKİ HABER

‘Büyük Hitit Ailesi’ Üniversitesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...