17 Mart 2007 01:00
SOL AÇIK
GÜNÜN YAZILARI
Ülkenin en iyi savcılarından birini öldüren zatı muhteremin aldığı idam kararı defalarca bozulurken, on yedi yaşında bir genci asmak için çırpınanların olduğu bir coğrafya burası. Amerikan emperyalizmine karşı mücadele edenlerin üzerine cihad çağrıları eşliğinde bıçak sallayanların, kurşun sıkanların kesinlikle cennete gideceklerini müjdeleyenlerin(!) hâlâ kanaat önderi olarak kabul edildiği bir memleketin çocuklarıyız. Çok değil daha iki ay önce, bir aydını haince öldürenleri bir tarafa bırakıp hepimiz Ermeni miyiz, değil miyiz tartışmalarına boğulmuştuk. Bu bakımdan şiddeti bir amaç olarak benimseyenlerin ve onu siyasal bir düstur biçimine dönüştürenlerin çevremizden hiç eksik olmadığı en iyi bildiğimiz şeylerden biri. Üstelik okullarımızda çocuklarımıza, gençlerimize okuttuğumuz ders kitaplarında, televizyondaki dizilerde, gazetelerdeki haberlerde yıllardan beri şiddetin her türlüsünü görmek mümkün hale gelmiş bulunuyor. Bunun için de bir zamanlar güvenliğimizi, hem de milli denilen güvenliğimizi emanet ettiğimiz birisinin ekranlara çıkıp bir çete liderinin gözlerinden öptüğünü söylediğini duyduğumuzda ya da kolluk güçlerinin bir katille aynı fotoğraf karesine girebilmek için sırada bekleştiğini gördüğümüzde çok da şaşırmıyoruz aslında. Şaşırsak bile çok fazla sürmüyor şaşkınlığımız, bir iki gün içerisinde unutup gidiyoruz. Artık şu durumu kesinlikle kabul etmek durumundayız; şiddet, bütünsel olarak cinnet geçiren ancak hali hazırda geçirdiği bu cinnetin pek de ayırdında olmayan bir topluluğun yaşam biçimine dönüşmüş bulunuyor. Ve bu yaşam biçimi muhtelif mekânlardaki örnekleri ile her gün karşımıza çıkıyor. Elimizdeki feneri sahnenin neresine tutsak orada şiddeti yeniden üreten, daha çeşitli ve daha yakıcı hale getiren manzaralarla karşılaşıyoruz. Manzaranın tam ortasında kimi zaman bir kadın, kimi zaman F tipi cezaevindeki bir mahkûm, kimi zamanda taleplerini dile getiren öğrenciler oluyor. Ancak genel algılama, suçludur bu yüzden de kendisine yapılanları hak etmektedir şeklinde olduğundan şiddet gören kadının namusu, dayak yiyen öğrencinin masumiyeti ve tecrit edilmiş mahkûmun vatan sevgisi mutlak surette şüphe duyulması gereken vakalar biçiminde değerlendiriliyor. Esas olarak bu değerlendirme kriterlerinin varlığı bizatihi şiddeti yeniden yeniden üreten gerekçelere dönüşmüş durumda.
Geçtiğimiz hafta Ankaragücü ve Beşiktaş takımları arasında oynanan karşılaşmaların ardından yaşananlar genel olarak sporda, özel olarak da futbolda şiddet meselesi tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Daha doğru söylemle zaten gündemde olan bir mevzuu yeniden ilk haber olma mertebesine erişti(!). Son olayları geçmişte yaşanmış benzerlerinden ayıran, sporda yaşanan şiddetin böyle devam etmesi halinde cezai müeyyidelerin uygulamaya sokulacağı açıklaması oldu. Kuşkusuz bu yaklaşım iyimser bir okumaya da tabi tutulabilir. Ancak sahnenin bütününde yaşanılanlar bu ihtimali büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bu ülkenin birer fani yurttaşı olarak ciddi kuşkulara sahibiz. Sporda şiddeti hem bir amaç hem de bir araç olarak kullananlar sıradan birileri değil de bir zamanlar kurşun atıp kurşun yiyenler olursa bu kişilere nasıl davranılacaktır? Sürekli olarak şiddete başvuran fakat arkalarında hatırı sayılır kişiler olduğundan bu zamana kadar hiç dokunulmayan bir takım taraftarlara ve onların gruplarını finanse eden hatırlı şahıslara ne gibi işlemler yapılacaktır? Varsayalım ki sporda herhangi bir nedenle yaşanan şiddet nedeniyle hukuki bir süreç başladı ve şiddetin ardında sanılandan çok daha fazla hatırlı kişi olduğu anlaşıldı. Bu kişilerin üzerine gidenlerin güvenliği nasıl sağlanacaktır? Soruların sayısını artırmak mümkün ama bu sorulara insanların içini ferahlatan yanıtlar vermek namümkün. Bu itibarla futbola, spora ve bütünsel olarak günlük hayatlarımıza sirayet etmiş şiddetten kurtulabilmek için şiddetin her türlüsünü kimlerin başlattığını, şiddeti amaç haline dönüştürenlerin hangi çevreler tarafından kollandığını açığa çıkarmak ve bunların üzerine gitmek gerekmektedir. Ayrıca bu zamana kadar sürekli şiddete maruz kalanların yaşadıkları mağduriyetleri gidermeye dönük adımlar atılmalıdır. Yoksa bunların yapılmadığı bir ortamda şiddet sorunu sadece adli bir vaka immişçesine ele alınır ki, zaten bunca yıldır karşılaştığımız tutum budur.
Cem Doğan
Evrensel'i Takip Et