25 Şubat 2007 01:00
SÖZ OLA, TORBA DOLA
BeşiktaşAnkaragücü Türkiye Kupası karşılaşmasını dinliyorum radyodan, eski alışkanlıkla. Yeni bir alışkanlık edinemediğimden değil, edinmediğimden. Yani, televizyondan canlı izlemek için gerekli donanımlardan uzak tuttum kendimi. Kısaca, ayaktopu karşılaşmalarını televizyondan canlı ve coşkulu izleme olanağım yok. İyi ki de yok, dinlerken başka bir iş de yapabiliyorum en azından. Yazımı yazabiliyorum örneğin. Ne var ki bu kez yazı yazmam zor görünüyor. Çünkü, Orhan Velinin İstanbulu dinlemesi gibi dinliyorum karşılaşmanın anlatımını. Gözlerim kapalı yani. Gözlerim kapalı; ama kulağım açık.
Gözlerim kapalı, çünkü, Orhan Ayhan anlatıyor karşılaşmayı ve onun onca yıllık deneyimine dayanan anlatımına dayanabilmem için kapatıyorum gözümü. Salt gözümü değil, radyoyu da kapatıyorum arada bir. Anlatılanlara dayanabilme gücü toplayabilmem için yine.
Kulaklarım açık ama. Çünkü, onun söyleyemediklerini de duymam gerekiyor, söz olsun torba dolsun diye. Çünkü, o iyi bir kaynak bunun için. Kısa sürede de yanılmadığımı görüyorum. Beşiktaşın golünü İbrahim Toramanın attığını söylüyor Orhan Ayhan. O, Toramanın savunmadan çıkıp gol attığını anlatırken stadın içi Delgado diye inliyordu ve her şey belirgin olarak duyuluyordu. Öyle olunca da Orhan Ayhan benimle birlikte öğreniyordu golü Delgadonun attığını ya da İbrahim Toramanın atmadığını, yanlışının da kocaman olduğunu.
Orhan Ayhan, bununla da kalmıyor yanlışını bir yalanla ya da yalanını bir yanlışla örtmeye kalkıyordu ki bu dinleyeni ikinci kez salaklaştırıyordu. Kendisi, stat içine yapılan duyurunun radyo dinleyicilerine ulaşmadığını düşünüyor olmalıydı ki, sanki yanlışını kendisi ayrımsamış gibi golü Delgadonun attığını, iki oyuncu birbirine çok benzediği için karıştırdığını söylüyordu. Oyuncuların birbirine benzemesinin ya da birbirlerine benzetilmesinin hiç önemi yoktu aslında doğruyu görmek için. Adamların sırtında kapı gibi numara, onun üstünde de Çarşının ürettiği savsözler (sloganlar) gibi adları yazıyordu.
Deneyimli anlatıcı bir başkadır mikrofonun başında; ama o gün bambaşkaydı. Bir garipti. Sanki, yeşil alanda, uzun dinlenme arası sonrasında ilk resmi karşılaşmaya çıkmış iki takım değil de, olağan çalışma sırasında iki takıma ayrılıp taktik uygulaması yapan bir takım vardı Orhan Ayhanın anlatımına göre. Öylesine ağır, öylesine yavaştı oyun. Durarak oynanıyordu neredeyse ve sanki arada bir de duruyordu. Bir ara, uzun sayılabilecek bir süre durdu oyun. Yani, öyle olmuş olmalıydı. Çünkü Orhan Ayhanın sesi duyulmaz olmuştu. Elektrik kesildi sandım; ama radyonun ışıklı saati ışıl ışıl parlıyordu. Yayının kesilmiş olabileceğini düşündüm. Ne de olsa, eskimişti TRTnin alıcıları, vericileri ve her şeyleri. Çalışanlarının söylediğine göre bakımdan geçmeleri gerekiyordu. Usta sunucuya bir şey olmuş olacağını bile düşündüm. Öylesine bir sessizlik olmuştu yani. Ben ne olduğunu çözmeye çalışırken, o uzunca sayılabilecek sürenin sonunda ses geldi radyodan ve hiçbir şey olmamış gibi anlatmayı sürdürdü Orhan Ayhan. O zaman anladım ki yayın değil, Orhan Ayhan kesilmişti.
Kesik, kesik; kimi zaman da iyice keserek anlatıyordu karşılaşmayı, o kesildiği anlarda da başka şeylerle uğraşıyordu büyük olasılıkla. Yani, gözleri oyun alanını sınırlayan çizgilerin çook dışına çıkıyor olmalıydı, çünkü oyuncuları karıştırıyordu. Hoş oyun alanının içine bakarken de karıştırıyordu insanları ya!.. Oyunda bir oyuncu kırmızı kart görmüştü ve Orhan Ayhan bu oyuncunun Abdülaziz olduğunu söylüyordu. Ses var görüntü yoktu radyoda da, sanki olayı görüyormuşum gibi emindim kırmızı kart görenin o olmadığına. Çok güçlükle söylenmişti çünkü Abdülaziz adı. Belli ki, yine biri birine benzetilmiş, birileri karıştırılmıştı. Ertesi gün gazetede, o karşılaşmada oynayan Abdülaziz adlı bir oyuncunun olmadığını, Abdurrahmanın oynadığını; onun da kart görmediğini, kırmızı kart görenin Yasin olduğunu öğreniyordum. Ama şaşırmadım. İçime doğmuştu Abdülaziz diye birinin olmadığı; olsa bile kart görmediği.
TRT çalışanları boşuna konuşmamış anlaşılan TRTnin vericilerinin artık eskidiğini ve bakımdan geçirilmeleri gerektiğini söylerken. Vericileri, alıcıları, anlatıcıları bir iyice gözden geçirilmeli artık. Çok iyi çalışmadıkları tüm çıplaklığıyla ortada.
Haydi Asuman, yap bir pansuman...
Yoksa dilimizden düşmeyecek bu şarkı. Derdimi ummana döktüm....
Üstün Yıldırım
Evrensel'i Takip Et