08 Ocak 2017 00:51

Bilgi ve inancın kısa tarihi

Ahmet Uhri: İçinde akıl olmayan bir olgudur iman veya inanç. Bu haliyle de aklın algılarıyla oluşturduğu bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Paylaş

Ahmet UHRİ

İki kavram, bilgi ve inanç, birbiriyle uzlaşmaz, uzlaştığındaysa ne bilgi bilgi olur ne de inanç inançtır artık. Bu iddialı söylemin tarihsel olarak açılımını yapmadan önce bilgi ve inanç kavramlarını açıklamak yerinde olacaktır. Baştan belirtmekte yarar var, buradaki açıklamalar sistematik bilgi ve sistematik inanç için geçerli olacaktır.

Önce bilgiden başlayalım. İnsanlığın toplumsal emeğiyle ortaya çıkardığı ve nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşünceyle yeniden üretimi bilginin en basit, gerçek ve algılanabilir tanımıdır. Elbette değişik felsefi akımlarda bilgi değişik şekillerde tanımlanabilir ancak bu tanımlar kendi içlerinde tutarlı olmakla birlikte bilgiyi tek yanlı olarak tanımlar. Hatta mantık, felsefe, psikoloji, antropoloji gibi değişik sosyal bilim dalları açısından daha da değişik tanımlar yapılabilir. Bu çalışmada tarihsel bir süreç içinde yaklaşık üç milyon yıllık insan evrimi çerçevesinde bilgiyi nesnel dünyayla ilgili ve fizik yasalar çerçevesinde tanımlanabilmiş olguların insan aklıyla algılanması ve bir diğer insan tekine aktarılması olarak tanımlayacağım. Bir diğer deyişle seküler hayatın içinde kalarak yapılan bir tanımla konuyu sınırlandıracağım. Ayrıca bilginin öğrenilmesi, aktarılması, her aktarımı ve alımlanmasında tekrar ve tekrar üretildiği gerçeğini gözönünde bulundurmak gerekliliğine de vurgu yapacağım. Bu çerçeve içinde kalmak kaydıyla inancın tanımını da yaparak her iki kavramı karşılaştırmak istiyorum.

Bu çalışma içinde inançla kast edilen esas olarak iman sözcüğüyle açıklanabilecek olgudur. Kısacası inanç bu çalışma içinde sekülarizmle hiç ilgisi olmayan, tamamen dinsel çerçeve içinde tanımlanacaktır. En yalın tanımıyla, insan usuna ne kadar aykırı olursa olsun tartışılamaz dogmalar imanın temelidir, bütün dinlerin baş koşuludur ve ne kadar saçma olursa olsun üzerine tartışma yapılamayacak hakikatler olarak görülürler. Emniyet, sadakat ya da güvenilirlik anlamına gelen ve izi Aramice’ye kadar sürülebilen ve Arapça if’al veznindeki amn sözcüğünden köken alan iman; amin, amen, emanet, emin gibi değişik kullanımlarıyla günlük dil içinde yer almaktadır. Batı dillerinde de aynı anlama gelen ve köken olarak yine güven, sadakat ve emniyetten köken alan İngilizce faith ve Almanca glaube gibi sözcüklerle sesletilmektedir.

