2 Mart 2008 00:00
gözlerimizin içine bakıyor ölüm
Tüm ekonomik sosyal ve siyasal sorunların özünde, o toplum insanlarının dünyayı ve yaşamı algılama biçimleri gizlidir.
Hâlâ algılanmadı ne yazık ki; bir kimlik sorunu toplarla tüfeklerle, gaz bombalarıyla, operasyonla, harekatla çözülmez... Sorunun çözümü için iyi niyet gerekli Empati gerek, şablonları kırmak, ezberleri bozmak gerek, inkardan ve imhadan vazgeçmek gerek
Bunu anlayabilecek dirayetli devlet adamları yok ne yazık ki Herkes bir şeylerden nemalanma peşinde, günü kurtarma derdinde Ateş düştüğü yeri yakıyor, kimse anaların çığlıklarını duymuyor, görmüyor, dillendirmiyor.
Her iki taraftan da gencecik insanlar ölüyor Kan ve can bu kadar ucuz değil Olmamalı
Düşünün bir kez, kardeş kardeşe karşı Kardeşin biri asker, biri gerilla Bu bir trajedi, bir dram
Kamuoyu, şırınga edilmiş, dayatılmış düşünce biçimleri içinde görünür görünmez yasalarla denetim altına alınmış.
Halk olgu ve olayları yargılamadan bilinçsizce benimser duruma getirilmiş. Yalan yanlış bilgilerle manipüle edilmiş. Medyanın kaleminden, kara kutusundan kan damlıyor Bu insanlığa yapılmış bir harekettir. İnsani değerler yerle bir ediliyor.
Halk, maruz kaldığı kuşatmanın mağduru olduğu gibi, sebebi de olmanın açmazı içerisindedir aslında. En masum talepleri bile suç sayan zihniyetin kamuoyu duyarlılığını ve zihinselini medyayı da yedeğine alarak oluşturduğu beyin yıkama çabaları, hiç eksik olmadı bu ülkede. İnsanı, bulunduğu grubun bir üyesi konumuna getiren bağların en önemli işlevi, ne yazık ki kişiye yapay bir güven kazandırmanın ötesine geçmiyor. Kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bireylerden oluşan toplumların varacağı bir menzil yoktur. Bu tür bir yapı hem tek tek bireylerin (aslında birey olmamış, özne olmamış demek gerekir) ve toplumların tarihi felaketler tablosundan ibarettir.
Önyargılarla hesaplaşmak
Önyargılar zihnimize belli sınırlar çeker ve bu sınır dışından söylenen her söze, her görüşe karşı çıkar. Bu tür davranışlar kişinin kişisel gelişimine set çeker ve belli düşüncelere belli cevaplar veren şablon fikirler meydana getirir.
Önyargılarımızı sorgulamaktan kaçınmak, kendimizden kaçmak anlamına gelir... Kendinden kaçış ise kabullenilmesi zor bir fatura koyar kişinin önüne. Daha tehlikeli olan da, yargımızı çürüten ve bizi onu değiştirmeye zorlayan daha sonraki tecrübelere rağmen o yargıda ısrarlı olmamız, gerçeği görmek ve kabul etmek istemeyişimizdir. Bu kabul ve isteği gerçekleştiremediğimiz sürece bireysel ya da toplumsal dünyamızda hayatı güzelleştiremeyeceğiz.
Zihnimizin yaralarla ve zehirle dolu olduğunun farkında olmazsak, bunları temizlemeye de başlayamaz ve acı çekmeye devam ederiz. Acı çekmekten aldığınız özel bir zevk yoksa, buna Yeter artık! diyebiliriz. Duygu ve düşüncelerimizi iyileştirmek ve farklı bir rüyaya dönüştürmek için bir yol arayabiliriz.
Burada çözümsüz olan konu, şu veya bu şekilde oluşmuş önyargılarımızı test etme ve doğruluğunu sınama imkanı bulamıyor olmamız iken, daha da kötü olanı, bu olanağı bulduğumuz durumda bile buna yanaşmıyor olmamızdır. Eğer bu bizde bir alışkanlık haline gelmişse, böyle bir düşünce tarzının paranoyak, bunun yaygınlaştığı toplumun da paranoya toplumu olduğu su götürmez bir gerçek.
Ne yazık ki sistem söz konusu olduğunda kendimizi çok çaresiz ve yetmez hissederiz. Oysa sistemin, gücünü bize benzer insanlardan aldığını pek düşünmeyiz. Bu noktada birçoğumuz çok ketum davranırız... Çaresiz kalırız, diretmeyiz. Oysa Jacop Rıssın bu anlardaki duruma ilişkin saptaması, bize bir referans olabilir: Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa ama değil kırmak, küçük bir çatlak bile oluşturamaz... Sonra birden yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir... İşte o zaman anlarım ki, taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.
Asıl olan oyunu bozmaktır
Yaşanan hiçbir şey unutulmayacak. Bize her gün Bu kadarı da olmaz dedirtip daha beterini yapanlar, hayat gücümüzün sınırını zorlayanlar, bir gün hiçbir şey olmamış gibi davranamayacaklar. İnsanların hafızası unutsa da tarihin hafızası unutmayacak. Tüm kirli çamaşırları bir bir ortaya döküp gerçeğini yapacak. Yani yapanın yanına kâr değil, hiç tahmin edemeyecekleri kadar büyük bir zarar kalacak.
Yaşadığımız dingin bir sükunet hali değil, gerçek bir dilsizlik hali.
Onca önemsenmeyen, ayaklar altına alınan insani değerlerin karşısında bir an durup düşünmek, yaşam ve kendimizle yüzleşip hesaplaşmak gerekmez mi?
Evet, kural değişse de fark etmiyor... Asıl olan oyunu bozmaktır. Savaşın kahredici ortamına rağmen, hayata ve insan geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran görüntülere rağmen umudumuzu yitirmememiz gerek Kendine insanım diyen herkesin bu kirli savaşın karşısına dikilmesi gerek. Devletin kendi vatandaşlarını farklı düşünce ve görüşlerinden dolayı bastırma, inkar ve imha etmesi, ne devlete ne de topluma bir yarar getirecektir. Tarih bizlere, temel insan hakları için mücadele eden toplumsal uyanışın çağ dışı yöntemlerle, yasaklarla ve yasalarla bastırılamayacağını defalarca göstermiştir. Demem o ki; toplumu ve toplum hayatını kıskaç altına alan zihniyete karşı, uyanık ve uyarıcı olmak, cesur ve mücadeleci olmak zorundayız.
Her türlü fetişizmin karşısına insani olanı koymak zorundayız. Ruhumuzun ve zihinselimizin dikenli tarlasında yalınayak dolaşan bir vicdan gerek bize. Topsuz-tüfeksiz bir dünya istiyorsak, bunun gerçekleşmesi için de Einsteinın deyişiyle savaş uğruna hiç karşı koymaksızın göze aldığımız özverileri, barış uğruna da göze almakla yükümlüyüz!..
A. Hicri İzgören
Evrensel'i Takip Et