05 Mart 2016 09:54

Gerçek hayatta sosyal devlet anlayışı yok

“Abilerim, eşitlik, hak, hürriyet, adalet gibi konularda benimle aynı düşüncelere sahipler, hatta konuşurken benden çok daha ileri şeyler söyleyebilirler; ama konuşma bittiğinde ben annemin ilacını verirken bulurum kendimi, abim kahvede. Geleneksel toplumsal bilinçaltı diye bir şey var. Temel sorun bu.”

Paylaş

Nuray ÖZTÜRK

Kadın sorunu ve mücadelenin zorunluluğu üzerine bir girişle başladığım yazıma, Evrensel Pazar Eki’nde Fırat Turgut’un Yaşar Kemal’in röportajcılığı üzerine kaleme aldığı yazı aklıma gelince ara verdim. Turgut, yazısını noktalarken, O’nun gibi röportajcılara ihtiyaç olduğunu yazıyordu. Merak etmeyin öyle bir cüretle kaleme sarılmadım elbette. Turgut’un bu tespitinin ne kadar haklı olduğunu düşünerek, biraz sonra aktaracağım Figen Yıldız’ın yaşadıklarını, bende yarattığı iç sorgulamayla birlikte kaleme almanın çok daha doğru olacağına karar verdim. Bu nedenle daha önce yazdığım giriş yazısını bir çırpıda sildim attım. Ne de güzel yazmıştım oysa! 
Türkiye’de kadın olmak, annelik, kız çocukluğu ve eş olma hali arasına sıkışıp kalmış durumda. Çalışan kadın için ise durum daha da vahim. Sendikasız, sigortasız, düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalan kadın, tüm bu rollerde hiçbir eksilme olmadan hayatına devam ediyor. Biz, az da olsa nitelikli, güvenceli bir işe sahip ‘okumuş’ kadınlar, bunları biliyoruz bilmesine de sanki bu haller sadece eğitim görememiş, ev içi çalışmak zorunda bırakılmış kadınların başına gelirmiş gibi düşünüyoruz. Ama işin aslı öyle değil. Figen Yıldız’ın hayatı bunun somut bir örneği. 

FELÇLİ ANNESİNE BAKIYOR
Figen Yıldız, üniversite mezunu bir işsiz, atanamayan öğretmenlerden. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu. 2 yıl ücretli öğretmenlik, yaklaşık 5 yıl da dershanede öğretmenlik yapmış. Evli ve Arin isminde 3 yaşında kalp hastası bir oğlu var. 2013 yılında 17 yıldır felçli olan annesine bakan ablası, ani bir beyin kanaması sonucu vefat edince apar topar İzmir’e gelmiş. Şimdi eşi İstanbul’da yaşıyor, kendisi oğluyla birlikte İzmir’deki annesinin evinde. Figen’in annesi mamayla besleniyor. Bu nedenle zorunlu olduğu durumlar dışında bütün zamanını dört duvar arasında geçiriyor. Oğlu Arin’i ise haftada bir ‘belki’ parka götürebiliyor. Figen, “Hiçbir şey düşünemiyorum. Ablamın acısı bir yana eşimi, işimi, tüm sosyal hayatımı İstanbul’da bırakıp geldim. Oğlumda kalp pili var. Hastalığı risk olmaktan çıktı ama tedavisi sürüyor. Ve asıl doktoru İstanbul’da. Ama ablam, tüm hayatını bir kenara bırakıp, 15 yıl anneme baktı, ben iki yıl bakamayacak mıyım! Annem evet, ama aynı zamanda ablamın emaneti gibi geliyor” sözleriyle anlatıyor kendini bir anda içinde bulduğu durumu.

YAŞLI BAKIM EVLERİ 
Annesinin bakımındaki devlet sorumluluğunu hatırlattığım Figen, “Her ders anlatımımda Anayasa’da yer alan sosyal devlet anlayışını da anlatıyorum. Ancak gerçek hayatta böyle bir anlayış yok. Türkiye’de yaşlı bakım evleri büyük bir eksiklik. Herkesin ulaşabileceği yerlerde yaşlı bakım evleri, kreşler olmalı. Düzenli denetimleri yapılmalı ki canımızdan çok sevdiğimiz insanları bırakabilelim. Ancak bu çok mümkün görünmüyor.  Çünkü AKP iktidarının kadın politikası bu tarz hizmetlerin yaygınlaştırılmasına engel” diyor ve ekliyor; “Ben 4 yıl üniversite, 2 yıl yüksek lisans bir buçuk yıl da pedagojik formasyon okudum. Anneme bakmasaydım da muhtemelen atanamayacaktım. Ya kötü koşullarda çalışacak ya da evde oturacaktım. Düşünün atanamadığı için intihar eden bir öğretmen için ‘dikkat çekmek için intihar ediyorlar’ diye destursuzca konuşan bir bakanımız var.” 

UZUN SOLUKLU MÜCADELE
Figen’in iki abisi var, ekonomik yükün paylaşılması dışında annesinin bakımında herhangi bir katkıları yok. Figen bu durumu “Eşitlik, hak, hürriyet, adalet gibi konularda benimle aynı düşüncelere sahipler, hatta konuşurken benden çok daha ileri şeyler söyleyebilirler; ama konuşma bittiğinde ben annemin ilacını verirken bulurum kendimi, abimse kahvede. Geleneksel toplumsal bilinçaltı diye bir şey var; temel sorun bu. Din bu sorunun varlığında çok büyük bir etken. Bir tarihçi olarak değerlendirirsem kadın erkek eşitliği mücadelesi Fransız İhtilaliyle başlayan bir süreç, dünya tarihi ise çok daha eski. Anaerkil toplum, ataerkil topluma göre çok daha kısa sürmüş. Dolayısıyla çok uzun soluklu ve kapsamlı bir mücadele gerekiyor. Elde edilen kazanımların aynı zamanda bilinç değişikliğine yol açabilmesi de zaman alacak” diye açıklıyor. 
Son olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü sorduğum Figen, “Ne doğum günümde ne de başka herhangi bir günde 8 Mart kadar heyecanlanmam. Ancak 2 yıldır eylemlere katılamıyorum” diyor. 
Figen konuşurken,  aklımdan üniversite okumuş veya okuyamamış, ücretli veya evde çalışan tüm kadınların aynı şeyleri yaşamak zorunda kaldığını düşünüyorum. Tıpkı taciz, tecavüz ve cinayete kurban giden kadınlarda olduğu gibi diğer sorunlarımız da hiçbir sosyal statü, eğitim farkı gözetmiyor. Figen’in yanından ayrıldığımda ise eşit ve özgür bir yaşam için bu 8 Mart ve bundan sonrakilerde tüm taleplerimize birincil talebimiz gibi sahip çıkmak ve bütünlüklü bir mücadele vermek gerekliliği aklımdan geçiyor. 

ÖNCEKİ HABER

Mustang’le düzene kaos getirmek

SONRAKİ HABER

Metroda bomba şakası yapan gençler serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...