02 Ocak 2016 11:27

30 YIL ÖNCE... 30 YIL SONRA...

‘93-94 yıllarında Dersim’in birçok köyünde “olağanüstü hal” gerekçesiyle köy okulları kapatılmıştı. Öğretmenlerimiz artık yoktu. Önceleri her sabah okula gitmek istemeyen biz çocuklar, öğretmenlerin bizi bırakıp gittiğini duyunca ne kadar çaresiz hissetmiştik. Her gün köyü arayan karakol, “Bayrağı asın! Atatürk büstünü koruyun!” diye emir veriyordu. Direğe her bayrak asıldığında onun altına doluşup öğretmenin geldiğini sanırdık. Sonra okullarımız askeri kışlalara dönüştü, köylerimiz yakıldı, dağlarımız, ormanlarımız bombalandı “güvenliğimiz” için... Devletimiz görevinin başındaydı. Okulun bahçesindeki bayrak için canımız yandı.

Paylaş

Fatoş ARGIN

Bir öğretmenin sosyal medyada paylaştığı “Biz öğrencilerimiz için burada kalacağız” cümlesi ve altında yer alan fotoğraf; gri-siyah bir sınıfta ağır silahların duvarda açtığı büyüklü küçüklü delikler ve kocama bir kara tahta önünde duran bir çocuk... Yüzüme tokat gibi çarptı. O an “Biz de bunları yaşamıştık” dedim kendi kendime. Sadece ben değil, etrafımda bir sürü insan aynı şeyi söylüyor. Biz de yaşadık bunları, zordu o günler, zaten hiç çıkmadı ki hayatımızdan... Evet silahlar sustu ama dağıldık ülkenin dört bir yanına... Okullarımızı, evlerimizi bırakıp gittik; köyümüzde insandık gittiğimiz yerlerde el olduk, terörist olduk, cahil olduk, yoksul olduk...
“Ben çocukluğumu 4. sınıfa kadar yaşadım” derim hep, yani 10 yaşına kadar. Çünkü çok gülüyorduk, arkadaşlarımızla hep yan yanaydık. Köyümde bir bakkal vardı, aklınıza gelebilecek her şey o bakkalda vardı. Kokusunu duymak bile mutlu ediyordu bizi. Onlarca çocuk vardı durmadan koşan, oynayan, köy işlerinde çalışan, elma erik çalan... Onları kovalayan dedeler, nineler... Köyün meydanına toplanan yüzlerce koyun keçi, ekilen yüzlerce tarla bostan... Çalışan kadınların bir an önce işini bitirip çeşme duvarının yanına ilişip onca yorgunluğa rağmen gece yarılarına kadar kahkahaları, sohbetleri, dertleşmeleri... Bahçelerde gizli gizli buluşan gençlerin aşkları, sevdaları, davullar, zurnalar...
O EYLÜL AYI GELMEDİ ÖĞRETMENLER
Bir gün bunların biteceği, bitmese de yarım kalacağı hiç aklımıza gelmezdi. Evimizin hemen karşısında köy okulu vardı. Her yıl eylül ayında heyecanla beklediğimiz öğretmenler gelirdi. Onlar geldiğinde öğretmenler, öğrenciler, köylüler hep beraber temizlenen mis gibi okullar ve yeni heyecanlar... Bunlar büyük mutluluklardı. Çocuktuk ve o ana kadar hiçbir şeyin farkında değildik. Bizim işimiz oyun oynamak, kuzulara gitmek, elma çalmaktı... Sonra yine beklediğimiz eylül ayı geldi... Ama her yıl heyecanla beklediğimiz öğretmenlerimiz bu kez gelmediler.
