25 Mart 2007 01:00

evrensel olmak


1970’in son aylarından birinde, öğleye doğru, Ulus’taki Toplum Yayınevi’nin kapısı tıklandı. Orta boylu, atletik vücutlu, saçları epeyi dökülmüş, esmerce orta yaşlı bir adam girdi içeri. Yer gösterdim. Odada ikimizden başka kimse yoktu. Çaylarımızı içerken, emekli yarbay olduğunu da bir ara söyleyen konuğum, birkaç tanıdığımın adını andıktan sonra geliş nedenini açıkladı. Sözünü ettiği kişiler, samimiyetim olmasa da sevip saydığım insanlardı.
Tam da o günlerde, Yargıtay, 3 Haziran 1969’da aldığım cezayı, 7 Temmuz 1970’te 3/2 onamıştı.(*) Şimdi içeriye girmenin hazırlığı vardı önümde. Konuğum söze buradan başladı. Yakında yapılacak bir askeri müdahalede kendisiyle birlikte, benim tanıyıp güvendiğim pek çok sivil de yer alıyormuş… Tam, vatana millete hayırlı olsun diyecektim ki, yarbayım bir ağabey nasihatı çekti: “Biz yakında geliyoruz,” dedi, “Sakın hemen cezaevine girmeyin, bekleyin (bizi.)” Ben beklemekle beklememek arasında bir sigara daha yakmıştım ki, yarbayım asıl isteğini biraz yaklaşarak fısıldadı. Geçmiş gün, “Kadro meselesi” mi yoksa “kadro eksiği mi?” demek istemişti. Bir bakıma ikisi de aynı kapıya çıkardı. Dediğine bakılırsa eli kulağında, hemen de kapının ardında duran darbe için ben kulunuzdan, sivil kadro konusunda yardım için gelmişti. Birden ne diyeceğimi bilemedim. Böyle bir sahneyi rüyamda görsem inanmazdım. Bir süre birbirimizin yüzüne baktık. 22 Şubat ve 21 Mayıs’ın anısı henüz pek tazeydi. Sanırım o davadan cezaevlerinde gün sayan epeyi genç asker vardı.
***
İstanbul’da iki ayrı matbaada bir çeviri romanla bir inceleme kitabı basılmayı bekliyordu. İçeri girmeden bunları kotarmalıydım. Bunlar için de matbaacıya ve kâğıtçıya senet verilecekti. Sonunda yayınevi işlerini bir ölçüde hale yola koyup Ankara İnfaz Savcılığı’na başvurdum. Aldığım 18 ay cezamı, içerde uslu (?) durursam 12 ay yatarak tamamlayacaktım. Çıktıktan sonra da 6 ay, Anayasa’ya göre kalkmış olan, “Emniyet nezaretinde” numarasıyla, Amasya’ya sürgüne gidecektim.
1971’in Ocak ayının ilk haftası Beypazarı Cezaevi’ne kabul edildim. Evet, öyle oluyor. Oralara girmek de çıkmak da bazı işlemleri, kabulleri gerektiriyor. Burada gardiyanlar dahil hiç kimse siyasî bir davadan hüküm giydiğime pek inanmadı. Çünkü onlara göre, ele avuca gelen, anlatmaya değer bir hadise işlemek gerekiyordu. Benim dışımda hemen hepsi adlî mahkûmdu. (Nicedir âdî sözcüğü adlî ‘ye çevrildi, iyi de oldu.)
