17 Şubat 2008 00:00

ÖZGÜRLÜK


Evde homurdanmak yetmez olmuştu; sokağa çıkıp bağırmak, haykırmak istiyordum.
Öfkeliydim, anlayacağınız! Öfkemi bastırmaya çalıştıkça daha başka şeylere daha bir öfkeli oluyordum.
Derken Başbakan benden önce davrandı, kendini öfkeli konuşmakla eleştirenlere ‘öfke hitabet sanatıdır’ dedi.
Hitabet sanatı mıdır, bilemem ama, ben de öfkeyi sonu şiddete dayanmadıkça ilişki kurmanın ya da kurabilmenin bir biçimi olarak görürüm; üniversitede öğrencilere, bana -düşüncelerime- davranışıma tepki duyduklarında öfkelerini hiç çekinmeden derste de dile getirmelerini söylerim.
Başbakan Kasımpaşalı, ben Modalıyım; sokakta oynayarak, üstelik Rum ve Ermeni kökenli çocuklarla birlikte oynayarak büyüdüm (TCK 301’e aykırı gibi olmasın ama onlar spora bizden daha yatkındılar, güçlüydüler). Onlarla ilişkilerimizde öfke neredeyse belirleyici bir etkendi (neden öyleydi acaba?); olsun, arkadaştık, dosttuk. Diyeceğim, öfkeyi çocuklar arası iletişimin bir biçimi olarak kullanmayı öğrenerek büyüdüm.
Başbakan önümüzü açtı, öfkeyi onunla ilişki kurmanın da bir biçimi olarak yaşayabilirim; sokağa çıkıp bağırmak, haykırmak yerine öfkemi yazarken dile getirebilirim.
‘Vatandaşlarım’ deme(yin), ‘vatandaşlar’ de(yin). Ben vatandaşın(ız) değilim, çünkü Başbakan’ın vatandaşı olunmaz. Vatandaşlık bireyle toplum arasındaki ilişkiyi belirleyen statüdür. Bireyle hükümet (dolayısıyla hükümetin başı, padişah ya da Başbakan) arasındaki ilişki tabiiyet ilişkisidir ve bu ilişkide birey ‘teba’ statüsündedir. Birilerinin, o birileri hükümet veya hükümetin başı da olsa tebası konumuna düşürülmek beni sinirlendiriyor, öfkelendiriyor. Başbakansın(ız), kullandığın(ız) her kavram belli bir siyasi-ideolojik anlayışa meşruiyet zemini hazırlar.
TBMM’deki oylama sonucunu ‘milli irade’ olarak tanımlama(yın). TBMM yasama faaliyetlerinin meşruiyetini toplumu oluşturan bireylerin toplumsallaşan bireysel egemenliklerinden (ki, sosyolojik kurgu ile buna ‘millet egemenliği’ deniyor) alır. Egemenliğin meşruiyet kaynağını bireyin toplumsallaşan egemenliğinden kopartır, TBMM’ye, üstelik TBMM üyelerinin çoğunluğuna verirsen(iz), ‘vatandaşlarım’ diye tanımlayıp teba statüsüne soktuğun(uz) özerk ve özgür bireyi siyasal-toplumsal yaşamdan siler, atarsın(ız). ‘Milli irade’ diye bir şey yoktur; TBMM’deki oy çokluğunu (oybirliği de olsa fark etmez) ‘milli irade’ kavramıyla toplumu oluşturan herkesin ortak iradesiymiş gibi genelleştirirsen(iz), sayılarını nereden bileceksin(iz) belki de milyonlarca bireyin (deyimin(iz)le) ‘iradesini’ çöp sepetine atmış olursun(uz). Bu bir toplum tasarımı anlayışı olabilir, ama asla demokrasi tasarımı değildir. O zaman ben kaygılanırım, sinirlenirim, öfke duyarım.
Oh! Rahatladım.
Öfkemi dışa vurdum. Umarım sonu şiddete varmaz, öfke ilişki biçimi olarak iletişim sağlar.
Buna da demokrasi denir.
Yücel Sayman

Evrensel'i Takip Et