13 Eylül 2015 05:14

Türk’ün Kürt sorunuyla imtihanı!

Paylaş

Yusuf KARATAŞ

Kürt sorunu ve Filistin sorunu, Bölge’nin (Ortadoğu) yüz yıldır çözülmeyen/çözülemeyen iki temel ulusal sorunu olmayı sürdürüyor. Cizre’nin Gazzeleştiği ve Kürt sorununun Filistinleştiği günlerden geçiyoruz. Türkiye’nin Netanyahu’sunun başlattığı savaş nedeniyle Kürdistan’ın birçok kenti ve mahallesi kuşatılıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor, sivil insanlar katlediliyor. Devlet ve PKK arasındaki savaşın tırmanması nedeniyle asker, polis ve gerilla cenazelerinin gelmediği gün olmuyor. Türk ve Kürt halkları Leyla Zana’nın duygularına tercüman olduğu sözlerle “yeter artık/êdî bese” diyor, herkes artık silahların susmasını istiyor. Elbette silahlar susmalıdır. Ama Dağlıca ve Iğdır’da yaşanan asker ve polis ölümlerinden sonra ülkenin batısında Kürtlere karşı bir linç dalgasının başlatıldığı, geçici hükümetin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Ben de Kürdüm ve Maliye Bakanıyım” dediği bugünlerde Kürt sorununun ne olduğunu ve nasıl çözüleceğini tartışmak, silahların susması kadar önemli bir ihtiyaç haline geldi. Çünkü bu tartışma, aynı zamanda bugünkü savaşın sorumlularını da bulmamıza yardımcı olacaktır.

Öyleyse başlayalım.

Kurtuluş savaşı sürecine ait metinlerde “Türklerin ve Kürtlerin yurdu” olarak nitelenen Anadolu’da bu iki halkın/ulusun birlikte mücadele ettiği yazar. Yine Şubat 1922’de birinci TBMM döneminde yapılan gizli bir oturumda meclisin Kürtlere ‘muhtariyet’ verilmesini öngören bir tasarıyı onayladığı, bunun da ötesinde Ocak 1923’te M. Kemal’in gazetecilerle yaptığı bir görüşmede Kürtlere muhtariyet verilmesinden söz ettiği biliniyor. Yani Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinde Mecliste Kürdistan mebusları da vardı, Kürtler ayrı bir ulus/millet olarak da kabul ediliyordu. Fakat cumhuriyetin ilanından sonra 1924’te hazırlanan anayasada devletin bir “devlet-i milliye” olduğu ve “Türk’ten başka millet tanımadığı” vurguları yer aldı. Bu vurgu o günden bugüne hazırlanan bütün anayasa metinlerinde “devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu” biçiminde yer aldı. 

Peki, ne oldu da Kürtler birden yok sayılmaya başlandı?

O dönem yükselişe geçen milliyetçilik-faşizm akımlarından ilham alan Kemalist burjuvazi, bir ulus-devlet inşasına girişti ve bunun için Kürtleri Türklük içinde eritmeye yönelik politikalar uygulamaya konuldu. Bu politikaya karşı Kürtlerden gelen Şeyh Said’den Ağrı ve Dersim’e kadar ulusal hak istemli bütün kalkışmalar kanlı bir biçimde bastırıldı. Sonra baskı, sürgün ve asimilasyon politikalarının etkisiyle uzun süren sessizlik döneminden sonra 60’lı yılların sonlarında ülkede sol-sosyalist hareketlerin gelişmesiyle de iç içe geçmiş bir şekilde Kürt ulusal uyanışı yeniden başladı. Ve 80 darbesinden sonra Demirel’in “29. Kürt İsyanı” olarak adlandırdığı, bugün Kürtlerin önemli bir kesiminin desteğini alan PKK’nin başını çektiği Kürt ulusal hareketi-mücadelesi başladı.

Burada uzun uzadıya tarih anlatmayacağız. Bu bilgi-belgelere isteyen herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir dönemde yaşıyoruz. 

