Asım Gönen’e Ankara şiirinden dolayı ödül
Yazar-şair Asım Gönen, Ankara Katliamı'nda yaşamını yitirenler için yazdığı şiirle Kaygusuz Abdal Şiir Yarışması’nı kazandı.

Asım Gönen, Alanya'da her yıl düzenlenen Güncel Sanat Dergisi Kaygusuz Abdal Şiir Yarışması 2016 yılı değerlendirmesinde ödül aldı.
Duygu yükünü 10 Ekim 2015 yılında Ankara’da yapılması planlanan Barış Mitingi öncesinde, Ankara Tren Garı önünde patlayan bombalarla yaşamını yitirenlerden alan şiir, birincilik ödülüne layık görüldü.
İşte Asım Gönen’in ödüllü şiiri:
SAHNE-1
ankara da oturdum bir kara taşa
daha söz söylenmemişti
daha insansızdı meydanlar
meydanlar daha gün görmemişti
halkım dedi son soluğu gövdesiz bir başın
halkım
şimdi ben
bir devin ölüsü gibi uzanmış dağların
mor çiçekler açmış günahıyım
halkım ey
halkım
şimdi ben
sam yelinin biçtiği
gök ekinler hasadıyım
görmeyenler görsün
duysun duymayanlar
şimdi bu meydan
bu meydanlar
giyotinden düşmüş bir başın çığlığıdır
şimdi yitik bir sesim var o kanın yuttuğu
çiçeklerin kokladığı
bedensiz bir soluğum var
görse kapatır yüzünü ay
dağların en karanlık ardını arar yıldızlar
o dağlar ki halkım
ölmüş bir devin mor sessizliğidir
açsam yaramı kızıla boyanır bir ülke
ben böyle yaşam için öldükçe
nasıl dirilir ölüm için yaşayanlar halkım
nasıl dirilir
üşümeye ellerim yok şimdi
emanet vermeye sesim yok
bu meydan
bu meydanlar
apaçık mezarıdır kapkarınlık bir vahşetin
bu suçu gizleyemez tanrıların gazabı
borsaların iştahı yutamaz bu kanı
emanet verdiğimiz
bu canı hiçbir kılıf kirletemez
sen ki üryan geldiğimiz
kapalı bir kapısın
her bir zerremizi mermi diye sürdük namluya
ölüm tüketemez bizi
isterse kırılsın kanadı kavuşmanın
SAHNE- 2
parça parça olmuş
insan eti seğiriyor kumların üzerinde
kızgın lavlardan almış rengini
paramparça olmuş bedenlerin
gözlerine çizmiş kederini
bir çocuk gömülmüş annesinin göğsüne
ağzı kilitlenmiş korkuların çığlığı gözleri
dik dur oğul diyor annesi
dik dur
ağlarsan kuzgunlara yem olur acımız
iki eli iki yakamızda kalır
üzülür babamız
ağlarsan kuzgunlar konar bir gülün dalına oğul
dökülür yapraklarımız
dik dur oğul
kör pınarlar gibi kurut gözlerini bugün
dimdik görsün bizi düşmanlarımız
derin kederlerle bileyle gözlerinin bıçağını
sönmüş ocakların şivanıyla bileyle
ağlayacak gün değil bugün
daha sonra oğul
daha sonra birlikte ağlarız
gömülmüş annesinin göğsüne bir çocuk
sönmüş ocakların külüyle yüklü
bulutlar gibi bağlamış gözlerini
bakmadan görüyor
duymadan dinliyor babasının öyküsünü
köknar ağacının kökleri gibi sarmış kollarını annesi
ve bir devin yarasından akan
acıyla boyamış yüzünü
SAHNE -3
orta yerinden biçilmiş bir bedenin
eti ve kemiğidir
ölü martıların kıyıya vurduğu
kederlerin ummanıdır bir babanın yüzü de
en büyük gemilerin çığlığıdır
en derin okyanusların yuttuğu
ne yalnızca bir babadır o
ne de yalnızca bir eş
yüzünde acıların oba kurduğu
yılları dolanır onun devrimci olgunluğu
köknar ağacının kökleri gibi sarıldığı karısı
sevgilim dedi beni bırak
ellerini tutmak istiyor
ölmek üzere bak
on yedi yaşında bir kız çocuğu
köknar ağacının kökleri gevşedi
durdu tiktakları saatin
düştü kollarından kuğu kuşu
yumdu gözlerini
ellerini kutsal bir emanet gibi tuttuğu
kız çocuğu
neye yarar şimdi ağlamak
gülmek
en beter katliamın parça parça böldüğü
beş yaşındaki bir çocuğun
babasını yitirmiş yumruğu
SAHNE -4
ne sarılmaya kol kalmış
ne bakmaya göz
devrilmiş bir çınarın
kızıl yaprakları gibi titriyor
bedeninden kopmuş etlerin
son soluğu
ölümün insansız bıraktığı sen
kimliksiz mezarların çocuğu
hangi parçana sarılacak
göğüslerini yumruklamaya göğsü kalmamış
burası derisine ot doldurulmuş
yalancı renklerin bile kaybolduğu
vitrini değildir göstermelik acıların
çıkarıp bağışlasam organlarımı
yoksulluktur yetişemem imdadına kardeş
gözleri yok yummaya
susmaya sesi yok
bu acıyı yıkamaya ummanlar yetmez
saramaz bu yarayı ağlamak
bir mezar kazın bağrımın düzüne
taşlarında uzun havaların okunduğu
minare kılıfları değildir oy
üzerinde bir annenin
saçlarını yolduğu
SAHNE-5
kesildi rüzgar
durdu titremesi yaprakların
karardı hava
alıp başını
bir alev topu gibi battı güneş
tutuştu etekleri bulutların
topladı ellerini koynuna gece
havaya sıçramış kan damlaları gibi
dondu kıpırtıları yıldızların
dağıldı dört bir yana
çığlıkları don vurmuş karanfillerin
nasıl boşanacaktı morfinli uykulardan
yürek yarasına
sabaha kadar metal lavlar gibi dolan
evlat acıları
açma musluklarını oğul
indir demir perdelerini gözlerinin
şimdi ağlamak intihar etmektir
yüreği kızgın demirle dağlanmış
nöbetinde sıtmalı akşamların
ölenler öldüler
ölenler saçlarını demir tarakla yolan
bir halkın bağrına gömüldüler
maraş tı acının bir adı
öbür adı sivas
alevlerinde roboski nin yandığı
ankara ydı misket yağmurunun
zeytin dallarını kırdığı
daha kuşlar uykusundan uyanmamıştı
dallarda rüzgarın rengarenk ırgaladığı
halaya durmamıştı daha yapraklar
bir şivan düştü ocağına memleketin
simsiyah kapladı dağların başını
hüznün donuna girmiş bulutlar
artık kuşsuz yuvalara yılanlar çöreklenir
yüksekten uçar üveyikler
artık annesiz babasız titrer
uykusunu yitirmiş çocuklar
daha ceylanlar suya inmemişti
saatin tik takları durmamıştı daha
daha alanlar muradına ermemişti
memleket insanı
davul zurna
halaylarda al mendiller daha titrememişti
yerden biter gökten iner gibi birden bire
dört diyarın hasreti daha el ele vermemişti
sanki yerin yedi katında gök gürledi
kapandı pencere perdeleri
nar gibi yarıldı orta yerinden bedenler
saçıldı ortalığa
kıpkırmızı taneleri
Evrensel'i Takip Et