NATO 62 yıldır öldürüyor
4 Nisan 1949’da kurulan NATO, 62 yıl içerisinde sadece Sovyetler Birliği’ne karşı değil, aynı zamanda üye ülkeler içinde muhalif güçlere yönelik birçok strateji geliştirdi. Gladio gibi örgütler bu hedef doğrultusunda kuruldu.
YENİ STRATEJİ
Kaddafi rejiminin kendi halkına yönelik insanlık dışı uygulamalarını bahane eden, başta ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni devreye sokarak hava saldırısını başlattı. Sonra, NATO’ya devredildi Libya’ya bomba yağdırma görevi.
NATO’DAN DOST OLMAZ!
Libya’da hava saldırısı görevini devralan NATO’nun ‘ses getiren’ ilk eylemi, 13 sivili ‘yanlışlıkla’ vurmak oldu. Libya’daki muhaliflerin sözcüsü, NATO’nun hava saldırısında 13 muhalifin ‘yanlışlıkla’ öldürüldüğünü bildirdi. Yedi kişi ise yaralandı.
Muhaliflerin ölmesini “talihsiz bir kaza” olarak niteleyen sözcü, NATO saldırısının, muhaliflerin petrol kenti Brega’yı ele geçirmeye hazırlandığı sırada düzenlendiğini belirtti.
NATO’dan ise haberin araştırıldığı bildirildi. (DIŞ HABERLER)
NATO’NUN SUÇ TARİHİ
4 Nisan 1949’da Sovyet halklarının ve onların devrimci önderlerinin mücadelesiyle sarsılan dünya sermayesi bir araya gelmişti. Sermayenin Sovyetler Birliği’ne karşı en büyük silahı Adolf Hitler yönetimindeki faşist Almanya ordusuydu. Fakat Stalin liderliğindeki SSCB faşizme geçit vermemişti.
Sermaye iktidarının yıkılmasından en çok endişe edenlerin başında doğal olarak Cezayir halkını yıllarca açlık ve hastalıkla boğuşturan Fransa, Hindistan ve daha birçok yeri sömüren İngiltere, Latin halklarını katleden ABD’nin başını çektiği büyük sermaye sahibi emperyalist ülkeler geliyordu.
Halkların özgürleşme mücadelesi önünde yeni engeller çıkarılmalıydı. Hem Sovyetler Birliği yıkılmalı, hem de Avrupa ülkelerindeki halk mücadeleleri bitirilmeliydi. Tam da bu amaçla 10 Avrupa ülkesi, ABD ve Kanada temsilcileri 4 Nisan 1949’da kafa kafaya verip Kuzey Atlantik İttifak Örgütü, yani NATO’yu kurdular.
10 Avrupa ülkesinin bir araya getirilmesi ve Washington Antlaşması ile kurulan NATO, bir kolektif “savunma” örgütü olarak bilinse de asıl amacı, emperyalist ve kapitalist ülkelerin dünyada komünizmin yayılmasını engellemek, dünyanın kendi çıkarları çerçevesinde organize edilmesini sağlamaktı. Marshall planı ile kapitalizmin dünyaya yayılmasının ekonomik ayağı Avrupa’nın yeniden yapılandırılması ve sosyalizme karşı alınacak önlemleri içeriyordu. NATO’nun etkinliği dış güvenlik ile sınırlı kalmamıştır. 1950’li yıllarda İtalya’dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli olarak özel harp daireleri kurulmuştur. Gladyo adı ile anılan bu birimler ülkelerdeki devrimci, sol hareketler başta olmak üzere kurulmuş bir örgütlenmedir. Bu birimler aynı zamanda derin devlet kavramının ortaya çıkmasında büyük bir rol oynamıştır. NATO, soğuk savaş sonrası Gladyo kurumlarının dağıtıldığını iddia etse de bu birimler ülkelerdeki etkiliklerini sürdürmektedir. NATO’nun kuruluşuna karşı, Sovyetler Birliği ve doğu bloğu ülkeleri kendi savunma antlaşmalarını yapmışlar ve soğuk savaşın yol açtığı kutuplaşma iyice belirginleşmiştir. Varşova Paktı olarak bilinen bu antlaşma, 1955’den 1991’e kadar varlığını sürdürmüştür.
