06 Mayıs 2018 22:42

Marksizm Sempozyumu üzerine kenar notları

Nuray Sancar, 4-6 Mayıs tarihleri arasında Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen Marksizm Sempozyumu'ndan izlenimlerini yazdı.

Fotoğraflar: Evrensel

Paylaş

Nuray SANCAR

Yüzlerce akademisyenin KHK’lerle işten atıldığı, yerlerine iltimaslı kadroların doldurulduğu, üniversitelerin parçalarına bölünmeye çalışıldığı bir ortam aynı zamanda bilimsel araştırmanın temel ilkelerinin de yerle bir edilmesini kolaylaştırıyor. Akademi hiç bu kadar büyük bir bozguna uğramamıştı. Bu yüzden, üç gün süren Marksizm Sempozyumunun bütün oturumlarının, salon kapasitesini zorlayarak gerçekleşmesi, ardı ardına gelen sindirme operasyonlarına rağmen akademide hâlâ dinamik ve canlı bir özün ayakta kalmaya devam ettiğini gösteriyor. Hem sunum yapanların hem de izleyicilerin ağırlığı genç akademisyenlerden oluştu. Bu, rasyonel düşünce araçlarının yani kavramların post modern, muhafazakar veya dinsel kuşatma altında olduğu, bilgi nesnesinin parçalarının onun bütünlüğünden daha önemli hale geldiği bir iklime inat, bilme ve araştırma yöntemi olarak Marksizm’in gençler tarafından önemsendiğinin işareti.

Sempozyumda tarihsel ve güncel pek çok konu işlendi. Yine de bunları birkaç ana başlıkta sınıflandırmak mümkün: Sınıf ve emek araştırmaları, Marksizm’in teorik içeriği üzerine literatür okumaları, kent-çevre-ekoloji-kültür-kadın sorunu vb. gibi özel alanlara yönelik Marksist projeksiyon ve nihayet güncel siyasal gelişmelerin Marksist bir bakış açısıyla yorumlanması.

İkinci ve üçüncü gün çift salonda süren, aynı saatte başlayan oturumlar izleyicilere seçme şansı sunarken tercih sıkıntısına da sokmadı değil. Sempozyumla ilgili izlenimleri şöyle özetlemek mümkün:  

‘ÇEŞİT ÇEŞİT MARKSİZMLER VAR’

Birincisi; Birkaç on yıldır Marksizm adına yapılan çalışmaların genç kuşak açısından popüler bir referans kaynağı haline gelmesi, teoriyi güncelleştirme ya da günceli teoriyle açıklama sürecinde Marx’ın orijinal görüşlerinin yer yer sıkıntılı bir kolaj içinde erimesine neden olabiliyor. Bunun karşılığında elde kalan ise, kavramların amorflaşması. Bu düşünce araçlarıyla yol almak ise oldukça zahmetli. Bu yüzden çeşit çeşit Marksizmler var gibi görünüyor.

İkincisi; Marksizme sadık, ama onun kaba ve indirgemeci yorumlarına karşı Marx’ı yeni bir okumaya tabi tutan teorisyenlerin yanlış okunmasının da kabalaştırıcı başka sonuçları var. Bir nesnenin diğer nesnelerle girdiği ilişkilerin veya olgunun oluşum “süreçleri”nin neredeyse fetişleştirilmesi, öyle murat edilmese bile olgunun ve nesnenin kendisini buharlaştırma sonucunu veriyor. Bu metafizikten ya da kaba materyalizmden kaçarken olgunun/nesnenin göreceli ve hatta öznel tanımlara açık olması anlamına geliyor. Nesnenin ilişkilerinin her şey olduğu, ama kendisinin önemsizleştiği bir teorik kalkış noktasının araştırmacıyı dolaylı olarak getireceği yer: yeni tür bir bilinemezcilik.

Üçüncüsü; Akademik birikim ağırlıklı olarak “Marksistler”in ya da öyle kabul edilen, çoğu çeviri literatür okumasına dayanıyor. Bu Türkiye’ye özgü bütünlüklü ve özgün bir Marksizm’in oluşturulması gayretleriyle henüz aşılmış bir durum değil. İlgi gösterilen alanla ilgili araştırma ve düşünme süreci çoğu kez gölge altında. Örneğin devlet teorisinde Poulantzas, kent sorununda Lefebvre, iktidar yapıları hakkında Foucault esaslı yorumlama süreci, odaklanılan araştırma ya da bilgi nesnesinin diyalektik kavranışını zorlaştırıyor.

Dördüncüsü; Marx’ın teorisi ister istemez siyasal sonuçlar verir. Bugünkü tablo akademideki teori ile Marksist siyaset arasındaki ilişkinin bir hayli örselenmiş olduğunu gösteriyor. Emek ve işçi çalışmaları ile ilgili sunumların betimleyici bir düzeyde kalmasının bir nedeni bu. Aslolan dünyayı değiştirmektir diyen Marx’ın izleyicilerinin sınıf mücadelesinin güncel veçhelerine, işçi sınıfının değiştirme potansiyeline özel bir dikkat göstermesi doğal olarak beklenir. Ama Leninist literatürdeki Proletarya Diktatörlüğü’nde pratik karşılığını bulan Marksist devlet ve iktidar teorisinin, akademiden değil siyasi alandan gelen üç konuşmacının (Aydın Çubukçu, Metin Çulhaoğlu ve Sungur Savran) katıldığı oturumda, sınıf-siyaset-devrim bağlamında gündeme gelmiş olması akademide teori ile siyasetin aralıklı duruşunun tersten bir göstergesi.

‘AKADEMİDE SINIF ÇALIŞMALARINA İLGİ ARTTI’

Beşincisi; Bütün bunlar tek başına akademinin sorunu değil. Akademiden talep eden bir işçi sınıfı hareketinin olmaması, kendinde bir sınıf olma tecrübesi içine girmiş bir proletaryanın yokluğu akademik düşünme süreçlerinin teorik zeminini önemli ölçüde etkiliyor. Durum buyken sorular sormak, sorulara yanıt aramak Marksist akademisyenin kişisel becerisi, ilgisi ve entelektüel birikiminin insafına kalıyor. Buna rağmen akademide sınıf çalışmalarına yönelik ilginin artmış olması artılar arasında.

Son olarak; Her yıl yapılan Karaburun Bilim Kongresi’nin akademik birikime kattığı zenginlik önemlidir. Marx’ın 200. doğum gününde İstanbul’da yapılan sempozyumun bu birikimden de yararlandığının altını çizmekte yarar var. Böyle tartışma platformlarının değişik biçimlerde tekrarlanması, Marksist akademisyenlerin bir araya gelip görüş alışverişinde bulunacakları, yalnız olmadıklarını deneyimleyecekleri ortamları yaratmaları önemli ve gerekli görünüyor.

ÖNCEKİ HABER

Marksizm Sempozyumu sona erdi

SONRAKİ HABER

Maden patronları, hasta ettikleri işçilere 400 milyon dolar ödeyecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa