3 Şubat 2007 01:00

Trabzon’da tırmandırılan milliyetçiliğin perde arkası - 5 -


Hrant Dink cinayetinin ardından gözler Trabzon’a çevrilirken, Trabzonlularda da bir tedirginlik hakim. Bir kısmı yerel basının ve yerel politik güçlerin de etkisiyle, bir savunma refleksini benimserken, Trabzon’daki çeteleşme eğiliminin üzerine gidilmesi gerektiğine inanlarda da belirli endişeler var.
“Ordu Trabzon’a gönderilmeli” gibi haberler, ya da kimi televizyon kanallarında Trabzonluların severek oynadıkları oyunların bile, hiçbir uzman görüşle desteklenmeden, şiddet eğiliminin bir göstergesi gibi sunulması yanlış ve “tehlikeli” bulunuyor. Bu tür yaklaşımlar, sağlıklı bir sorgulamanın olanaklarını da daraltıyor.
Trabzon’da başka bir gerçeklik de lokal mafyaların sayısındaki artış. Özellikle 1990’larda Sovyetler’de yaşanan dağılmanın ardından, haftada 3-4 bin kişi Rusya’dan Trabzon’a giriş çıkış yapmış ve o yıllardan itibaren Trabzon’da çok sayıda yeni otel yapılmış. “Fuhuş sektörü” ve uyuşturucu satışındaki artış ile oluşan yeni rant alanı, onun üzerinde biçimlenen mafyalaşmaya da zemin hazırlamış. Çeteleşmenin bir boyutu bu. Diğeri de, MHP’yi bile pasif bularak, kendilerini ifade edecek daha radikal bir yönelim içinde olan gençlik potansiyeli. Bu gençlik içinde MHP’den de BBP’den de etkilenme var. Bu konuda organik ilişkileri olan da az değil. Ancak mahallelerde yaygınlaşan çeteleşme eğilimi, son olarak Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi başka bir gerçeğe daha işaret ediyor. Bu lokal ve gevşek çeteleşme zemini, bir “tarla” olarak kullanılıyor.
Dink cinayetininardından Trabzon’da oluşan “tedirginlik” değişik biçimlerde kendisini gösteriyor. Örneğin, Ermeni Yazar Hagop Baronyan’ın Trabzon’da sergilenmeye devam edilen “Bağdasar Kardeş” oyunu, bu olaydan önce daha kalabalık gruplarca izlenirken, birkaç gün önce biz izlediğimizde salondaki katılım sınırlıydı. Ermeni Yönetmen Hrant Hakobyan tarafından sergilenen oyun için okulların toplu bilet aldıklarını öğreniyoruz. Alınan biletlerle katılım arasındaki farkın, son olayların ardından oluşan psikolojik iklimle de ilgili olabileceği düşünülüyor. Mizahi yönün ağır bastığı oyun, adalet mekanizmasından, insan ilişkilerine kadar önemli mesajlar veriyor. Halklar ve kültürler arasında kardeşlik eğilimini güçlendiren bu gibi oyunların huzurlu bir biçimde izlenebilmesi için, “derin oyunların” perde arkasındaki güçlerin açığa çıkarılması zorunlu.
Ağabeyimin katili hâlâ firarda
Hüseyin Eyüpoğlu
Ağabeyim Mustafa Eyüpoğlu’nu öldüren Coşkun Aydın, daha önce halamın oğlu Ecevit Eyüpoğlu’nu kaçırmıştı. Bunlar haraç çetesi. Ağabeyim araya girdi (Mustafa), olay jandarmaya intikal etti ve sonuçta Ecevit’i aldık. Oradan bir zıtlaşma başladı. Ve bu haraç çetesi Ağabeyim Mustafa Eyüpoğlu’ndan haraç istiyordu. Ağabeyim vermiyordu. Kavga ile ağabeyimle baş edemezdi bunlar. Sonra bu haraç çetesinin başı Coşkun Aydın ve Gökhan Aksoy, ağabeyimi pusuya düşürdü ve vurarak öldürdüler. Olay 10 Haziran 2006’da oldu. Olaydan sonra onları arabayla kaçıran Halit Sağlam tutuklandı. Ağabeyime kurşun sıkanlardan Gökhan Aksoy da yakalandı ve şu anda cezaevinde. Çoşkun Aydın hâlâ kayıp. Bir ara Bakü’de olduğu söylenmişti. Halit Sağlam ile Coşkun Aydın arasında geçen 60 sayfalık telefon görüşmesi var. Mahkemeye sunuldu. Davanın son duruşması geçtiğimiz salı günü yapıldı. Coşkun Aydın’ın yakalanıp getirilmesine karar verildi ve mahkeme 15 Mart 2007 tarihine ertelendi. Bu haraç çetesinin siyasi bir tarafı yok, ancak son dönemlerde bu tür çetelerin sayısında da artış var.
