1 Eylül 2008 00:00

Çocuklar çok konuştum!


Tuncel Kurtiz’i “Asi” dizisinin çekimleri için gittiği Antakya’da bir kitabevinin önünden geçerken, tesadüfen kitapların içine gömülmüş olarak gördüm. O mu, evet o! Tuncel Kurtiz… Onu ilk kez Yılmaz Güney’in “Duvar” filmindeki babacan gardiyan rolüyle tanımıştım. Şimdi 72 yaşında, sayısız filmde yer aldı, Yılmaz Güney’in arkadaşı. Kurtiz, Yılmaz Güney’siz geçen günlerine üzülüyor ve onu anıyor. Bizimle de bunu paylaşıyor.
“Bedreddin hakkında kendi hakkımda bir film yapmak istiyorum. Ben de Halimce Bedreddinem. Bedreddin’in öldüğüne inanılmaz, Pir Sultan’ın öldüğüne inanılmaz. Bana işçi sınıfının tiyatrosunu yap, diyorlar. Nasıl yapayım, diyorum. Ufak bir şey olsun, sonunda da işçi sınıfı galip gelsin, diyorlar. Alasını yapacağız, ama sonunda işçi sınıfı galip malip gelmeyecek. Kim ve ne olduklarını görsünler istiyorum. Çünkü onlara, bütün insanlara asil tiyatrolar yapacağız. Asil tiyatro ne diye sorarsanız, nasıl olur onu bilmiyorum. Ama din bağlarıyla, boyun bağlarıyla ya da nişanlarla değil sözünü ettiğim. Asillik, Bedreddin olmaktır; Nâzım, Yılmaz olmaktır.”
Böyle başlıyor, sonra teatral sesiyle sanki bir sahnede spot ışıklarının altında devam ediyor: “Yılmaz benim 1955’ten arkadaşım, üniversite arkadaşım. Herkese anlatmam. Şimdi konuşuyoruz” diyor ve bir sigara istiyor Tuncel Kurtiz. Yakıyor, dumanı savuruyor öfkeyle, özlemle. Sonra da anlatmaya devam ediyor: “Aynı dergilerde yazıyorduk ama o benden daha iyi hikayeciydi. Çünkü ben şehir çocuğuydum, o köylü çocuğuydu. Köyden Adana’ya gelmiş. Babası bırakmış anasını, başka bir kadınla gitmiş. Yılmaz da çalışarak anasına bakıyordu.”
Kurtiz bize Yılmaz’ın kitaplarını mutlaka okumamızı öğütlüyor. “Yılmaz’ın hikayeleri harikaydı. Benim hikayelerim sadece kendi dergilerimizde yayımlanıyordu. Yılmaz ‘Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik’ diye bir yazı yazdı ve yedi buçuk yıla mahkum oldu. Yargıtay’da iki buçuk yıla düştü. Yılmaz hâlâ düşünüyor ‘Kaçayım mı kaçmayayım mı?’ diye. Sene 1959, Suriye’ye gitmeyi düşündü ve gitmedi, ‘Yatacağım’ dedi. Ve 27 Mayıs İhtilali. Yılmaz girdi hapishaneye. Nevşehir Cezaevi’nde bir buçuk yıl hapis yattı. Bir yıl da Konya’da sürgün yaşadı.”
Tuncel Kurtiz, Yılmaz’ı anlatırken o yıllara dönüyor sanki: “Sürgün ne demek biliyor musun? Konya’da oturacaksın, her gün karakola gideceksin. Nasıl geçineceksin? Ben o yıllarda tiyatroya devam ediyordum. 450 lira maaş alıyordum. Kolay değil, ben de ancak yaşıyorum. Yılmaz’dan haber alamıyorduk. Sonra Yılmaz geldi ve arkadaşlarını aradı. ‘Film yapacağız’ dedi. Ben “Şeytanın Uşakları”nı yapmıştım o zaman. Yılmaz, ‘Yapacağız ve böyle yapacağız’ dedi. İyi oynarım, dedim. Yılmaz, Anadolu’yu süpürdü.”