İÇİNDE AKIL OLMAYAN BİR OLGUDUR İMAN VEYA İNANÇ

Sözcüğün, tarihsel köken olarak en eski Semitik dil olan Akkadca ve sonrasında Asurcada bulunmuyor olup sonrasında ortaya çıkacak ve Hıristiyanlığın ilk dili olan Aramice ve Yahudiliğin ilk dili olan İbranice’de kayıtsız ve şartsız, tartışılmaz ve kesin olarak inanmayı tanımlar biçimde ortaya çıkması son derece düşündürücüdür. Örnek verecek olursak, insan aklına ne kadar saçma gelse de Meryem’in tanrısal bir solukla İsa’ya hamile kalması ve dolayısıyla İsa’nın tanrının oğlu olduğuna inanmak veya Kur’an’da her yazılanın itirazsız olarak uygulanması ve inanılması ya da Musa’nın yanan çalıyla konuşması gibi akla uymayan ancak gönülle kabul edilen her olgu imanın temelini oluşturur. Kısacası akılla değil yürekle yani kalple iman ve dille ikrar imanın temelini oluşturur. Bu nedenle içinde akıl olmayan bir olgudur iman veya inanç. Bu haliyle de aklın algılarıyla oluşturduğu bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Tarihsel süreç içinde konuya yaklaştığımızda Mezopotamya, Mısır ve Eski Yunan’dan köken alan üç unsuru kronolojik olarak tanrı, bilgi ve inanç olarak sıralamak olasıdır. Bunların başında kökeni en eskiye giden tanrı kavramı gelir. Elbette burada tanrıyla anlatmak istediğim tek tanrı kavramı. Yoksa günümüzden on iki ya da on dört bin yıl önce Göbeklitepe ve benzeri Yukarı Mezopotamya kültürlerinde ortaya çıkan sonrasında Sümer, Asur, Babil, Eski Mısır ve Yunan’da görülen doğacı, panteist inançların tanrıları değil. Burada hemen belirtmeliyim ki Mısır’da ortaya çıkan ilk tek tanrı kavramı olan Aton’dan türeyen tanrı da sistematik olmadığı için konu dışıdır. Bununla birlikte bu ilk tek tanrı kavramını Mısır’da gören ve onu on emir ve benzeri kurallar bütünüyle sistematize eden Musa ile başlayan yeni inanç biçiminin icat ettiği tanrı ilk tek tanrıdır denilebilir. Dolayısıyla tek tanrıyı bir kurallar bütünü içinde sistematize eden, tanımlayan ve icat eden Yahudiliktir.

Sırada kronolojik olarak ikinci sırada yer alan ve Eski Yunanla tartışılmaz biçimde ilişkili olan bilgi kavramı var. Zira Yunan düşüncesiyle birlikte tarihte ilk kez akılcı düşüncenin, gerçek anlamda akılcı düşüncenin ortaya çıkışına tanık olunmaktadır. Bruno Snell, The Discovery of the Mind adlı yapıtında Yunan düşüncesinin insanlık tarihine en büyük katkısının “zihnin keşfedilişi” olduğunu söyler ki eserinin adında da zaten bu açık biçimde görülmektedir. Snell’in ifadesiyle Yunan’da akıl öncesi, efsanevi ya da mitik ve insan biçimci yani antropomorfik anlayışlarla; salt akılcı yani rasyonel bir dünya görüşü arasındaki ayrım ilk defa ortaya çıkmış ve insan düşüncesinin vazgeçilmez kazancı haline gelmiştir. Bu dünya görüşünün ortaya çıkmasına en büyük katkıyı da hiç şüphesiz Yunan felsefesi yapmıştır.

Burada aklınıza gelebilecek bazı noktaları açıklamak için konuya ara vererek, mit, antropomorfizm ve bilginin sistematizasyonu üzerinde duracağım. Aklınıza gelen ilk sorulardan biri Mezopotamya, Mısır ve Yunan’da tanrı ya da tanrılar yok muydu olabilir. Sorunun yanıtı açık, elbette var ama Yunan’da ve öncesinde, bugün anladığımız ve tanıdığımız anlamda bir iman kavramı yoktur. Tanrı ve tanrıçaların hepsi antropomorfik yani insan biçimli, kendilerine sunular yapıldığı sürece insanlarla iyi geçinen ve Musa’nın tek tanrısı gibi görünmeyen ama hissedilen ve dolayısıyla kalple iman edilen değil ete kemiğe bürünmüş tanrılardır. Bu tanrılarla yapılan da aslında doğayı, felsefe yapmayan ve bilgi üretmeyen halka anlatmak, doğada olan her şeyin nedenini mitik yani efsanevi biçimde açıklamaktan başka bir şey değildir. Bir diğer deyişle rüzgarı, gök gürültüsünü, yağmuru, doğanın klimatolojik döngüsü ve diğer her şeyi halka açıklamak için mitolojik varlıklar olan tanrılar ve onların tanrısal güçleri kullanılır.