***
Ocak ve şubat ayları geçti. Aldırdığımız gazetelerden, kocaman koğuştaki radyodan yansıyanlar dehşet vericiydi… Ortalık ana baba günü… Mart ayına girdik… Ankara’ya yakın diye Elmadağ Cezaevi’ne nakledilmem için dilekçe verdim, ne zaman sonuçlanırdı kim bilir… Günlerden 12 Mart ve sanırım cuma idi. Haber saatlerinde, özellikle eski mahkumlar, koğuşta sessizlik isterdi. 13.00 haberleri başladı. Çıt yok. “Dikkat dikkat “ diyen tok bir ses. Demek sonunda gelmişti efendilerimiz. Okunan bildiride müdahalenin gerekçeleri sayılırken, birçok yerde ağırlıklı olarak “Atatürk ilke ve inkılaplarından sapıldığı” açıklaması dikkatimi çekti. (Ne yalan söyleyim, birden bizim emekli yarbay düştü aklıma. Bu hareketin içinde olabilir miydi?) Gariban mahkûmlar önce bel bel baktılar birbirinin yüzüne. Sonra iki aydır benimle hafiften tartışmaya başladıkları gençlere bu kez cepheden saldırdılar. Arkasından da, yeni eski bütün mahkûmların hayali olan “affın” askerlerce çıkartılıp çıkartılmayacağını yüksek sesle konuştular aralarında.
***
12 Mart darbesinden üç gün sonra gönderildiğim Elmadağ Cezaevi’nden, 1972 Ocak ayının ilk haftasında tahliye edildim. 12 Mart artan şiddetiyle devam ediyordu. Kitap yayınlama şansımız kalmayınca, bari bir dükkân açıp kitap satalım dedik. Evde çoluk çocuk bizi bekliyordu. Kitabevi işletmeciliğine hiç sıcak bakmadığım halde, mart ayında zar zor küçük bir yer bulabildik Zafer Çarşısı’nda. Sağ olsunlar, okur olsun olmasın, dostlarım beni yalnız bırakmadı 7 metrekarelik kitapevinde. Hepsine teşekkür borcum vardır.
Aynı yılın sonuna doğru bir gün, zaman zaman kitapevine uğrayan genç bir arkadaşım geldi. Basınla da azbiraz haşir neşir olmuş, üniversite mezunu ve elbette devrimci idi. (Yıllar sonra sosyal demokrat bir partiden milletvekili oldu) O günlerde hemen hemen değişmeyen gündemimiz, ister istemez 12 Mart’tı. İçerdekiler, dışardakiler… Yargılanmalar vs. v.s. Ordan burdan derken, genç arkadaşım sakınmadan anlattı. “Şekil 1’de” der gibi, iki adımda yaklaştığı kapının yanındaki elektrik prizine dokunarak. “Evet, abi” dedi, “işte tam bu düğmeye basılacaktı, o kadar... Bizimkiler basmakta birkaç gün gecikince, birileri gelip bastı.
***
Derken 9 yıl sonra gelen (o da doğrusu davul zurnayla geldi) 12 Eylül, kabul etmeli ki, 12 Mart’a rahmet okuttu. Dileyelim bu son olsun.
(*) Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş: HALİT ÇELENK. Derleme (s.259-262) Çınar Y. İstanbul 2007.
remzi.inanc@gmail.com

Okur dostlara
- KONYA: Bir Şehrin İki Hikâyesi, Meltem Çiçekli (antropolojik bir araştırma Dipnot Y. Ankara 2007
-Benim Sevgili Taşram, Şair Nedret Gürcan’ın anıları. Dünya Yayınları, İstanbul 2003.
- Meclis’in İçinde Vurdular Bizi, Yusuf Ziya Bahadınlı’nın Meclis anılarından. Asya/Şafak Y. İstanbul 2006
-Türk Siyasal İslamcılığında Kürt Damarları,Naci Kutlay, Beybûn Yayınları, Ankara 2005.
Zerdali Kokular, Perihan Çelik’in öyküleri, Ürün Yayınları, Ankara 2006.
- Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme, Aydın Şimşek, Kum Yayınları, Ankara 2006.
-Aşk olsun! Adı Aşk Olsun (Bu medyanın öyküsü) /Faruk Eskioğlu, Yirmi Dört Yayınları, İstanbul, 2007.
Remzi İnanç

Evrensel'i Takip Et