24 Ağustos 2018 23:13

Bu dünyadan bir Apocan geçti

"Bazı insanlar vardır, “teyze”, “dayı” dersin yeterli gelmez. “Can” dersin “ciğer” dersin ki tamamlanmış olsun! Büyük küçük herkesin Apocan’ıydı o."

Fotoğraf: Necati Ekrem arşivi

Paylaş

Mukadder Ekrem Anadolu*

Bazı insanlar vardır, “teyze”, “dayı” dersin yeterli gelmez bu hitap. “Can” dersin “ciğer” dersin ki tamamlanmış olsun! Onun adı da Apocan’dı. Büyük küçük herkesin Apocan’ıydı o.

Necati Ekrem’i 22 Haziran 2018 günü kaybettiğimizde 54 yaşında, emekliğini tamamlayalı on yıl kadar olmuş, ancak iş hayatından henüz kopmamıştı. Yıllarca şantiye tozu yutarak, kimi zaman yüksek gerilim riski altında çalışarak emekliliğe hak kazanmıştı.

Ona “Apo” ismini ne tesadüftür ki yine bir haziran gününde, erken yaşta kaybettiğimiz kuzeni-yoldaşı Haşim Ekrem vermişti. Haşim, yaşamın baharında hastalığın pençesine düşmüş, bir türlü konulamayan teşhis nedeniyle beynini kemirmeye başlayan ur geç fark edilmiş, başkent hastanelerinde çare ararken herkes gibi Apo da seferber olmuştu. Ancak işi nedeniyle her zaman hastanede kalamıyordu. Bu nedenle Haşim, isteklerini Apo’ya yeğeni Ergün vasıtasıyla iletiyor, böylece yeğeni tarafından kalıcı hale getiriliyordu bu isim.

EN KARANLIK GÜNLERDE BİLE...

Bir yoldaşı onu şu sözlerle uğurluyor; “Seni, yüzünden eksik etmediğin gülümseyişini, konuşkanlığını, ne olursa olsun bir şeyler bulup bulunduğun ortamda neşeli sohbetler yapmayı bilmeni, 12 Eylül’ün karanlık günlerinde halkına ve yoldaşlarına bağlılığını; en zor günlerde mücadele alanını terk etmeyip yoldaşlarına, partine sahip çıkışını, hiç unutmayacağım; unutturmayacağız.”

Gençlik yıllarında halkın kurtuluşu için mücadele etti. 12 Eylül’ün karanlık günleri gelip çattığında Yapı Sanat okulunda öğrenciydi. Maraş mezalimini protesto gösterisinde gözaltına alındı. İşkence gördü, hapislerde tutuldu. Ancak inancından asla vazgeçmedi. Bir yoldaşı şöyle anlatıyor; “Necati’yi 78 yılında tanıdım, çok paylaşımcı, pozitif bir insandı. Arkadaşım, yoldaşım, musahibim oldu. 80’li yıllarda birlikte mücadele verdik. 10 ay Pertek Cezaevi’nde kaldı. Sonra yine köyüne dönüp mücadelesine devam etti.”

HER TUĞLADA ALIN TERİ

83’te gittiği askerlikten tutuklu olarak dönmüştü ve iki erin gözetiminde doğrudan cezaevine gönderildi. Hapisten çıktıktan sonra işsiz kaldı bir süre. Sonra, askerde tanıştığı arkadaşı vasıtasıyla Çorum’a gitti ve bir yıl çalıştıktan sonra memlekete gelip akrabası İpek Ekrem ile evlendi. Yedi kardeşin en küçüğüydü. Kalabalık ailede ekonomik sorunlar baş göstermişti. Bir sabah, eşi, henüz birkaç aylık olan oğlu ve elinde bir çamaşır sepetiyle kayınvalidesinin kapısını çaldı. Mahcup bir sesle “Ana” dedi, “Gelip alacağım.”

Söz verdiği gibi birkaç gün içinde geri geldi, ailesini alarak Elazığ’a göç etti. Eşi İpek anlatıyor; “Elazığ’da ahırdan bozma bir eve yerleştik. Çorum’dan arkadaşı iş ayarlamıştı kendisine, gitti. Yeğenim Ergün’ü yanıma getirdim, O’nun yokluğunda bize destek olsun diye. Şartlar kötüydü, o zamanlar. Askerden bir arkadaşı mektup postalamış Necati’ye, imza olarak da ‘beyaz güvercin’ yazmış. Bu mektup nasıl olmuşsa polisin eline geçmiş. ‘Örgüt talimatı’ içeriyor diye evimize baskın düzenlediler. Ancak, eve gelen polis amirinin ilk tepkisi ‘bu nasıl bir örgüt ki size böyle bir ev kiralamış, örgütün parası yok mu, burada yaşanmaz’ oldu. Beni alıp bir iki saat karakolda tuttular, ancak evin durumuna bakıp örgüt işi olmadığına kanaat getirmiş olmalılar ki getirip yeniden eve bıraktılar. Bir süre sonra göçümüzü alıp Kırklareli’ne gittik. Oradaki işi bitince Bursa’ya, oradan da Ankara’ya geldik ve artık çocuklarla Ankara’da kaldık. Sonra ben işe girdim. Apo ise köşe bucak gezerek çalışmaya devam etti.”