BİLGİNİN SİSTEMATİZE HALE GELMESİ İLK KEZ ANTİK YUNAN’DA

Bunun yanı sıra aynı Yunan özellikle de Ege dünyasının önemli kentleri olan Atina, Ephesos, Miletos ve diğerlerinde yaşayan, birlikte yaşadığı halktan kendini ayırmış yönetici, tüccar ya da aristokratik sınıf aracılığıyla bilgiyi sistematik hale getirerek felsefe yapmakta ve doğayı bütün kurallarıyla tanımlamaya ve anlamaya çalışmaktadır. Bir diğer deyişle evren ve insan hakkında akılsal bir açıklama vermeye uğraşmaktadır. Dolayısıyla da Antik Yunan kendinden önce varolmuş ve gündelik yaşamında bilgiyi pragmatik biçimde kullanan ancak sistematik hale getiremeyen Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından ayrılır. Sadece verilebilecek iki örnek bile bu konuyu kanıtlamaya yeter. Her iki örnek de matematik ve geometriyle ilgilidir. Bunlardan biri Thales bağıntılarında karşılığını bulur diğeri de Pisagor teoreminde. Bu iki teorem esas olarak gündelik yaşamın örneğin bir tarlanın miras hukuku çerçevesinde paylaşılması konusunda elbette Mezopotamya ve Mısır’da kullanılmakta ancak az önce söylediğim gibi sadece gündelik hayatın getirdiği bir zorluğu aşmak için uygulanmaktadır. Bunun en iyi kanıtı da hiçbir Mezopotamya veya Mısır metninde bu iki teoremin formüle edilmiş veya formül haline getirilebilecek nitelikteki bir açıklamasının bulunmuyor oluşudur. Ayrıca Antik Yunan bilgeleri de bu türden hemen her bilgilenimi Mısır ve Mezopotamya’dan aldıklarını zaman zaman öğünerek de belirtmektedirler. Bir diğer deyişle bu bağıntılar Antik Yunan’dan önce ne sesletilmiş ne de yazılı bağıntı haline getirilmiştir. Bunu daha birçok matematiksel işlem için de belirtmek olasıdır. Dolayısıyla bilginin sistematize hale gelmesi yani nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşünceyle yeniden üretimi ilk kez Antik Yunan’da gerçekleşmiştir.

İLK KEZ HIRİSTİYANLIK İLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR

Tanrı ve bilgiden sonra sırada inanç var. İnsan usuna ne kadar aykırı olursa olsun tartışılamaz dogmalara inanmak olarak daha önce tanımladığım iman ya da iman anlamında kullanılan inanç ise bu konuda en akla aykırı koşulları dayatan Hıristiyanlık ile ortaya çıkmıştır. Bunu en iyi açıklayan ise yine Hıristiyanlığın kendisini bir kurtuluş dini olarak tanımlamasıdır. Temel amacı Eski Yunan’dan farklı olarak insana kendisi ve içinde yaşadığı evren hakkında bilgi vermek olmayan Hıristiyanlık, insanı kurtarmayı amaç edinmiştir. Ancak Hıristiyanlık, bu kurtuluşu sağlamak üzere yine o güne kadar hiçbir kültürde görülmediği biçimde kendisini kabul eden insanların bazı şeylere inanmalarını şart koşar. İnanılmasını istediği bu şeyler ise Hıristiyanlığın amentüsünü veya dogmatiğini oluşturur. Kurtarılacak olan da ruhtur. Kısacası Hıristiyanlık insanın ruhuna taliptir. Dolayısıyla o güne kadar görülmedik biçimde yeni bir kavram olan iman ilk kez Hıristiyanlıkla ortaya çıkar ki bunun en iyi kanıtı İsa’nın ve Hıristiyanlığın ilk dili olan Aramice’den önce iman anlamına gelen bir sözcüğün dahi bulunmamasıdır.

