23 Mart 2008 00:00

‘İnsanın belleği…’

Evet, insanın belleği unutmak özürlüdür. Bu söz Osmanlıca söylendiğinde daha mı tumturaklı ve etkili oluyor acaba? “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.” Görüldüğü gibi Türkçesi daha yalın ve alçak gönüllü… Neyse, adına ‘nisyan’ ya da unutmak da dense, sonunda biz insanlar için pek iç açıcı olduğu söylenemez.

Paylaş

Evet, insanın belleği unutmak özürlüdür. Bu söz Osmanlıca söylendiğinde daha mı tumturaklı ve etkili oluyor acaba? “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.” Görüldüğü gibi Türkçesi daha yalın ve alçak gönüllü… Neyse, adına ‘nisyan’ ya da unutmak da dense, sonunda biz insanlar için pek iç açıcı olduğu söylenemez. Herhalde bu aşamada “Ne zaman toplumsal belleğe sıra gelecek” diye sormanın da alemi olmasa gerek!
***
Âşina Yüzler…
Bir dönemin önde gelen politikacılarından Samet Ağaoğlu (1909-1982) ilk gençliğinden beri elinden düşürmediği kalemiyle bir edebiyat dervişi olarak bilinir önce. Değerli öykü kitapları yanında; renkli anı/portreleri, gezi ve incelemeleriyle de tanınmaktadır. Ağaoğlu, Âşina Yüzler (Ağaoğlu Yayınevi, 1965) adını verdiği ‘edebi biyografi’ kitabında çok ilginç gözlem ve izlenimlerini yazmıştır. Hiçbirinin adını söylemeden, anlattığı kişiye ilişkin öylesine ilginç özellikler sayar ki, sanat, politika ve edebiyat dünyasına uzak olmayan okurlar, portrenin adını mırıldanmaya başlar az sonra. Bunlardan biri de bütün Türkiye’nin tanıdığı İstanbul Belediye Başkanı, iki kez bakanlık görevine getirilmiş, birçok derneğin başkanı Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dır. Onun anlatıldığı yazının başlığı Unutulan Adam’dır. Samet Ağaoğlu, sergilediği tanıdık yüzlerden birini Yahya Kemal’in şu ünlü mısralarıyla noktalamış:
“Ölmek değil ömrümüzün en feci işi
Müşkil odur ki ölmeden evvel ölür kişi.”
***
Unutulmak munutulmak…
Siyaset kürsüsüyle varlığını duyurarak kendine bir yer edindikten sonra oradan uzak kalmak, birçok insana unutulmanın cehenneminde debelenmek gibi gelir. O yüzden pek çok politikacı ve yerel yönetici, yaş maş haddini duymazdan gelerek bir türlü rahat köşelerine çekilmeyi bilmez. Ama Anadolu insanı vefalıdır genelde. Çevresindeki nice umur görmüş, irili ufaklı makamlara gelmiş kişilere daha sıcak davranarak gönül almaya çalışır. Kırk yıl önceki muhtarına “Muhtar Emmi” der. Otuz yıl önce kasabada belediye başkanlığı yapan hemşehrisine “Reis Bey” diye hürmet eder. Altı ay bakanlık yapsa da, hemşehrisi ve partidaşları “Sayın Bakanım” diye ünler. “Sayın Vekilim”, “Sayın Valim”, “Sayın Kaymakamım”da olduğu gibi… Askeriyede de hangi rütbeden emekli olursa olsun, “Komutanım” diye konuşmaya girilir.
***
Elli yıl öncesi…
