2 Mart 2008 00:00

arjantin’de sessiz soykırım


Latin Amerika ülkelerinden Arjantin, yoksulluk oranının diğer komşu ülkelerle karşılaştırıldığında daha az olması ile övünüyor. Arjantin, açlık çekenlerin sayısının az olması nedeniyle kendisiyle gurur duyuyor. Ancak son beş yılda yaşanan güçlü ekonomik büyüme, ülkenin en yoksul bölgesi olan Chaco’daki Toba kabilesinin 30 bin üyesi için bir anlam ifade etmiyor. Bu yerliler, ormanın kendileri için ayrılmış uzak bir bölgesinde açlık ve hastalıkla iç içe yaşıyorlar. Ayrıca ormandaki gelişigüzel ağaç kesimi nedeni ile de sorunları katlanarak artıyor.
Toba yerlisi Apolinario Domínguez, Gazeteci Andrés Schipani’ye kendi hikayesini şöyle anlatıyor:
“Ben burada, El Espinillo’da, sık ağaçların olduğu El Impenetrable ormanının içinde doğdum. Doğduğum bu bölgeden sadece bir kere uzaklaştım. Buraya 10 km uzakta olan büyük bir çiftlikte pamuk toplamak için... Ve bunun dışında hiçbir seyahatim olmadı. O zamanlar zor zamanlardı. Ağır işlerde çalışıyor ve yeteri kadar para kazanamıyorduk. Ama yine de iyiydik. Üç kardeşim ve ben 140 kilo pamuk toplardık. Ah o günler!! Her taraf pamuktu. Ama şimdi soya onun yerini aldı. Ve büyük hasat makineleri yüzünden bize ihtiyaç kalmadı. Beni kız kardeşim büyüttü ama diğer aile üyelerinin de şimdiki olduğum hale gelmemde büyük katkıları oldu.

Bal kabağı, karpuz, mısır
Evet sadece bu kadar değil, bugün ben yalnızca bir deri ve kemiğim. Anne ve babam ben daha çok genç yaşlarda iken öldüler. Her şey kardeşlerimin üzerine yıkıldı. Küçük bir çiftliğimiz vardı, sadece ufak bir toprak parçası ormanın derinliklerinde. Bal kabağı, karpuz, mısır, patates yetiştiriyorduk. Her şeyi ellerimizle yapıyorduk. Ellerimiz ve bir de tahta pulluk ile. Sonra futbol oynadım ben. Çok zayıf görünsem de çok hızlı koşuyordum. Ama daha sonraları koşamadım, çünkü daha çok zayıflamıştım. Okula gittim. Küçük ve yoksul bir okuldu. Fakat sadece ikinci sınıfı bitirdim. Vaktimin çoğunu nehirde balık avlayarak geçirdiğim için okuldan ayrıldım. Çok şanslıydım ve çok fazla balık tutuyordum, özellikle de geceleri... Bazen ormanın içlerine gidiyor ve orada ok ve yayla avlanıyordum. Onlar bana babamdan miras kalmışlardı. Ne yazık ki tıpkı tahta saban gibi onları da bir parça yiyecek karşılığında sattım.
Hükümet yetkilileri biz yerlileri tembellikle suçluyorlar. Onlara göre biz, onların bize vermiş olduğu tarım aletlerini sattığımız için suçlu ve hatalıyız.
Fakat ne istiyorlar? Onlar bazılarımıza bazı aletler verdiler ama tohum vermediler. Biz de birazcık nakit para ya da gıda karşılığında satmak zorunda kalıyoruz. Ve bazen de tohum veriyorlar ama tarım araçlarını vermiyorlar.
Bir keresinde bize bir traktör verdiler, ormanın orta kısımlarında açık alan olmayan bölgelerde kullanmamız için. Ama bize bu aleti nasıl kullanacağımızı öğretmediler. Ve traktörü çalıştırmamız için mazot da vermediler.
Bu seçim öncesi yapılan bir hayırseverlik gösterisiydi. Buralarda çok sık rastlanan bir durum bu. Bu ülkede, özellikle Chaco’da, bir yerli olarak doğmuş olmak demek ölüme mahkum olmakla aynı anlama gelir. Dört yıl önce tüberküloz hastalığına yakalandım. Akciğerimden korkunç sesler geliyor nefes aldığımda. Ölümün beni çağıran sesi gibi. Ve bu hastalığa yakalanan tek kişi ben değilim burada, hepimizde var aynı hastalık. Annem ve babam tüberkülozdan öldüler. Bize aşı vermek için gelmediler ama beyazlara aşıları götürdüler. Yerli doktor beni muayene ettikten sonra beyaz insanların doktorlarına gitmek gerektiğini söyledi ama onlar bizimle ilgilenmiyorlardı. Bir keresinde beni şehirdeki hastaneye gönderdiler, fakat bu mümkün değildi.