‘93-94 yıllarında Dersim’in birçok köyünde “olağanüstü hal” gerekçesiyle köy okulları kapatılmıştı. OHAL bir kara bulut gibi yaşam alanlarımızı kaplamıştı. Önce okullarımız kapatıldı “güvenlik” gerekçesiyle. Öğretmenlerimiz artık yoktu. 7, 8, 9 yaşlarında çocuklardık ve anlam verememiştik. Önceleri her sabah okula gitmek istemeyen biz çocuklar, öğretmenlerin bizi bırakıp gittiğini duyunca ne kadar çaresiz hissetmiştik. Günlerce okul bahçesine gidip okulun camlarından sınıfımızı izlemiştik. Her şey yerli yerindeydi; çizdiğimiz resimler, sıralar, kara tahtadaki beyaz tebeşirle kocaman yazılan “Okul bitti! Artık tatil” yazısı bile... Okula gitmek istemeyen çocuklar gitmek istiyorduk, sınıfta olup yazı yazmak, gülmek istiyorduk. Öğretmenlerin neden bizi bırakıp gittiğini anlayamıyorduk. Sorduğumuzda, “Devlet öğretmenlerin ‘can güvenliği’ için onları köylere bırakmıyor” demişlerdi. İşte o zaman ölüme terk edildiğimizi konuşurduk hep arkadaşlarımızla, işte o zaman devletle tanışmıştık...
GÜZEL GÜNLERİMİZ ÇALINDI
Her gün köyü arayan karakol, “Bayrağı asın! Atatürk büstünü koruyun!” diye emir veriyordu. Direğe her bayrak asıldığında onun altına doluşup öğretmenin geldiğini sanırdık. Sonra okullarımız, çoğu zaman köyde olan askerlerin mekanı oldu, askeri kışlalara dönüştü. Önce insanlar birer birer evlerinden göçüp gittiler, sadece okul kapanmadı, evlere kilit vuruldu, lokum kokan bakkalımız da kapandı, ağaçlardaki meyveler çürüdü, ağaçlar kurudu. Köylerimiz yakıldı, dağlarımız, ormanlarımız bombalandı “güvenliğimizi” sağlamak için... Devletimiz görevinin başındaydı. Okulun bahçesindeki bayrak için canımız yandı.
Göç başladı, arkadaşlarımız gitti, kalanlar YİBO'lara (yatılı bölge okullarına) yerleştirildi, taşımalı eğitim başladı. Kapımızın önünde duran okul bizlere kapandı. Her gün sabahın beşinde kalkıp yollara düştük, okumaya çalıştık. Yollarda askerin durdurup çantamızda çay şekeri bulduğunda yüzümüze attığı tokat da cabasıydı...
İşte o eski günlerden aklımda kalanların sadece bir kısmı. Büyüdük, yaşadıklarımızın normal gibi yansıtılması ya da bizim normalmiş gibi görmemiz saçma geliyordu artık bize. Çünkü bizim güzel günlerimiz vardı ve o günlerimizi çaldılar bizden. Çocukluğumuzu, arkadaşlarımızı, bizi bırakıp giden öğretmenlerimizi çaldılar bizden.
Bugün Cizre’de, Sur’da, Silopi’de yaşananlar yüzümüze tokat gibi çarparken ‘tarih tekerrür ediyor’ diye düşünüyoruz ve maalesef tanıklık ediyoruz sessiz sedasız. Oralarda yaşayan, yaşamaya çalışan  her çocuğun ne çok hayali vardır. Tıpkı bizim gibi. Ama onların şu an gözünde öfke ve korku var. Bizim yaşadıklarımızı yaşamasınlar diye daha çok mücadele etmeliyiz. Elbette ki sadece bunları yaşayanlar direnecekse, 30 yıl sonra benim çocuğum da bunu yaşayacak, değişen hiç bir şey olmayacak.
Ülkemin batısı, kuzeyi, güneyi görmeli artık neden katledildiğimizi. Ses vermeli sesimize, çocuklarımızı öldürenlere karşı sesimiz olmalı.

ÖNCEKİ HABER

Acaba bugün kaç kişinin düştü yüreğine ateş

SONRAKİ HABER

Çocuklar ölüyor! Susacak mıyız?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...