1953-1954 yılından itibaren siyasî hayatımızın kahramanlarını çevremden, gazete ve dergilerden izlemeye başladım. 1950 öncesini ise daha sonra dergi ve kitaplardan öğrendim. 1950’den çok 1954 genel seçimlerinin sonucu DP iktidarının başını döndürmüştü. Bir yıl erken yapılan ve kıl payı kazanılan 1957 seçimi ise iktidar partisine korkulu günler yaşatmıştı. Hatta Menderes’in, “Tanrı bana bir daha böyle bir gece yaşatmasın” dediği kulaktan kulağa duyulmuştu. Bu arada iktidarın sandık hilesi yaptığı iddiası epeyi yankılandı. (Sanki DP, 1946’da CHP’nin yaptığının rövanşını alıyordu.)
***
(1957 seçimleriyle ilgili anlatılan bir anekdot: Isparta’da seçimin yaklaşması üzerine Nur talebesi gençler Üstad Saidi Nursi’ye varıp, hangi partiye oy vereceklerini sorarlar. “Estağfurullah” der üstad; “Ben asla ve kat’a siyasetle iştigal etmem.” Öğrenmek için ısrarlı olan şakirtlerini Saidi Nursi Hazretleri kısa yoldan yanıtlar: “Ben Ednan Bey’e duacıyım.”)
***
Polemik diye diye…
1950’li ve ‘60’lı yıllarda Meclis içinde ve dışında kamplaşmayla birlikte, düşük düzeyde polemikler de yoğunlaşmıştı. Belki de en hafifi ve sevimlisi sayılsa da, şimdiki kuşağa iyice yabancı gelecek olan “kâzip şöhret” ile “kifayetsiz muhteris” suçlaması idi. Sıkça kullanılan bu sözlerin birincisi yalancı, abartılmış şöhret; ününe yakışmayan kişi… İkincisi biraz daha ağırdı; yetersiz ve yeteneksiz olduğu kadar da hırslı…
***
Bardağı taşıran damla…
1957 seçimlerini kıl payı da olsa kazanan DP işi iyice azıtmıştı. Şimdilerde mağdur ve mazlumu oynayan, sanki o yıllarda her şey güllük gülistanlıkmış gibi düşünenlere tabii diyecek sözümüz olamaz. Elli küsur yıl önce yaşandı bunlar. 1945’te başlayan dışa bağımlılığın zavallı hırçınlığı… Beceriksizliği ve elbette doymayan ilkel hırsın biçimlendirdiği cart curt dayılanmalar… 1960’ın başlarında Muhalefeti (CHP’nin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetleri olduğu iddiasıyla) ve basını soruşturmak için kurulan Meclis Tahkikat Komisyonu (27 Nisan 1960) bardağı taşıran damla olmuştu. Ne yazık ki şimdilerde Başbakan Erdoğan’ın muhalefete ve gazetelere karşı hırçın tutumunu gördükçe, DP’nin o sertlik günlerinde kurduğu komisyonu anımsatıyor kimi köşe yazarları.
***
‘Başımıza gelenlerden korkmadığımız için…’
Büyük değerimiz Aziz Nesin’in, aylık Sosyal Adalet dergisinin Ağustos 1964 tarihli sayısından başlayarak beş sayı sürdürdüğü yazı dizisinin başlığı anlamlı olduğu kadar biraz uzuncadır: Başımıza Gelenlerden Korkmadığımız İçin Bütün Korktuklarımız Başımıza Geldi.
Söz Aziz Nesin’in: “Kitabın adı ‘10 Temmuz İnkılâbı ve Sonuçları’ dır. 1919’da yazılmış, 1920’de kitap olarak basılmıştır. İlk sayfasında kitap okurlarına şöyle tanıtılmaktadır: ‘Türkiye’nin yıkılışının etmenleri Makedonya, Ermenistan ve Suriye meseleleri.’ Kitabın üzerindeki yazar adı Şeyh Muhsin-i Fani’dir. Kitaplığımıza ‘Büyük Türk Lügati’ni kazandırmış olan Hüseyin Kâzım, politikayla ilgili eserlerinde Şeyh Muhsin-i Fani takma adını kullanmıştır. Kitabın içindeki ‘Başımıza gelenlerden korkmadığımız için bütün korktuklarımız başımıza geldi’ yargısı, toplumca bir türlü kurtulamadığımız öyle bir acı gerçeği dile getiriyor ki, kitabı özetleyerek bugün geçerli dilimize aktarırken, o yargıyı yazıma başlık yaptım. (…) Kitabın büyük değeri, yazarının güçlü ve gerçekçi gözlemlerindedir. Kırk dört yıl önce yazılmış olan bu kitabı okurken, sanki yazar tıpkı tıpkısına bugünü anlatıyor diye şaşırmaktayız. Bana öyle geliyor ki, yıkılan DP ileri gelenleri bu kitabı okumuş ve ondan ders almış olsalardı, bütün bu kötü, acı ve acıklı sonuç hem onların başına gelmezdi, hem de yurdumuz mutlu bir yola girerdi.”