Ölümler engellenebilirdi
Ben chagas olmuştum (Güney Amerika’nın yoksul bölgelerinde vinchuca isimli bir sinek ile yayılan ölümcül bir hastalık). Buradaki ölümlerin hepsi vinchuas kaynaklı. Yetkililer bizimle ilgilenmiyorlar, buraya gelmiyorlar ve bizi kırıp geçiren mikropları yok etmek için dezenfeksiyon yapmıyorlar. Aslında çok kolay bazı işlemlerle bunca ölümü engelleyebilirlerdi. Ama bunun da kötüsü var ve o da açlık. Son beş yıldır açlıkla boğuşuyorum. Bazen hükümetin yardım kampanyaları kapsamında içinde mısır unu, pirinç olan bir kutu alıyorum. En son kutuyu almamın üzerinden ise tam dört hafta geçti. Ayrıca balığa çıkmak veya ormanda avlanmak için de çok zayıfım. Zaten eskisi gibi ormanın içinde hayvan da yok. Çünkü beyazlar ormanlarımızdaki ağaçları kestiler, ormanı yok ettiler neredeyse.
Bazılarımız 5 peso karşılığında kütük kesiyor ve temizliyoruz. Ormancılık beyazlar için iyi bir iş olabilir ama bizim için ağaçlar kutsaldır, onlar bizim yiyecek kaynaklarımızdır. Biz unumuzu çok besleyici olan algaroba fasulyesinden yapıyoruz. Fakat artık bu ağaçlar azaldı ve neredeyse hiç fasulye kalmadı. Hayvan yok, pamuk yok, ilaç yok ve su yok. Biz terk edildik. Unutulduk. Beş ay kadar önce birçok insan ve çok sayıda gazeteci kameraları ile buraya geldiler. Ve sonra politikacılar geldiler. Ömrüm boyunca bu kadar insanı bir arada görmemiştim. Bu bana bazı şeylerin iyiye gitmeye başlaması gibi gelmişti. Bize ilaç ve gıda kutuları verdiler. Hatta bana daha iyi bir ev vermeyi bile teklif ettiler. Bunun hükümetin “Daha İyi Yaşam” programı kapsamında bir durum olduğunu düşünmüştüm. Fakat ev çok küçüktü ve soğuktu.
Ama bence bu hükümet programının adı “daha iyi ölüm” olmalıydı. Geldiler ve gittiler. Ve biz bir kez daha unutulduk.
Buraya yemek ve başka şeyler getirerek bize yardımcı olan Ronalda, bana bir kere şunu söyledi: ‘Siz sessiz bir kıyımın kurbanlarısınız.’ Çok hastayım. Chagas ve tüberkülozum. İyi beslenemiyorum ve şimdi onlar buraya bir baz istasyonu kurmak istiyorlar. Bu iyi mi? Bizim cep telefonumuz yok, onu alacak paramız da yok ve baz istasyonunun yapılması demek daha çok ağacın kesilmesi demek. Bu alan daha iyi kullanılabilirdi. Şimdi sanki bir çöl gibi: Boşluk. Boşluk, tıpkı benim gibi... Sanırım 35 kiloyum. Ve benim gibi birçok yerli bir deri bir kemik halde oturmuş ölümün gelmesini bekliyor. Ben tek değilim.”
(The Guardian’dan çeviren: Taylan Özgür Efe)

Evrensel'i Takip Et