8 Mart 2008 00:00

ZEUS SUNAĞI


Artık teke tek vuruşmak üzere Yunanistanlı komutan Ahilleus’la Troyalı Hektor karşı karşıya geldiler...
Ahilleus’un başının üstünde birkaç kez savura savura döndürdükten sonra fırlattığı tunç kargı, hemen yere çömelen Hektor’un başının üstünden vınlayarak geçip az ötedeki toprağa saplandı... Tanrıça Atena da hiç görünmeden tunç kargıyı alıp Ahilleus’a geri getirdi... Ama Hektor da; “Gördün mü Ahilleus, vuramadın işte! Şimdi sen de benim tunç kargımdan kendini iyi koru!... Seni temizlersem yıllardır süren bu çirkin savaşı bitirmek kolay olacak!..” dedi ve birkaç kez başının üstünde savurduktan sonra bütün gücüyle tunç kargısını Ahilleus’un üstüne fırlattı. Kargı ıslık çalaraktan ve büyük bir şangırtıyla vurdu Ahilleus’un kalkanına. Ama tunç temreni bükülüp geri tepti... Ve Hektor da şaşırıp kaldı! Çünkü artık elinde başka fırlatacak kargı yoktu! Hemen kardeşi Deyfobos’u bağıra bağıra çağırdı yardımına.... Ama koduysa bulsundu Deyfobos’u! Çünkü tanrıça Atena, kardeşi Deyfebos kılığına girerek kandırmıştı! O yüzden çağrısına yanıt olarak Atena’yla Ahilleus’un ince kahkahaları yankılandı Hektor’un kulaklarında...
Artık tanrı Apollon da gelmiyordu yardımına! Tanrılar yazgısıyla başbaşa bırakmışlardı Hektor’u... Acı acı gülümseyip; “Gene de bana yiğitçe dövüşmek düşer,” diye söylendi kendi kendine. “Yiğitçe öleyim de gelecekteki insanlar da beni öyle bilsin...”
Hemen kendini toparlayıp böğründe asılı sivri kılıcı aldı eline. Sonra Ahilleus’un üzerine doğru yürümeye başladı. Ahilleus’un elinde de, az önce tanrıça Atena’nın getirip verdiği tunçtan kargısı vardı... Neresine saplasam bu kargıyı diye Hektor’un bedenini tepeden tırnağa süzmeye başladı Ahilleus. Her tarafı tunçtan bir gömlekle kaplıydı Hektor’un... Ne var ki bu tunçtan gömlek ve elindeki kılıç birzamanlar Ahilleus’un babası Peleus’la anası tanrıça Tetis’in düğünleri sırasında Olimposlu tanrıların verdiği düğün armağanlarıydı... Geçen zaman içinde bu evlilikten Ahilleus dünyaya geldi. Ama anası tanrıça Tetis, büyüdüğünde oğlu Ahilleus’u savaşa göndermek istemiyordu. Bu yüzden onun bedenini harlak ateşler üstünde tavlayıp ölümlü hücreleri yok etti. Ne var ki eliyle tuttuğu topuk, ateş görmediği için çocuğunun silahlara duyarlı yeri olarak kaldı!...
Egemenlerin kendi çıkarları için rengârenk örtülerle perdeleyip bir zorunlulukmuş gibi halklara dayattıkları bütün savaşlar gibi, Başkral Agamemnon’un da sözde namus temizleme amacıyla başlattığı Troya savaşına katılırsa, Peleus’la Tetis, oğulları Ahilleus’u yitireceklerini iyi biliyorlardı... O yüzden bu savaşa katılmasını önlemek için onu bir gençkız kılığına sokup bir dostlarının sarayına bile gönderdiler! Ne var ki eninde sonunda Troya savaşına katılmak zorunda kaldı Ahilleus. Onu zorla alıp götürdüler... İşte Peleus, oğlu savaşa giderken tanrıların armağanı bu silahları verdi ona... Belki de ölümünü geciktirir umuduyla...
Ahilleus da daha savaşın başında, Başkral Agamemnon’un ve onun başlattığı savaşın çirkin ve gerçek yüzünü görüp hemen savaştan çekildi. Uzun yıllar savaşa katılmadı. Ama Yunanistanlı ordular da habire Troyalılar önünde yenilmeye başlayınca Ahilleus, kendi isteğiyle savaşa katılmak isteyen can dostu Patroklos’u bu baba armağanı silahlarıyla kuşatıp cepheye göndermek zorunda kaldı. Ama Troyalı Hektor da Patroklos’u öldürdü ve silahlarını alıp kuşandı! İşte Ahilleus bu yüzden Hektor’un sırtındaki bu geçmişi uzun, aslında kendi silahlarına bakıyordu bütün dikkatiyle...
Birden bu düşünceleri bırakıp elindeki kargıyı saplayacak boş bir yer aramaya başladı Hektor’un bedeninde. Çünkü her yanı tunçtan bir gömlekle kaplıydı.... Ama boynuyla köprücük kemiği arasında bir boşluk olduğunun ayırdına varınca bütün hışmıyla elindeki sivri uçlu kargıyı bu kemiğe sapladı... Ve Hektor da toz toprak içine, olduğu yere yuvarlanıverdi... Ahilleus’un da yüzü aydınlandı sevinçten... Ve içinde bir volkan gibi kaynayan öfkesini püskürtmeye başladı hemen: “Sen benim can dostum Patroklos’u öldürüp silahlarını alırken nasıl da öğünüyordun, değil mi? Ama Patroklos beni bırakmıştı arkasında! İşte şimdi seni yerlere serdim! Kuşlar, köpekler didik didik edecekler bedenini!...”
Tolgası hâlâ başında duran, toz toprak içindeki bedeni kanlı Hektor; “Yalvarırım sana Ahilleus; anan baban adına yalvarırım... Benim ölümü köpeklere bırakma sakın! Yığınla tunç al, altın al anamdan babamdan... Ama onlara geri ver ölü bedenimi. Güzelce yaksınlar beni. Böylece ateş payımı alıp Hades’e rahatça gidebileyim!...” dedi. Ama kesik kesik, kan kusa kusa söyleyebildi bu son sözlerini... Ve bu sözlerin ardından, kapalı gözlerini saran bulutlar curcunası içinde, şimşekler çaktığını görür gibi oldu Hektor. Ve bu şimşekler içinde daha birkaç aylık oğlu Astyanaks’ı kucağında getirdi güzel karısı Andromahe ... Bebek de birden bir çığlık kopardı onu görünce. Karısı Andramohe de; “Sana gel gitme savaşa dememiş miydim, zavallı Hektor’um!” deyip bulutlar içinde kaybolup gitti. Bunun ardından Hektor’un canı da bedeninden uçup gitti...
Daha hızını alamayan Ahilleus; “Bana yalvarma köpek! Can dostumu öldürdükten sonra ben sana acımam! Köpekler emecek senin kanını... Anladın mı?” diye basbas bağırdı... Birkaç dakika susup soluklanmanın ardından kendi yazgısını da düşündü: “Artık sen de öl dostum, nasıl olsa ben de boyun eğeceğim yazgıma!” diye söylendi. Sonra da Hektor’un boynuna sapladığı kargıyı çekip çıkardı bütün hışmıyla! Kargının ucundaki tunç temrenden birkaç kızıl kan damladı toprağa... Kargıyı bir köşeye koyup Hektor’un üstündeki kanlı silahları soydu bir bir. Bedenini saran tunçtan gömleği de sıyırıp attı!...
Hektor artık çırılçıplak yatıyordu toz toprak içinde... Haliyle Yunanlı askerlerle dolup dolup boşalmaya başladı Hektor’un çevresi... Askerlerin her biri kendince birşeyler mırıldanıyordu yerde yatan bedeni yakından görünce... Ama hepsi de onun boyuna bosuna baktıkça şaşırıyordu... “Hektor gerçekten buncasına güzel miydi?” diye söyleniyordu kimisi de...
Ama geriye dönüp giderken her asker, aldıkları buyruk gereği, sessiz yatan Hektor’a birkaç tekme atmak zorunda kalıyordu...
Yaşar Atan

Evrensel'i Takip Et