Umut’u yapıyoruz
Kurtiz hiç durmadan anlatıyordu, o günleri yeniden yaşar gibi bir hali vardı: “Yılmaz bana ‘Umut’u yapıyoruz gel’ dedi. Askerim, yedek subayım o zaman. Umut’u çekebilmek için çok samimi bir doktor arkadaşım, ‘Sen zaten delisin’ diyerek bana rapor aldı. 15 gün yattım ve 15 gün boyunca beni tedavi etti. Filmi bitirdik ve tayinimi Kuştepe’ye yaptılar. Terhis olduğumda filmi de bitirdik. Umut, babasının hikayesiydi. Babası evlerinin temellerine kadar kazmış define arıyor.”
Filmin yurtdışına çıkması yasaklanıyor. Yılmaz Güney ve Tuncel Kurtiz de filmi kaçırmaya karar veriyorlar. “Nasıl kaçıracağımızı bilmiyoruz. Çiçek Arif, o zaman komünist Arif, Demirtaş ile beraber “Boynu Bükük Öldüler”i ilk yayınlayan adamdır. Benim çok eski arkadaşım. Filmi bavula koydu. Sene 1971, yer Yeşilköy. Bugünkü gibi değil. Öyle kontroller yok. Filmi yurtdışına kaçırmayı başardık. Yılmaz benim de gitmemi istiyordu. Filmi benim takdim etmemi istiyordu. ‘Geldiğin zaman üç büyük projeye daha başlayacağız Tuncel kardeşim’ diyordu Yılmaz. Ben aşk içinde, biraz da şaşkın, bir otomobille Cannes yollarına düştüm. Film coşkuyla karşılandı. İyi ki gitmişim. Çünkü ben gitmeseydim film gösterilemeyecekti. Bobinler karmakarışık sarılıp bavula konulmuştu. Filmi bilen tek insan bendim orada. Doğru sıralamayı yapana kadar canımız çıktı. Ama yetiştirdik filmi. Yılmaz, o sırada filmi kaçırmaktan içeri alındı. Ben dönmedim, nereye dönüyorsun? Ne diyeceğim, ben kaçırmadım mı diyeceğim? Arif mi kaçırdı diyeceğim filmi?..”
“Yılmaz rüyalarını da yanında götürdü. Yılmaz bana telefon etti. ‘İhtiyar’ dedi, ‘Hemen seni arıyorum, başkalarından duyup üzülme, midemin yarısını aldılar’. Ve her zamanki takındığı gülümseme telefondaki sesinde... ‘Bundan sonra daha ucuza yaşayacağız. İhtiyar sağlığına dikkat et, yakında görüşeceğiz’ demişti. Bu yakında görüşeceğiz, yakında çalışacağız demekti aslında. Yazık ki o da olamadı...”
Bu film çocukların filmi
Tuncel Kurtiz’i Duvar filminde babacan gardiyan rolüyle tanımıştım. Filmi çekerken Kurtiz’in, Yılmaz Güney’e itirazları olmuş. Kurtiz anlatıyor: “Dedim ki Yılmazcım senin olman çok önemli olacak. Gel benim rolümü sen oyna, ben de diğer kötü gardiyanı oynayayım’. ‘Yok’ dedi ‘ben kamera arkasında olacağım’. ‘İhtiyar’ dedi ‘bu film çocukların filmi. Bak seneye Cannes’da sana ne hazırlıyorum’ dedi ve öldü.” “Yılmazcığım yaşasaydı ne olurdu şimdi” diyor Kurtiz. Yılmaz Güney’i erken kaybetmenin vermiş olduğu üzüntüyü görüyoruz gözlerinde. Ondan bahsederken gözleri doluyor. Kim bilir daha neler yaşamışlardı? “Çocuklar çok konuştum” diyerek bitiriyor Kurtiz. (Hatay/EVRENSEL)
Pınar Aydın

Evrensel'i Takip Et