Aziz Nesin Usta, “27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylar da, bu kitaptan haberleri olsaydı birtakım yanlışlar yapmazlardı” diyor. Ardından o günün politikacıları AP ile CHP’ye de bu kitabı okumalarını öğütlüyor.
***
Menderes’i tanımayan bir Egeli
Yirmi yılı geçti sanıyorum. Ankara’da bir üniversitenin Kamu Yönetimi bölümünü kazanmış bir öğrenci, ders kitaplarını aramak için Zafer Çarşısı’na gelip giderken bize de uğruyordu. Kitabevindeki genç yardımcımla zaman zaman söyleşiyorlardı. Ege’nin ünlü bir ilçesinden gelmişti. On dokuz yirmi yaşlarında, sırım gibi bir gençti. Tam da o günlerde kafamda biçimlenen bir soru işaretinin üstüne gelmişti. Bir akşamüstü yine uğradı. Kitabevi tenhaydı. İskemleye oturdu. Gelen çayımızı içerken ufak ufak söze başladım. Kaç kez bir vesileyle duyduğum kentini yine sordum. Dalgınlığa getirerek, “Yani Ege’den, İzmir’e yakın, değil mi?” dedim. “Evet…Evet” diye yanıtladı. “Sana bir şey soracağım” dedim, “Hiç duydun mu, kimdir Adnan Menderes?” Evet, biraz düşündü. Sonra yine de kendisinden pek emin olmayan bir sesle “Valla ağabey” dedi “Ya gazeteci ya da politikacı olmalı.”
Alacağımı almıştım. Bir zamanların çocuklarına Adnan, Adnan Menderes adı konan… Yaygın bir anlatıma göre, eğer 26 Mayıs’ta Ege’de olsaydı Adnan Menderes’i askeri güçlere teslim etmeyecek bir bölgenin lise mezunu, Kamu Yönetimi bölümünde okuyan bir genci Adnan Menderes’i tanımıyordu. Türkiye’de (22 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960) on yıl kesintisiz başbakanlık yapmış… Üstelik cumhuriyet tarihinin asılan ilk başbakanı diye tarihe geçmiş biriydi rahmetli Adnan Menderes…
***
Yapanın yanına (kâr) kaldığı sürece…
Altmış yıldır ülkemizi hep sağ partiler yönetiyor, başka bir deyişle hep sağ partiler iktidarda. Serinkanlı bir değerlendirme ile denebilir ki hiçbirinin birbirinden farkı yok. Onca iç ve dış borçlarımız; ekonomik, sosyal, kültürel düzeyimiz onların eseridir… Burunlarından kıl aldırmayan muktedirlerimiz, yanı başımızdaki Avrupa’nın muhafazakâr ve sağ partilerine olsun bakıp utanmazlar mı acep?
Yola çıkalı yüz elli yılı geçti. Ceberut devletten hukuk devletine henüz gelemedik. Bu yüzden de her yurttaş için olması gereken insan haklarının evrensel boyutunu yaşama bir türlü geçiremedik.
Ne yazık ki Sakallı Celal (1886-1962) çok yıllar önce söylemişti: “Bizde ilgililer bilgisiz, bilgililer de yetkisizdir.”
evrensel olmak - Remzi İnanç
ÖNCEKİ HABER

ellerin şifresi

SONRAKİ HABER

‘ara’da kaldık!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa