4 Eylül 2008 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
Komşun aç iken tok yatmamalısın sözünün sıkça tekrarlandığı Ramazan ayındayız. Aç, yoksul, kimsesiz insanlara yardım etmenin en büyük hayırların başında olduğunu hepimiz biliyoruz. Hele hele dara düşmüş insanlara el uzatmak, onların yüzünü güldürmek...
Ama en çok hayırlara vesile olması gereken Ramazan aynı zamanda aç, yoksul, kimsesiz ve dara düşmüş insanların sırtından siyasi ve ticari rantın elde edildiği bir ay olma özelliği taşıyor.
İftar çadırları, Ramazan TIRları ve yardım kampanyaları bunun önemli ayaklarını oluşturuyor. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki yoksullara yardım etme iddiasıyla ortaya çıkan ve her birinin arkasında bir dini cemaatin, siyasi oluşumun bulunduğu sözde yardım örgütleri için Ramazan, en çok cironun yapıldığı aydır. Onlar Ramazanı Ramazan olduğu için değil yüksek ciro getirdiği için seviyorlar.
Mesela bu örgütlerden birisi, aylar öncesinde Ramazanda bize iyilik yaraşır sloganıyla yoksullara ne kadar miktarda yardım edebileceklerini tespit eden bir tarife yayınladı. Sevabın tarifesi gibi bir şey...
Bu yüzden Ramazan, sözde yardım örgütleri için ciro açısından 11 ayın sultanı olma özelliği taşıyor.
Bu türden yardım örgütlerinin gerçekte nasıl çalıştığı, Almanyada ortaya çıkan Deniz Feneri skandalıyla açık olarak görülmüştü. Tesadüf o dur ki, 16 aydır Frankfurtta cezaevinde tutulan Deniz Fenerinin üç yöneticisi Ramazanın ilk gününde mahkeme karşısına çıkarak, yoksullara yardım adı altında topladıkları paraları nasıl da şahsi ve bağlı oldukları siyasi çevreler için amacına aykırı kullandıklarını itiraf ettiler.
Topladıkları 41 milyon Avronun 18 milyonunun amaca uygun kullanılmadığı aşağı yukarı saptanmış durumda. Asyada ve Afrikada yaşanan açlıklar, acılar ve dramları kendisine sermaye yaparak, yoksullara gerçekten yardım etmek isteyen insanların güvenlerini ve inançlarını suiistimal eden bu derneğin topladığı paraların önemli bir bölümünün, hükümete yakın olan Kanal 7 Int adlı televizyon kanalına aktarıldığını 2 Aralık 2006da ilk olarak Evrensel yazmıştı.
Yimpaş, Kombassan gibi İslami holdinglerin Avrupadaki Türkiye kökenlilerin alın terine el konulması çerçevesinde yapılan araştırmada, Kanal 7 Intin önce Yimpaş tarafından finanse edildiği, işler kötüye gitmeye başlayınca bu kez Deniz Feneri adıyla yapılan bir televizyon programı derneğe çevrilerek, kanala buradan reklam ve program giderleri adı altında para aktarılmaya devam edildiği ortaya çıkmıştı.
Dernek ve televizyon yöneticisinin aynı kişi olması nedeniyle ortaya çıkan ilişkiler sarmalında, bundan 20 ay önce Evrenselin Avrupa baskısında manşetten sorduğumuz Deniz Feneri kimin yolunu aydınlatıyor? sorusu artık somut ilişki ve bulgularıyla yanıtsız değil.
Karanlıkta kalmış, dara düşmüş insanlara yol göstermek yerine ekonomik ve siyasi çıkar birliğinin, çevrelerin yolunu aydınlattığı sabitlenmiş durumda.
Milyonlarca Avronun insani yardım adına toplanması işi de masumane bir televizyon programından çıkmıştı...
Hem de yine Ramazanda...
Halkın temiz duygularla yaptığı yardımları kendilerine sermaye edinenler, arsalar, katlar, yatlar aldı, şirketler kurdu.
Bir Ramazanda temelleri atılan Deniz Fenerinin nasıl bir kriminal organizasyon olduğu yine bir Ramazanda sabitlendi. Evet, Deniz Feneri Avrupada söndü, ama gerçek merkez Türkiyede ayakta ve halen aynı yol ve yöntemle çalışmasına devam ediyor. Hem de mevcut hükümet ile içli dışlı bir şekilde...
Bu noktada Frankfurt Eyalet Mahkemesinde pazartesi görülen davada, bu büyük kriminal olayda kullanıldığını söyleyen muhasebeci Firdevsi Ermişin sözleri dikkat çekici: Zamanla kendi katkılarımla işleyen kriminal bir sisteme alet oldum. Maaşımı kara kasadan, elden ödemek, kullandığım muhasebe programını değiştirmek istediler. Karşı gelince işten atmakla tehdit ettiler. Göstermelik yönetime aldılar. Bir daha fabrikalarda çalışmamak için boyun eğdim. Türkiyedeki bağlantılarımız, Dediğimiz olacak diyordu. Kararları Türkiyede belirli kişilerle görüştükten sonra tek başına Mehmet Gürhan veriyordu. Beni bu şirketin yaptıklarından dolayı değil, kişisel hatalarımdan dolayı yargılayın. Dolayısıyla hiç kimse, hukuksal formalitelerin yerine getirilmiş olmasından ötürü, Türkiyedeki Deniz Fenerinin, Kanal 7nin ve bu çevrelerin en büyük şirketlerinden biri olan Beyaz Holdingin, Avrupadaki Deniz Feneri ile bir alakasının olmadığını anlatmaya kalkmasın. Çünkü, kayıp 18 milyon Avronun önemli bir bölümünün özel kuryelerle Türkiyeye gönderildiği biliniyor.
Kimin ne zaman ne kadar para götürdüğü, kime verdiği bugünden sonra artık sadece bir ayrıntıdan ibarettir.
Deniz Feneri olayı, yoksullara yardım adı altında ortaya çıkan ve arkalarında dini cemaat ve çevrelerin de olduğu benzer kuruluşların tümünün aynı sistemle çalıştığı konusunda yeteri kadar ipucu veriyor. Yapılan yardımların yarısından fazlası açıkça amaç dışı kullanılıyor.
İnsanların dini ve insani duygularını suiistimal edenlerin çoğunun aynı kumaştan olduğu artık görülmeli. Bu bakımdan, yoksullara yardım etmek isteyenlerin bu türden tacirlere ihtiyaç duymadan yardımlarını doğrudan muhatap kişilere iletmesi en doğru olanı belki de. En önemlisi de, yoksulluğun sadece yılda bir kere Ramazanda yapılacak bir yardımla bitirilemeyeceğini bilince çıkarmak. Bir ya da birkaç yardıma muhtaç olan insana dar günde el uzatmak, yardım etmek önemli ve anlamlı, ancak ondan da önemlisi hiç kimsenin aç yatmak zorunda kalmadığı bir dünya yaratmak için çaba sarf etmektir. O zaman, insanların inanç ve duygularını kendilerine sermaye edinen bu türden çevrelere gerek olmadığı görülecektir.
Dahası, bu Ramazanda yoksulluk ve inanç tacirlerine karşı daha dikkatli olmak, başkalarını uyarmak için yeteri kadar nedenimiz var...
Yücel Özdemir
Evrensel'i Takip Et