Kardeşimi kaybetmiş gibiyim
Necati Zengin (Trabzon Sanat Tiyatrosu Rejisörü)
Hrant Dink’i tanıyanlardan biri olarak, önce bu tanışıkldığınızdan ve olayı duyduğunuzda neler hissetttiğinden başlasak.
Hrant ile benim tanışmam Agos gazetesi aracılığıyla oldu. Buraya yıllar öncesinde Agos geliyordu. Bir arkadaşıma geliyordu ve ben de ondan alıp okumaya başladım. Ondan sonra da bazı sayılarını ben alıp arşivlemiştim. Ermeni kültürüne ağırlık veren bir gazeteydi. Ondan sonra, Doğu Konferansı grubu ile Erivan’a gidişimde Hrant Dink ile beraberdik. Daha sonra ben ondan gazeteyi Trabzon’da bana göndermesini istedim. O da “Tabii” dedi ve döndükten sonra da göndermeye başladı. Sonra ben Agos’a Trabzon’daki kültür sanat olaylarını yazdım. Uluslararası Tiyatro Festivali hakkında yazılar, fotoğraflar gönderdim. Buradaki tiyatro festivaline son 4 yıldır Ermenistan da katılıyordu. Oradan önemli oyunlar geldi. O oyunlar hakkında değerlendirmeler, eleştiriler yazmıştım. Ve yayımlanmıştı Agos’ta. Erivan dönüşünden sonra da, zaman zaman Hrant ile görüşüyorduk. Hatta bu yargılandığı dava sürecinde de, “Türkiye’yi terk edebilirim” gibi duygusal bir açıklama yapmıştı. Telefon açıp, teselli etmeye çalışmıştım. O da, “Ülkemi çok seviyorum; terk etmeyi düşünmüyorum. Ama çok tehdit alıyorum Necati” demişti bana.
Her İstanbul’a gittiğimde uğruyordum, görüşüyorduk. Çok samimi, çok içten davranıyordu. Agos’a gittiğimizde yemek yedirmeden bırakmıyordu. Kapıya kadar uğurluyordu, çok hümanist bir kimliği vardı. En son, bu “Bağdasar Kardeş” oyunuyla ilgili konuştuk. Çok sevinmişti bu oyunun Türkiye’de sergilenmesine. Kültürel alışverişin devamı için bunu önemli gördüğünü söylemişti. Bana her türlü desteği sunmaya çalışacağını söylemişti. Uluslararası Tahran Festivali’nden dönüşte Agos’a uğradık ve kendisiyle uzun bir sohbetimiz oldu. Bağdaşar Kardeş orada gündeme geldi. İstanbul turnesi için salon konusunda yardımcı olmaya çalışacağını söyledi. Çok samimi bir konuşmaydı. Üç gün sonra da böyle bir olay olunca... Etkilendik... Halen üzerimden atamıyorum. Kardeşimi kaybetmiş gibiyim açıkçası... (gözleri doldu)

Gençliğin bir bölümü nasıl bu hale geldi?
Bunun tarihsel sürecini irdelemek lazım. Biliyorsunuz bu ül kede bir 12 Eylül yaşandı. Ve 12 Eylül Türkiye’de birtakım kentleri doğradı. Geçmişiyle, kültürüyle, tarihiyle, kültürel yapısıyla, büyük bir darbe vurdu. Bu darbelerden en çok payını alan kentlerden biri de Trabzon oldu. Eski kimliğinden çok şey kaybetti. Trabzon 1980 sonrası, aydını, entelektüeli, sanatçısı büyük bir yara aldı. Birçoğu bu kenti terk etti. Büyük bir beyin göçü oldu bu kentten. Trabzon’un tarihten gelen, kültür kenti kimliği de dolayısıyla büyük bir darbe almış oldu. Fakat son yıllarda bu anlamda olumlu bir çaba var. Örneğin tiyatro bunlardan biri. Oranına göre bakıldığında en fazla tiyatro seyircisi Trabzon’da var. Bunlar olumlu tarafları. Kentte bu cinayeti işleyen gençler gibi çok sayıda genç var. Bu gençler bilinçsiz, boş, lümpen, kültürsüz ve eğitimsiz. Birileri tarafından maalesef kullanılıyorlar. Trabzon böyle bir tarla haline getirildi. Aslında bu altyapıyı oluşturan sistemi, politik-ekonomik sitemi ele almak ve eleştirmek lazım.