NATO’nun Türkiye’yle ilişkisi Marshall planıyla gerçekleşmiştir. Ülkelere, ABD kaynaklı bu ekonomik yardım paketi dağıtılacaktı. Bu 16 ülkenin arasında Türkiye’de vardı.
Bu plan uyarınca, ABD’den ekonomik kalkınma yardımı alınmıştır. Fakat bu ekonomik kalkınma paketi Avrupa’nın yeniden yapılandırılması değil, ABD’nin kendi güvenlik ve savunma politikasına hizmet etmiştir.
1954’te imzalanan ‘NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi’yle, Türkiye toprakları ABD’nin emirlerine resmi olarak açılmış oldu. Ülkede hala faal olan askeri üsler ABD’nin denetimindedir. NATO aracılığıyla kurdurduğu kontrgerilla örgütlenmeleri sayesinde ABD, Türkiye’de atını oynatmaktadır. Halka yönelik gizli baskılar da devam etmektedir. II. Paylaşım Savaşı’nın ardından NATO, Amerika’nın dünya konjonktüründe etkinlik kazanmasıyla birlikte, gelişen sosyalizme karşı daha organize bir duruş sergilemiştir.
Özellikle SSCB ile bir ivme kazanan sosyalist ve halkçı devrimlerin önünün kesilmesi, sosyo-ekonomik anlamda dünyanın bir bölümünü elinde bulunduran Batı güçlerinin, bunu askeri güçleriyle de perçinlemesi gerekiyordu. İşte bu aşamada kurulan NATO, kapitalistlerin kendi çıkarlarına dönük sözde demokrasi, özgürlük söylemleriyle süslediği, dünyanın her köşesindeki hammadde kaynaklarını ele geçirebilmek adına kullandığı askeri gücüdür.
KORE SAVAŞI
Anlaşmaya göre bir ülkeye yapılan bir askeri müdahale, hepsine yapılmış sayılacak; ABD, Avrupa’da nükleer silah bulundurabilecek ve bu şekilde dünya barışı sağlanacaktı. Bir yıl sonra 3 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanacak olan Kore Savaşı patlak vermişti. Sermayenin iktidarda olduğu ve bu ‘kardeşliğe’ katılmak isteyen Türkiye bir fırsat yakalamış, ABD’ye şirin gözükmek için 1950’de binlerce askerle savaşa katıldı. Savaşta büyük etkisi olan Türkiye, savaştan sonra ABD Dışişleri Bakanı Foster Julles’in; “Türk askerinin bize maliyeti çok ucuz. 23 cent’e mal oluyor.” sözleriyle onurlandırılarak NATO’ya üyelik süreci başlatıldı. 1952’de örgüt biraz daha genişlemiş, yıllarca kendi halklarını birbirlerine karşı düşman etmeye çalışan iki burjuvazi hakimiyetindeki devlet olan Yunanistan ve Türkiye, halk mücadelelerine karşı sermayedarların düzeninin yıkılmasını önlemek adına NATO’ya dahil oldular.
AFGANİSTAN’DA SİVİL ÖLÜMLERİ
NATO’nun savunma örgütü değil, saldırı örgütü olduğunu kanıtlayan en önemli argüman Marc W. Herold’ın verileridir. O’na göre Sadece Afganistan’da Amerikan bombaları sonucunda en az 3,700 ve belki de 5,000’e yakın sivil öldü. Herold’un çalışması hava saldırısından dolayı erişimleri kesilen hastane yolu, yiyecek veya elektrik eksikliği gibi dolaylı ölümleri kapsamıyor. Yaralandıktan sonra hayatını kaybeden bomba kurbanları da bu hesaplamanın dışında tutuldu.
Evrensel'i Takip Et