Mesele şu: Kuruluş sürecinde varlıkları ve ulusal hakları kabul edilen Kürtler, Cumhuriyetin ilanından sonra yok sayılmaya başlandı. Bu ülkede uzun bir süre “kart-kurt” söylemi (Kürtlerin ‘dağ Türkü’ olduğu) politikası, devletin resmi görüşü olageldi. Ancak gerek 90’lı yıllardaki köy yakıp-yıkma, zorunlu göç, faili meçhuller, yargısız infazlar ve katliamların Kürt mücadelesinin önünü alamaması ve gerekse daha sonra ülkenin güneyinde Irak’ta Kürdistan Federe Yönetimi’nin oluşması artık Kürdü yok sayma politikasını imkânsız kıldı. Artık ülkenin Türk milliyetçi-ırkçı partisinin lideri bile her ağzını açtığında “Kürt kardeşlerim” diyordu. Burada AKP-Erdoğan için de bir parantez açıp söyleyelim. AKP döneminde atılan adımlar, AKP-Erdoğan’ın niyeti tarafından belirlenmiş adımlar değildi. Aksine belirttiğimiz gibi Bölgesel gelişmelerin ve bu gelişmeler içinde Türkiye’nin tuttuğu pozisyonun kaçınılmaz kıldığı adımlardı. Yoksa Erdoğan’ın başbakanlığının ilk dönemlerinde söylediği “düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” sözü bile onun sorun karşısında durduğu yeri görmek/göstermek için yeter de artar bile. 

Meselenin düğümlendiği noktaya gelince; Kürtler “madem varlığımı inkâr etmiyorsunuz, o zaman ulusal haklarımı tanıyın” diyor. Malum güçler “olmaz, size anadilde eğitim verirsek ülke bölünür. Kimliğinizi tanıyıp anayasanın ‘herkes Türktür’ diyen maddesini değiştirsek devletin temelleri sarsılır”  diye yanıt veriyor. Yani bu ülkenin bir bölgesinde nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan bir ulus olarak Kürtler, cumhuriyetin kuruluş sürecindeki hukukun işletilmesini talep ediyor. Anadilde eğitim ve kendi coğrafyalarında kendi yerel-bölgesel yönetimlerini kurmak istiyor ve eşitlik hukuku üzerinden Türklerle birlikte yaşamayı talep ediyor. 
Bugün yaşanan çatışma ve ölümlerden sonra Kürtlerin linç girişimlerine uğrayıp evlerinin-işyerlerinin yakılması, sadece Kürt halkının değil; Türk halkının da geleceğini tehdit etmektedir. Bu politika iki halkın birlikte yaşama zeminini ortadan kaldırmakta ve Türk halkının, işçi-emekçilerin milliyetçi-ırkçı politikalar üzerinden kendi çıkarlarını bütün ulusun çıkarları olarak gösteren burjuva gericiliğin arkasında saf tutmasına yol açmaktadır. Marx, başka bir ulusu ezen bir ulusun özgür olamayacağını söylerken bu gerçekliğe dikkat çekiyordu. Yani Kürt ulusunun kendi geleceğini belirleme hakkını tanıması ve eşit haklara dayalı yaşama talebini kabul etmesi, aynı zamanda Türk halkının da milliyetçi-şoven zincirlerden kurtularak demokratik barışçıl yaşam kurabilmesinin önkoşulu durumundadır. 

Mehmet Şimşek’in “Ben de Kürt’üm ve Maliye Bakanıyım” sözü ise, işlevini çoktan yitirmiş içi boş bir lakırdıdan başka bir şey değildir. Mehmet Şimşek, hükümette bir Kürt olarak yer almamaktadır. Yani ne Şimşek’in kimliğinde, ne de devletin anayasasında onun Kürtlüğüne dair bir ibare, bir kabul yoktur. Kürtlerin bir ulus olarak kamusal hakları tanınmadan ve bu hakları kullanma iradeleri ellerine verilmeden bu konuda söylenecek her söz 90 küsur yıllık çözümsüzlük politikalarına hizmet etmekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir.

Bitirirken yeniden söyleyelim; tabii ki silahların derhal susturulmasını, müzakere masasının kurulup çözüm için gerekli adımların atılmasını istiyoruz. Ancak bunu gerçekleştirebilmenin yolu, Türk halkının nasıl dedeleri cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtlerle omuz omuza mücadele vermişse, bugün de demokrasi- barış ve eşitlik temelinde birlikte yaşamayı engellemek için savaşta ısrar eden ülke egemenlerine/saraya karşı Kürt halkıyla omuz omuza mücadele etmesinden geçiyor.  

ÖNCEKİ HABER

Sri Lanka’da ulusal sorun: İç savaş ve sonrası

SONRAKİ HABER

Kıyıya vuran faşizm

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...