Bundan sonrası açısından neler yapmalı?
Sadece Trabzon’u savunmakla, bu sorunları çözemeyiz. İçe dönük bir eleştiriye de açık olmalıyız. Bu türden bir gençlik Türkiye’nin her tarafında var. Ama bu gerçek, bizim içe dönük eleştirel bakmamızı da engellememeli.
Yine JİTEM mi?
Hrant Dink’in avukatı Erdal Doğan, Dink’in Veli Küçük tarafından tehdit edildiğini açıklamış, Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink de, şunları söylemişti: “Ağabeyim, ‘Küçük mahkemeye geldi ve huzurumuz kalmadı’ dedi. Bu ülkenin demokrasi tarihini bilen insanlarız. Küçük’ün ne demek olduğunu da biliriz, Kerinçsiz grubunun da. Ağabeyim, ‘Adres gösteriliyorum’ diyordu. Kimin kimi organize ettiğini bilmemiz mümkün değil. Ama Küçük, ortaya çıktığında işin ciddiyetini anladık. Küçük’ten sonra kurşun gelebilirdi ve geldi.”
Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’a ait olduğu belirlenen 0542 214 50 21 numaralı cep telefonunun, o günlerde Giresun Jandarma Bölge Komutanı olan Tuğgeneral Veli Küçük adına kayıtlı olduğunun tespit edildiği yazıldı. JİTEM kurucusu olarak bilinen Veli Küçük ile JİTEM tetikçisi Yeşil arasında ilişki bulunduğunu gündeme getiren bu bağlantının yanında söz konusu telefon Abdullah Çatlı’nın yanı sıra Susurluk skandalındaki pek çok isim tarafından aranmıştı. Küçük’ün Azerbaycan’da Ermenistan’a karşı kontrgerilla örgütlenmesine gittiği iddiasının tanıkları da ortaya çıkmıştı. Azerbaycan’da Ebufeyz Elçibey döneminde kısa bir süre İçişleri Bakanlığı yapmış olan Siyavus Mustafa’nın yeğeni Turhan A., “Ben Veli Küçük’le, MHP’de yer alan Türklerle birlikte ilk kez dayım ile yaptıkları görüşmede karşılaşmıştım” dedi. Turhan A., Küçük’ün Azerbaycan’da bulunma sebebini açıklarken de, “O Ermenilere karşı Türkleri örgütlemek için geliyor ve Azerbaycan’dan bazı kişileri Türkiye’ye götürüyordu” diyecekti. Küçük’ün, Giresun’a Topal Osman heykelini diktirme çabası da ilginçti. Topal Osman Ağa, Ermeni tehcirinin namlı isimlerinden biriydi. Küçük’ün, Danıştay baskını tetikçisi Alparslan Arslan ile birlikte fotoğrafı da yayımlandı. Ogün Samast’ın, Samsun’da Jandarma tarafından gözaltına alındıktan sonra, “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” yazısı önünde ve eline bayrak tutuşturularak çekilmiş foroğraf, başka soru işaretlerini de gündeme getirdi. Jandarma Genel Komutanlığı, bu fotoğrafların, jandarmayı yıpratma kastı ile “servis yapılmış” olduğunu belirterek tepki gösteren bir açıklama yaptı. Ancak polis ve jandarmanın tetikçi ile omuz omuza fotoğraf çektirmiş olması kuşkuları derinleştirdi.
Bir jandarma bölgesi olan Pelitli’de oturan Ogün Samast ve Yasin Hayal’in mahallesinde, bu cinayetin arkasında JİTEM olabileceğine dair olarak dile getirilen iddiaları, ciddi göstergelerle desteklemeden yazmanın, inandırıcılık bakımından kuşku yaratabileceğini düşünmüştük. Küçük’ün eski bölgesinde, o dönemden eğitilmiş ve bugün varlığını sürdüren JİTEM’cilerin olduğu açık. Şimdi yeniden soru şu: Bugüne kadar varlığı resmi olarak reddedilen JİTEM, bu cinayetin de “derin” aktörü mü?
(BİTTİ)
Hazırlayan: Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et