Demirbüküm işçiliğiyle başladığı işinde şantiye sorumlusu olmuştu. İşi nedeniyle memleketin her karış toprağını gezdi. Yeni kurulan fabrika, silo, hastane ve okulun tuğlasında onun alın teri vardır. Sanayileşme onunla ilerlemiştir adeta! Eşi İpek, “Türkiye’nin iki ili hariç her yerinde çalıştı” diyor. İş cinayetlerinin çokça yaşandığı bir sektör olmasına rağmen ‘şefliğini’ yaptığı inşaatlarda kayıp vermeden işini sorumlulukla yerine getirdi. İskenderun Demir Çelik Fabrikası haddehanesinin yapımında çalıştığı dönem uzun süre konakladığı dönem olmuştu. 2017’de yeniden faaliyete kavuşturulan Sivas Çimento Fabrikası son çalıştığı yerlerdendi.

‘DİNMEYEN GÜLÜŞÜN KALDI KULAKLARIMIZDA’

Zor günlerin de yoldaşı oldu Apocan. Ne zaman umutsuzluğa düşsek, neşesiyle yaşama sevinci katar, olup bitenlere materyalist bir bakış açısıyla bakmamızı sağlardı.

Yeğeni Ergün, onu şu sözlerle anlatıyor; “Çocuk sayılacak yaşlarda düştün, düşlerinde kuracağın yaşam biçiminin sahipleri işçilerin arasına. Kâh bir fabrika yapımında, kâh bir trafo yapımında, kâh bir silo yapımında, kâh bir yol yapımında. O şehir bu şehir...

Seni hatırlamaya çalışıyorum, o kadar büyük anıların olan hayatında bu kadar küçük olan anılarımla. Seni yazmak, kelimelerle seni anlatmak nasıl zor bilemezsin. Yaşadığımız onca acılardan sonra, senin için yakılan ağıtların sesi kulaklarımda; ‘Buna dayanamam...’

Biliyorum hiçbir yara tam sağalmaz, sadece bize gerektiği kadar düzelir. Gördüm ki dayanıyoruz, kâh kimsenin dokunamadığı kendiliğinden akan gözlerimizdeki gözyaşları ile kâh bir şarkıdaki sözün bizi alıp götürmesiyle, kâh boğazımıza düğümlenen hıçkırık ile dayanıyoruz…

Nasıl hatırlıyorum biliyor musun? Kalbinin büyüklüğü ile, pes etmez iradenle, egolarından, kibirden arınmış kişiliğinle… Hayretle dinlerdim, kışın ortasında senden daha cüsseli arkadaşını yardım için nasıl sırtında taşıdığını, hastalıklarına çare bulmak için geldikleri Ankara’da insanları günlerce evinde konuk ettiğini ve bunun için en ufak bir siteminin olmayışını… Onlarca insanı okuttuğunu, birleştirdiğini, sahip çıktığını…

Nerden bilecektik, bir haziran günü, o büyük kalbinin yaşama yenik düşeceğini. Şimdi sen gittin ya kulaklarımızda dinmeyen gülüşün kaldı.”

KALBİMİZE SAKLADIK SENİ

Onu, doğup büyüdüğü Dersim’in Kacarlar köyünde toprağa verdiğimizde, yitirmenin derin çaresizliğini yaşadık yeniden ve anladık ki hepimizin yaşamına birer birer dokunmuştu, Apo’muz, can’ımız olmuş; dayanağımız, yaşama sevincimiz olmuştu. Onun çuhaya sarılı tabutu harmana konulduğunda büyük küçük herkesin etrafında yumak olması bundandı. Bir yeğeni şu ağıdı yakıyordu; “Bu harmanı gençlerimizin düğünlerini yapalım diye yaptık ama ölülerimizi kaldırır olduk. Apocan sen de mi gidecektin böyle?​”

Doğup büyüdüğü köyündeydi artık. 99 Kasımında hain bir pusuda kaybettiğimiz çok sevdiği kuzeni yoldaşı Süleyman Ekrem’in, Haşim’in yanında son yolculuğuna çıkmıştı Apocan.

Yüreğimizde derin bir iz bırakarak. Yitirdiğimiz diğer canlar gibi... Anısı önünde saygı ve sevgiyle eğiliyoruz. Seni kalbimize sakladık!

(*) Yeğeni

ÖNCEKİ HABER

Orta Hitit’in bilinmeyenlerine yolculuk: Eskiyapar Höyük

SONRAKİ HABER

Kapıları yüzümüze kapatanlara artık inancım kalmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...