Yani Ahit’i oluşturan dört İncil ve diğer kutsal metinlerde ortaya konmuş olduğu şekilde bu amentünün belli başlı unsurları şunlardır:1

-Olağanüstü şartlar içinde doğmuş bir insan vardır: Bu insan İsa’dır.

-O, İsrail Peygamberleri tarafından geleceği önceden haber verilmiş olan Mesih’tir ve gerçekleştirmiş olduğu olağanüstü işlerle bunu ispat etmiştir.

-O göklerde bulunan Tanrı’nın, Baba’nın Oğlu’dur.

-İlk veya Asli Günah sonucu suçlu hale gelmiş ve düşmüş olan insanoğlunu kurtarmak, onu Tanrı ile barıştırmak için haça gerilerek ölmüştür.

-Bu olay, Tanrı’nın insana karşı duymuş olduğu özel sevgisini, lütuf ve merhametini göstermektedir.

-İsa ölümünden üç gün sonra dirilmiş ve kırk gün sonra yukarıya, Baba’sını yanına gitmiştir.

-Bütün zamanların sonunda yeniden gelecek, bütün canlıları ve ölüleri yargılayacak ve kendisine inanan kişilerle birlikte ebedi olarak göklerin krallığında hüküm sürecektir.

-İnsanı kurtaracak ve İsa’da ebedi hayata eriştirecek olan tek şey, ona ve bu misyonuna göstereceği iman olacaktır.

Hıristiyanlığın temel kuralları olarak kabul edilebilecek bu tezlerde veya inanç unsurlarında ne felsefi ne de bilgiyle ilgili fazla bir şey yoktur. Dolayısıyla bunlarla ilgili olarak insandan istenen şey de onların felsefi-akılsal olarak ele alınıp tartışılması ve anlaşılması değil, tam bir yürek saflığıyla onlara inanılması ve iman edilmesidir. Bu kurallar ya da inanç unsurları da ilk kez Hıristiyanlıkla beraber ortaya çıktığı için Hıristiyanlığın da imanı sistematize hale getirdiği söylenebilir.

Sonuç olarak insan akıllarının bütünleşik olarak hareket etmeye başladığı yaklaşık 40.000 yıl önceden itibaren ortaya çıkmaya başlayan ruh, öteki dünya, tanrı ve din kavramları esas olarak başlangıçta ölümü, insanı, doğayı, evreni mitsel anlamda açıklamaya çalışma çabalarıydı.2 Bunu Yahudiliğin tek tanrıyı sistematik kurallar içinde icat etmesi ve bunu Antik Yunan’ın evreni ve insanı akılla açıklamak için başta felsefe, matematik, geometri ve sanatın değişik dallarıyla bilgi üretmesi ve kendinden önce üretilmiş bilgiyi de sistematik hale getirmesi izlemiştir. Bu olguları izleyen son olgu ise insanın ruhuna talip olan Hıristiyanlığın bunun için imanı icat edip sistematik hale getirmesidir. Bu nedenle, bilgi ve inancın birbiriyle çelişen, birbirine karşıt olgular olduğunu, bilginin yeniden ve yeniden üretimi üzerindeki en önemli engelin iman olduğunu da artık rahatlıkla belirtebilirim. Dogmalara karşı olduğunu ve her türlü dogmadan uzak bunun yanı sıra akla yakın durduğunu söyleyen her türlü ideoloji, felsefi akım, kurum ya da kuruluşun bütün bu konuları yeniden düşünmesi gereklidir.

1 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi-5, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul-2010, s.255-256.
2 Ahmet Uhri, Anadolu’da Ölümün Tarih öncesi, Ege Yayınları, İstanbul-2014, s.21-52.

ÖNCEKİ HABER

THY sabaha kadar yapılacak pek çok seferi iptal etti

SONRAKİ HABER

Değinmeler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...