2 Mart 2008 00:00

KİRVEME MEKTUPLAR


Kirvem,
Görünen o ki, şu son günlerde milletçe farkında olmadan içine balıklama daldığımız “türban” meselesi artık neredeyse “Dağ başını duman almış yürüyelim arkadaşlar!” safhasına gelip dayanırken, aynı zamanda da tadından yenmez, yanında yatılmaz boyutlara ulaştı.
İçine düştüğümüz bu “kaknem” durum karşısında kimilerimiz fazlasıyla efkârlanıp deeoorlar ki:
“Bir ‘bez’ parçası yüzünden günlerce birbirimizi didikleyip durmak, hele hele bunu da iki binli yıllarda yapmaya kalkışmak asil milletimize hiç mi hiç yakışmoor, üstelik bizleri her an ‘ham yapmak’, ‘bölüp parçalamak’ için kuyrukta sıra bekleyen bilumum ‘harici-dahili’ düşmanlarımız çevremizde cirit atarken …”
Leb demeden leblebi kokan yukardaki cümlenin devamını yazmaya zaten gerek yokken, beri taraftan kimileri de başka telden çaloorlar:
“No! Kazın ayağı hiç te öyle değil, türban dediğin şey ilk bakışta belki gerçekten de bir bez parçası ama, burada önemli olan bu ‘bez’e, bu ‘çaput’ parçasına insanların gerek kendi dini inançları, gerekse siyasi bakış açılarıyla yükledikleri ‘değer’ yargılarının içeriğidir, ki bunların kaynağının da günümüzde gelip noktalandığı yer, ‘bireysel hak ve özgürlükler’in ta kendisidir. Dolayısıyla üniversitelerde türban müdahalesine son verile…”
Kimileri de, hani “Dur ayağıma yer edim, gör ki sahan ne edim!” yaklaşımıyla, türbanın sadece üniversitelerde değil, ülkenin her yerinde, özellikle de “kamusal alan” denen, ama sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği bir bakıma muamma olan mekânlarda da serbet olmasını isteyip başka havalarda ötoorlar:
“Her yerde, her ahvalde ‘türbana örgürlük’ vesselamün aleyküm…”
İşi gücü elhamdülillah başlarından aşkın, hani affedersiniz bilmem nesi bilmem nesine denk geldiği için “mutlu azınlık” kulvarlarında keyif sürenler, veya bunların tam aksine işsiz güçsüz ortalarda sürünüp ister istemez kaldırım mühendisliğine soyunan “mutsuzlar, umutsuzlar ordusu”nun sürüsüne bereket temsilcileri de, bu türban konusunun gari giderek çığrından çıktığını, sabah akşam temcit pilavı misali ısıtılıp ısıtılıp gündeme taşınmasının tümüyle anlamsız olduğunu, üstelik Devlet’in en en tepesinde, Çankaya’daki kırmızı, marokan koltukta güle oynaya oturan “zat”la, keza aynı şekilde cumhurumuzun neredeyse yarısının oyuyla seçilip milletin en en en Büyük Meclisi’nde başbakan sıfatıyla sandalye kapan “muhterem”in saygıdeğer eşlerinin yanı sıra, ayrıca sayıları kırk elin parmaklarını neredeyse kırk sekiz kez sollayan bakan, müsteşar, genel müdür falan filan feşmekânların da zevceleri, kerimeleri de türban, ya da henüz gözü açılmamış “sığırcık yavrusu” modasını “yakinen” takip edip, bu uğurda tüm dünya aleme “örnek” olduklarına göre, ehh o zaman bu saatten sonra neyin nesini tartışıyoruz ka yavrum babında fikir beyan edip sonra da dertlenoorlar:
“Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye…”
Nitekim bu “sığırcık yavrusu” meselesinin önce memleketin “payitaht”ından başlayıp oradan da yine memleketin en büyük “metropöl”üne sıçrayıp, ondan sonra da hani mil pardon ama, sanki kıçına nışadır sürülmüş Kıbrıs eşeği koşuşturmasıyla ülkenin yolları kardan kapalı mezralarıyla, suyu akmayan köylerinin kuru çeşmelerinin başında sabırla nöbet bekleyen insanlarımızın da gündemini gerçekten de oluşturuyor mu, bilemoorum, ancak ezcümle görünen o ki, hani Molla Nasrettin’in deyimiyle bu ülkede herkes kendince yerden göğe kadar haklı!!!
Ha bu arada türban çıkartmasına yenik düşüp gündemin en arkasında öksüz evlat muamelesiyle sıra bekleyen, adıyla sanıyla ünlü “üç yüz bir nümero”lu maddenin şu ya da bu şekliyle sünnet edilip veya maazallah kazara da olsa “kuşun gelip taşı bulduğu” o mucizevi noktada tümüyle yer ile yeksan olmasının ardından belki Hoca Efendi’nin bol kepçeden herkese “Sen de haklısın!” deyip dağıttığı bu hak, hukuk, adalet, özgürlük meseleleri konusunda iki satır laga luga etmeyi daha sonraya bırakıp, yine asıl “möhöm” konumuz olan “türban”a, nam-ı diğeriyle “sığırcık yavrusu”na dönüp, haftaya görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla.
Mıgırdiç Margosyan

Evrensel'i Takip Et