17 Ağustos 2008 00:00

MERCEK


Mercek köşesinde görüşlerini sıklıkla eleştirdiğimiz Ertuğrul Özkök, “şeytanın avukatlığı”nı sürdürme kararlılığıyla tanınıyor. Sermaye adına giriştiği ideolojik savaşta ‘cephe’ye sürdüğü araçların çeşitliliği, olaylara ve gelişmelere getirdiği açıklamalarını eleştiri konusu edinmemize yol açıyor. Okurlarımızın bir bölümünün bu durumu yadırgamaları olasıdır. Ancak, karşımızda bir büyük sermaye holdinginin “İcra Kurulu Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu üyesi” ve o holdingin, aynı zamanda ülkenin “en büyük ve en etkili gazetesi”nin genel yayın yönetmeni ve sermaye “genel kurmayı”nın en popüler hizmetçilerinden biri bulunuyor. O ve ekibi gelişmeleri burjuvazi ve kapitalist emperyalizmin genel çıkarları temelinde yorumluyor, her olay ve gelişmeyi işçi sınıfı ve emekçilerin ideolojik-kültürel; politik ve iktisadi bakımlardan burjuvazi, partileri, hükümeti ve devletinin yedeğinde kalmalarını sağlamak üzere kullanıyorlar. Özkök, bağlı bulunduğu holdingin ve genel olarak sistemin olanaklarını bu amaçla değerlendirirken tüm mesleki yeteneğini piyasaya sürüyor; bu da onun ve yönlendiriciliğine soyunduğu ideolojik savaş mangalarının görüşlerini ele almamızı-o da olanaklar ölçüsünde-zorunlu kılıyor.
* * *
Hürriyet baronu Özkök’ün ‘illüzyonu’ “Lütfen bir kadeh” başlığı taşıyor. Başbakan Erdoğan’a, “hanımını da yanına alarak” bir gün “bir restorana gidip”, portakal suyu dolu bardakla yan masadakilere, “sağlığınıza” diye seslenerek “getto kültürü ve anlayışına son vermesi” ricasında bulunuyor; böyle bir manzaranın gerçekleşmesini ülke sorunlarının çözüm yolu olarak gösteriyor. Bu elbette “akıl kârı” değil! Ancak göle atılan taşın bir hareketlenmeye yol açması da kaçınılmaz. Özkök bunu bilerek yazdı. Gazetenin kimi öteki yazarlarının bu “cin fikir” üzerinden “iyi fikir” yorumları yapmaları ve diğer bazı gazetelerde “eleştirilerin başlaması” da dalga hareketine ivme verdi.
Özkök ve onunla “aynı kafadan” sözüm ona makul-uzlaşmacı ve “memleket hayrına çalışan” sermaye sözcüleri, ülkenin ve halkın sorunlarını başbakan ve AKP önde gelenlerinin ‘davranışları’na bağlıyorlar. Onlara göre laisizm ve dini inançların istismarıyla demokratik özgürlükler alanında yüz yüze bulunulan sorunlar ve bunlar üzerinden yaşanan gerilim ve çatışmalar ülkenin antidemokratik ve laisizm karşıtı siyasal sistemiyle değil “yetkililerin tutumlarına” bağlıydı! Buradan hareketle yöneticilerin bireysel tutum ve davranışlarının değişimiyle sorunların ortadan kalkacağı sonucuna varıyorlar. Daha doğrusu, etkileyebildikleri kadarıyla insanların böyle olabilir sanmalarını, bu beklentiyle hareket etmelerini sağlamaya çalışıyorlar. AKP ve hükümetinin ve onun birinci derecede sorumlarının içkiye-kadehe yaklaşımlarını; içkinin serbestçe içilip içilmemesini; belediyelerin ve hükümetin içkili lokantalara ve içki içilen mahallere yaklaşımını; bu konulardaki kolaylıkları ya da zorlukları din ve inanç özgürlüğüne yaklaşım gibi temel önemdeki bir sorunun yerine geçiriyorlar. Yaptıkları aslında din istismarcılığının ve dini devlet yönetme aracı olarak kullanmanın türevlerini zenginleştirmek. Türkiye’nin tüm milliyetlerden halkına kan kusturanlar içinde laik olduklarını söyleyip kadeh kaldırmaktan kaçınmayanların da, din istismarcısı ‘İslamcılar’ın da bolca yer aldığını unutturup, “Siyasal İslamcı” denilenlerle “laikçiler” olarak adlandırılan sermaye temsilcileri arasındaki gerginliklerin yanı sıra, onların eylemi ve düşünsel yönlendirmeleriyle bölünmüş halk yığınlarının da “kadeh kaldırma jesti”yle “gettolarından çıkıp” birbirlerini kucaklayacaklarını ve böylece ülkede “çok şeyin değişeceğini” vazediyorlar.
