10 Mart 2007 01:00

SOL AÇIK


Şaşırmamak elde değil, “şu maçlardan bir maraz çıksa da akşam konuşacak malzememiz olsa” diye bekleşenlerin sadece birkaçı, “programları” ellerinden uçup gitmesin diye “tarafları” sükunete davet ediyorlar. Biz de, “ya bu memlekette hala duyarlı insanlar var” hissine kapılıp mutlu oluyoruz! Neden? Çünkü sadece tarafları sükunete davet etmekle kalmıyorlar “ne kendi kurumlarına ne de başka kurumlara” zarar gelmesini istemeyen tavırlar sergiliyorlar! Bu sözleri duyduktan sonra bizler için sadece sevinç gözyaşları dökmek kalıyor geriye. Oysa biz bu simaları futbolun “açık oturum” havasında oynanmaya başladığı zamanlardan bu yana birbirleriyle ve de başkalarıyla girdikleri “sert” polemiklerden tanıyoruz. Konuşmacı olarak katıldıkları bütün programları savaş alanına çevirme konusunda epey maharet sahibi oldukları da hepimizin malumu. “Bu akşam çok kan akacak”, “Kırmızı kartlar havada uçuşacak”, “Ahmet’in Mehmet’e iki sezon önceki maçtan gıcığı var, bu yüzden bu maçta kesin kafa atacak” gibi “derin” futbol analizlerini kimlerin yaptığını da çok iyi hatırlıyoruz. Ancak muhtemeldir ki, “mekân sahipleri” telefon yoluyla birbirlerini “adam olmaya” çağıran şahısların “ağırlıklarını” taşıyamadıklarından, geçmişte söylediklerinin tamamını unutup “taraflara” sakin olmaları konusunda uyarılar getiriyorlar. Dakikalar geçiyor biz yine şaşkınlığın ötesinde bir ruh hali ile konuşmaları izlemeye devam ediyoruz. Aslında biz bunu sadece şimdi değil, her zaman yapıyoruz. Olanı biteni izlemekle yetiniyoruz. Sanki birileriyle aramızda gizli bir sözleşme var. Onlar “maraz çıkartıp” izlettirmekle biz de “çıkartılanları” izlemekle mükellef kılınmışız. O bağırtı gürültü arasında birden yurt dışından getirilen bir futbolcunun transferine ait bir belge çıkartılıyor. Belgenin altındaki imzanın sahte olup olmadığını tartışıyorlar, biz izliyoruz. Çünkü biz her transfer döneminde milyon dolarlara transfer ettikleri futbolcuların transfer bedellerini, milyon liralar olarak bildirenleri de izledik hep. Sadece biz mi, bu ülkenin yetkilileri de hep böyle yaptılar. Hadi biz ezelden beri izleyici pozisyonundayız, ya onlar!.. Bu kadar çok konuşulduğu halde kimse neden Futbol Federasyonu’na hiçbir şey sormaz? Dolarlar, Avrolar havada uçuşurken bunların vergisi nerede, bu kadar para kimden geliyor diye neden kimse dert etmez. Afiş yapıştırdılar diye üç tane gencin bütün şecerelerini merak edenler bunları neden merak etmezler? Her neyse biz televizyonda izlediğimiz “futbol öyküsüne” kaldığımız yerden devam ediyoruz. Birileri hâl⠓kurum, kurum” diyerek araya girmeye ya da arayı bulmaya çalışıyor. Konuşan Türkiye değil mi burası? Bırakın konuşsunlar. Nasıl olsa bu tip konuşmaları yapanlara hiçbir şey olmuyor bu memlekette. Bir adam vardı, telefon konuşmalarını kaydeden, dört sezon önce son maçlara gelindiğinde bazı maçlarda şike yapıldığını iddia eden. O adam nerede şimdi? Kaç kişi o iddiaların peşine düştü? Eğer o iddialar sadece kötü niyetli birinin karalamalarından ibaretse, niye bu kişi bir hafta boyunca kanal kanal dolaştırıldı? Biz bu soruları zinhar sormuyoruz ve stüdyomuza bağlanarak tartışmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. “Efendiler” ve “beyler” dışında herkes küçük dilini yutmuş. “Dişlerine” göre olan “konuklarını” parçalamak için can atanlar, “kurumlar” yıpranmasın diye, “efendiler” ile “beyler” arasında arabulmaya çalışıyorlar. Ve çok kibarlar, saygıyı elden hiç bırakmıyorlar. Sizli, bizli haldeler. Oysa biz onları daha çok “senli” hitaplardan hatırlıyoruz. Çünkü bu futbol “masalında” yenilebilecek “kuzular” ancak “sen” denilmeyi hak ederler. Ama mevzu “efendiler” ve “beyler” arasında olursa “konsept” değişir. Bir takım “kurumsal” kaygılar daha ağır basar. Reklam, ilan, reyting, gazete, köşe,...Bunun içindir ki efendilere ve beylere “sen” denmez “siz” denir. Ama “kurumdan” olmayıp tek başına dolaşanlara, “bilinçsiz” taraftara, elinde belge falan olsa da “nüfuzu” bulunmayan eski “ortaklara” “sen” denilebilir. Ne de olsa onlar cürüm olsalar sadece düştükleri yeri yakarlar. Yine de insan bu köşe, stüdyo sahiplerine, “efendilere” ve de “beylere” soramadan edemiyor, Murathan Mungan’ın söylemiyle “pardon biz nereden sizin seniniz oluyoruz?”
Cem Doğan

Evrensel'i Takip Et