25 Mart 2008 00:00

DÖNÜŞÜM


ABD’de başlayan mali kriz giderek büyüdüğü gibi bütün kapitalist ülkeleri daha geniş bir ölçüde kapsıyor. Avrupalı bankerler 2007’nin ortasında emlak kredi alanında başlayan krizi, “bu ABD ile sınırlı bir gelişme bizi ve dünyanın diğer bölgelerini hiç etkilemez” diyorlardı. Yani başlayan sadece “bölgesel bir krizdi”. Bunun “o bölgenin” emekçileri için ne anlama geldiğini kısa sürede ortaya çıkmıştı.
Milyonlarca Amerikalı emekçi kısa bir süre içinde kredi taksitlerini ödeyemediklerini evlerini kaybetmekle kalmadılar, bunun yanı sıra taksitlerini ödeyemez hale geldikleri evlerinin üzerinden aldıkları tüketim amaçlı ipotek kredilerinin taksitlerini de ödeyemez hale geldikleri için otomobillerini kaybettiler. Çocuklarının eğitimleri için yine ipotek kredisi üzerinden üniversitelerle yaptıkları harç sözleşmeleri de iptal ediliyor. Milyonlarca emekçi kişisel iflas bildirimi yapmak zorunda kalmışlardı. Mart ve nisan ayının sonuna kadar iki milyon Amerikalı emekçinin daha kişisel iflas bildirimi yapma zorunda kalması ve daha önce iki milyon emekçiyle aynı “kaderi” paylaşmaları bekleniyor.
Yakında dünyanın diğer “bölgelerindeki” emekçiler de Amerikalı kardeşleriyle şu veya bu şekilde “aynı kaderi” paylaşmak zorunda kalabilirler. Mali kriz İngiltere, Almanya ve Fransa’da değişik bankaları iflasın eşiğine getirdi. Ülkelerin merkez bankaları tarafından defalarca verilen destek kredileri şimdiye kadar hiçbir işe yaramadı. Sadece ölümcül hastanın ömrünü bir süreliğine daha uzattı.
18 Mart günü Almanya’nın en büyük bankası olan Deutsche Bank’ın şefi Josef Ackermann, “Bankalar bu sorunu tek başlarına çözemezler, ABD’deki emlak bankalarının yeniden işler haline gelmesini bekleyemeyiz. Bankaların bu sorunu çözmesi yıllar sürer, bu kadar vaktimiz yok” diyerek devletin olaya acil müdahale etmesini istedi. “Normal koşullarda” piyasaların kendi sorunlarını kendileri çözdüğünü ileri süren Ackermann, “Ancak bu krizde piyasa kendini iyileştirecek konumda değil” diyerek önemli ülkelerinin hükümetleri, merkez bankaları ve bankaların bir araya gelerek “ciddi müdahale önlemleri” almasını talep etmişti.
Alman Maliye Bakanı Peer Steinbrück, bir gün sonra verdiği demeçte neredeyse Ackermann’ın sözlerini aynen tekrarlayarak, acil müdahale edileceğini söyledi. Başta sendikalar olmak üzere birçok demokratik kurum bu talebe, “zararların kamulaştırılması kabul edilemez” diye karşı çıktılar. Bu aynı zamanda sokaktaki vatandaşın da görüşünün ifadesiydi. Alman Merkez Bankası şefi Axel Weber’de, Ackermann’ın talebine “Önce şeffaf olmalılar ki ortak çalışmanın boyutları yönünde fikrimiz olsun” diye güya karşı çıktı. Weber’in eleştirisi, bankaların krizin gerçek boyutlarını gizledikleri yönündeydi. Dünyanın en önemli ülkelerinden birinin merkez bankasının şefinin, krizin gerçek boyutlarını bilmediğini söylemesini gerçeği yansıtmadığı gerçeği bir yana bırakıldığında şu söylenebilir. Weber, emekçilerin daha fazla tepkilerini çekmemek için bu yola başvurmuştu. Nitekim Paskalya tatili öncesinde ABD, İngiltere ve Avro para birliğinin 15 üyesinin merkez bankaları ve özel bankalar arasında görüşmeler başladı. Tam da Ackermann’ın istediği gibi “önemli ülkelerin hükümetleri ciddi müdahale önlemleri” almak için çalışmaları başlattılar. Şüphesiz hükümetlerin başkanları önümüzdeki günlerde, “gelişmeleri incelediklerini ve dünya ekonomisini kurtarmak için” aldıkları kararları ilan edecekler. Gerekçelerini de şimdiden diyar gibiyiz: “Eğer müdahale etmezsek krizin sosyal boyutunu tahmin etmek bile güç olurdu.”
“Krizin ilk belirtileri” olarak anılan dönemde milyonlarca Amerikalı emekçinin sosyal yaşamına nasıl yansıdığını yukarıda belirtmişti. Gerçek olan hükümetlerin “ciddi müdahale önlemlerinin” on milyonlarca emekçinin sosyal yaşamını kolaylaştırmayacağı bir yana zorlaştıracağıdır!
Hükümetlerin bugün tartıştığı “önlemler” milyarları batıran bankalara hangi kaynaklarla ve hangi kapsamda yardım edileceğidir. Kısacası krizin faturası kamulaştırılacak ve bir kez daha emekçilerin sırtına yıkılacak.
Anlaşılması için Deutsch Bank örneğini verebiliriz: 2007 yılını 6,5 milyar Avro net kâr ile kapayan bu banka önümüzdeki aylarda kendisini dolaylı ve direk yollardan daha fazla girdabına çekecek olan mali krizin etkisinden kurtulmak, en azından etki riskini en asgari düzeye çekebilmek için, devletten emekçilerden kesilen vergilerin kendisine akıtılmasını talep ediyor!
Hükümetler henüz ortak strateji üzerine anlaşamadılar ama müdahaleleri aylardır devam ediyor. Şimdiye kadar piyasalara akıtılan kaynakları gerçek miktarı kamuoyunda gizleniyor. Geçtiğimiz Perşembe günü İngiltere Merkez Bankası, piyasaya sunduğu haftalık kredi miktarını 5 milyar Pound artırarak 11 milyara (14,1 milyar Avro) çıkardı. Salı günü piyasaya 25 milyar Avro süren Avrupa Merkez Bankası, Paskalya günleri için 15 milyar Avro daha sürdü. ABD merkez bankası Fed, Perşembe günü Nisan ayına kadar 200 milyar Doları piyasaya sürecekleri açıkladıkları gün 75 milyar Doları (48,6 milyar Avro) piyasaya sürdüler. Bu birkaç gün bile emekçilerden alınarak mali sermayeye yönlendirilen kaynağın ne kadar devasa olduğunu gösteriyor.
Bugün bazı kapitalist iktisatçıların gündeme getirdiği “krize giren bankalar kamulaştırılmalı” önerisi değişik demokrat çevreler tarafından “aklı başında bir öneri” diye değerlendiriliyor. Ancak işin özüne bakıldığında bu öneri talep edilen “acil müdahale” önerilerinden farklı değil. Zaten bu yöntem uzun yıllar, özellikle ABD’de, uygulanıyor. İflas eden bankalar sözde “kamulaştırılıyor”! Gerçekte batan bankanın borçları, zararları kamulaştırılıyor.
Krizlerin önüne geçmek için borçların, zararların değil başta bankalar olmak üzere bütün üretim araçlarının kamulaştırılması gerekir. Tabi bu başka ve kapitalist iktisatçıların gündeme sokmak istemedikleri bir tartışma. Ama sorunun özü burada, özel mülkiyette yatmakta.
Serdar Derventli

Evrensel'i Takip Et