19 Mart 2008 00:00

UFUK


Ortadoğu halklarının, her yıl 21 Mart’ta bayram olarak kutladıkları Newroz, Türkiye’de Kürtler açısından taleplerini kitlesel bir biçimde dillendirdikleri bir gün olarak kutlanıyor. Her yıl düzenlenen Newroz kutlamalarına ise o dönemdeki siyasal konjonktüre bağlı olarak öne çıkan talepler damgasını vuruyor.
Bu yıl da Newroz, çatışmalı sürecin doruğa çıktığı bir dönemin hemen sonrasına denk geldi. Irak’ın kuzeyine gerçekleştirilen hava harekatının ardından, ABD’nin istihbarat ve diplomatik desteğiyle gerçekleştirilen kara harekatı süreci yaşandı. Daha önce gerçekleştirilen 24 harekatın deneyimlerine rağmen gerçekleştirilen bu son harekat sonucunda da, tarihin aklının haklı çıktığını söyleyebiliriz.
Ancak büyük bir hamasi rüzgarla gerçekleştirilen bu harekat, üretilen beklentinin yüksekliği nedeniyle içeride ciddi bir çatırtıya yol açtı. CHP ve MHP ile Genelkurmay arasında oluşan gerilim bunun en somut göstergesi oldu.
Kökleri cumhuriyetten de eskilere dayanan Kürt sorunu, kalıcı bir çözüme kavuşturulmadığı sürece, onun yol açtığı sonuçları ve çatışmaları yaşamaya devam edeceğiz.
Kürt sorununa geleneksel tarzda yaklaşmakta ısrar edenlerin ve kendi siyasal varlığını bu sorunun devamında görenlerin, yaşanan can kayıplarına, savaş ortamının başkaca sosyal ve ekonomik bedellerine rağmen bir 25 harekata daha açık olduklarını söylemek abartı sayılmamalıdır.
Peki hayat buna izin verir mi?
Bu soruyu, iradenin iyimserliği ile yaklaşarak “vermez” diye yanıtlayabiliriz. Ancak bunun da, buna uygun bir mücadeleyi gerektirdiği açık. Türkiye’de devlet politikasına yön veren asker ve ‘sivil’ güçlerin, toplumu askeri yöntemler dışındaki bir çözüme hazırlamaya yönelik bir niyetleri olmadığı sürece, onların ağzına bakan medya merkezlerinin, buna uygun bir tutum almasını beklemek hayal olacaktır. Bu durumda, çözümü gündemleştirecek olan da, sadece Kürtler değil bir bütün olarak barış ve demokrasi güçlerinin aşağıdan yapacakları baskının düzeyidir.
Böyle bir baskı olmadığı sürece, medya bu konuda otomatiğe bağlanmış refleksleri ve klişeleriyle hareket etmeyi sürdürecektir. Örneğin, Newroz yaklaşırken PKK’nin en yüksek organı olan KCK tarafından yapılan diyalog ve silahsız çözüm çağrısı, Kuzey Irak’a hava ve kara harekatı için can atan “medya birlikleri” tarafından görmezden gelindi.
Bu çağrıyı haber yapan bir internet sitesi ise “PKK devlete şart koştu” başlığını kullandı. Yani daha baştan bilinen önyargıları körükleyen ve yapılan çağrıyı itibarsızlaştırmaya çalışan bir başlık. Bu da bir kez daha gösteriyor ki, egemen medya diyalog çağrısı yapan değil, ya pişman olup teslim olan ya da savaşan bir PKK’yi tercih ediyor. Elbette bunu söylerken, hakim medya içinde bu konuda olabildiğince demokratik çözüm seçeneğinin gündemleştirilmesi için gayret eden sınırlı sayıdaki meslektaşımızın farkını atlamıyoruz. Ancak medyanın genel tutumunda öne çıkan, ona rengini veren anlayış, bugün açısından çözüme kapalı, savaşa açık olan anlayıştır.
Bu anlayışa göre Türkiye, bu sorunun çözümü için ABD’yi muhatap alabilir, AB normlarını önemseyebilir, ama içeriden bir muhatabın oluşmasını aklından bile geçiremez. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın, medyanın Ankara temsilcilerine verdiği brifingde ifade ettiği gibi, “siyasi çözüm” diyenler, PKK’nin önerisini dile getirmektedirler.
Bu refleksin, Kürt sorununun çözümü için yıllardır mücadele veren demokrasi güçlerini hedefe koymak ve yıldırmaktan başka bir noktaya bağlanmadığını söylemeye gerek var mı?
Bir kez daha vurgulayalım ki, bu politika artık iflas etmiştir. Medyanın ya da şoven çevrelerin tutumuna rağmen, demokratik çözüm arayışına dair tartışmanın bugün daha yaygın yapılıyor olması da buradan kaynaklanmaktadır.
Öyle görünüyor ki bu yılki Newroz, demokratik siyasal çözüm talebinin çok kitlesel bir düzeyde dillendirileceği bir Newroz olacaktır.
Newroz’un bizi, barışa ve demokratik çözüme biraz daha yaklaştırması dileğiyle.
Newroz Piroz Be!
Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et