Bir papaz yalanıyla karşı karşıyayız ancak durum ondan da beter! Erdoğan’ın bırakalım ‘portakal suyu dolu’ bardağı ya da rakı kadehini “şerefe” kaldırması -hadi gerçekleşti diyelim- hiçbir sorunu çözmez! Ne başbakan ve onu izleyecekler laik kimlik kazanırlar ne işbirlikçilerin halka karşı politikalarında halk yanlısı bir değişim gerçekleşir ne de “gettolardan çıkıp insanlar birbirini kucaklar.” Güçlü olasılık bir hainlik tartışmasının başlamasıdır, başlar o kadar! “Erdoğan ve hanımının” kadeh kaldırmasıyla “gettoların çözülmesi” arasında dolaysız bağ kurmanın bu bakımdan “şeytani akıl oyunu” olmaktan öteye bir anlamı olmuyor. Dini inanç sorunları ve dinin istismarı üzerinden gerçekleştirilmiş ya da öyle olan kamplaşmaların -”getto”- sorumlu kişilerin davranışlarıyla ortadan kalkacağı varsayımı, sosyal-iktisadi ve kültürel toplumsal sorunların temel neden ve dayanaklarını görmezdengeliyor/gizliyor.
Özkök ve avenesi olayları saptırıyor ve abuk-sabuk önermelerle emekçilerin dikkatlerini dağıtarak, gerçeklerin toz-duman içinde boğulmasını istiyorlar. Öyle bir kirli hava yaratıyorlar ki, o havayı soluyacak işçi, emekçi, genç, aydın, kim olursa zehirlenecek, fareler gibi denek olarak kullanılacak, aç kalıp yoksul yatacak, işsiz kalıp bunalıma girecek; bilim ve aklın aydınlığında değil hurafelerin karanlığında yürüyecek, ama bunları değil de Tayyip Erdoğan’ın ya da başkalarının “şortlu”-”tesettürlü” görüntüleriyle oyalanıp, kimin kadeh kaldırıp kaldırmadığıyla kafa yoracak. İstedikleri budur ve böyle olursa amaçlarına varmış olacaklar!
Kapitalistlerle hükümetlerinin Tuzla Tersanelerinde işçileri göz göre göre ölüme göndermelerini değil de başbakan ve cumhurbaşkanının “hanımlarıyla birlikte” yaptıkları/yapacakları tatilleri; milyonlarca kamu emekçisinin birikimlerine hükümetçe el konmasını; milyonlarca işçi ve emekçinin açlık sınırında ve on milyonlarcasının yoksulluk sınırları altında tutulmasını değil de “başbakanın şortu” ya da “portakal suyu dolu kadehi”ni öne çıkarmalarının nedeni budur. Sınıflarının; burjuvazinin neferidirler! İyi beslenmiş, iyi yetiştirilmiş, mal-mülk-varlık sahibi yapılmışlardır. İşçi ve emekçilerin bırakalım dinlenme hakkı; sağlık, eğitim ve barınma başta olmak üzere en önemli ihtiyaçlarını örtüp görmezden gelerek “Abdullah Gül ve eşinin bir motor yatta tatil yaptığını” öğrendiklerinde “mutluluk” şarkıları okumaları “rant payı” karşılığıdır. Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’ın tatil yapmasını, Türkiye’nin sorunlarının çözümü yönünde “çok olumlu bir normalleşme işareti” göstermeleri ve onların bardak kaldırmalarını, olmayan demokrasinin “normal sınırlarına” kavuşmasının göstergesi saymaları, emekçileri satışa getirme manevralarındandır. Sömürü ve baskı sistemini aklamaya dönük bin türlü manevra kapsamındaki bu hile, kimin ne giydiği ve ne içtiğini ilgi odağına çekip kan ve vahşeti kalın Amerikan brandasıyla örtmeye dayalıdır. Örtüyü yırtmak ve hilebazları kulaklarından tutup atmak hak arayışı ve kazanımı yolunda ilerlemenin koşullarındandır.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et