9 Eylül 2008 00:00

RAMP IŞIKLARI


“O geldi kuşattı alanı, dayadı namluyu, dağıttı parlamentoyu, feshetti partileri, kapattı sendikaları ve dernekleri. 650 bin kişiyi gözaltına aldı. 177 kişiyi işkencede öldürdü.50 kişi idam edildi. 200 kişi de gözaltında kaybedildi.”
Yukarıdaki alıntı kendisi de bir dönem cezaevinde kalan ve kardeşi İlhan Erdost’un Mamak zindanlarında işkenceyle ölümüne tanık olan Muzaffer Erdost’un, ‘Onu Anlat İşte’ adlı kitabından alındı. Sol Yayınları yayın yönetmeni Erdost kardeşler, 12 Eylülde gözaltına alınırlar ve hem emniyet hem de Mamak Cezaevinde yoğun işkenceye maruz kalırlar. İlhan Erdost devam eden işkenceye daha fazla dayanamaz ve 7 Kasımda abisi Muzaffer Erdost’un kollarında ölür. Muzaffer Erdost 12 Eylül işkencecilerine inat her yıl 7 Kasımda Sol Yayınlarının bütün kitaplarını yüzde 50 indirimle okuyuculara sunmayı bir gelenek haline getirir.
Bugün yaşadığımız ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel her türlü gerçeklik ve yönelimin temellerinin, 5 generalin ülkenin toplumsal yapısını altüst etmeleri ve yeniden şekillendirme girişimleri üzerine oluşturulan uluslararası projenin uygulanması için işbaşına getirdikleri Turgut Özal iktidarı ile ortaya çıktığını ve diğer hükümetler tarafından pekiştirildiğini söylemek yeni bir şey değil.
Ancak anımsamak ve unutmamak açısından tekrarlamakta sayısız yarar var. 12 Eylülcüler ülkeyi ve toplumsal yapıyı dönüştürme işlemlerine başta iktisadi ve siyasi hayatı yeniden oluşturarak başladılar. Neoliberal anlayışla sürdürülmeye çalışılan iktisadi ilişkilere paralel oluşturulan siyasi örgütlenme modeliyle yeni bir toplumsal yapı ve insan tipi oluşturmak istendi. Bu anlamda toplum her iki yönden kıskaca alındı; hem siyasi olarak hem de kültürel olarak tek boyutlu bir örgütlenme ve kültürel yaşam dayatıldı insanlara.
Bu ilişkilerin en önemli düzlemini kültürel yaşam oluşturdu. İnsanlar kitap okumaktan ve kitap bulundurmaktan tedirgin edildiler, çünkü her gözaltı haberinde kitaplar suç aleti ve nesnesi gibi kamuoyuna teşhir edildi. Sınırlı olanaklarla gerçekleştirilen ve güç bela hazırlanan kültürel etkinlikler, 12 Eylül faşizmin kindar yöneticileri tarafından ya yasaklandı ya da sansürlenerek halkla buluşması engelledi. İstenen şu idi; yeni bir toplumsal yapını oluşturulması ve tek boyutlu bir kültürel etkileşim ağının kendiliğinden örgütlenmesi. Bu kültürel ve ahlaki anlayışın önünü açma, gelişmesi ve yaygınlaşması için zemin hazırlama sürecinde her türlü muhalefetin örgütlenmesi yasaklandı ve toplumsal dinamikler hayatın her alanından zor kullanılarak tehcir edildiler. Tam bu sırada ortaya çıkan ‘Kürt sorunu’, sistemi iyiden iyiye sıkıştırarak yönetenlerin faşist ve gaddar eğilimlerini güçlendirdi.
Aydın, akademisyen ve yazarların üretimlerinden dolayı kovuşturmaya uğradığı, haklarında soruşturma açıldığı ve çoğunun hapishaneye atıldığı, işçi ve emekçilerin örgütlenme özgürlüğünün elinden alındığı ve her türlü muhalefetin bastırıldığı bu ıssız dönemde, tek merkezden pompalanan kültürel ve iktisadi ilişkilerle toplum yeniden şekillendirildi. Yanı sıra dinsel eğilimler güçlendirilerek örgütlenmelerin ve halkın bu örgütlerle ilişki kurmasının önü açıldı. Ayrıca bu anlayış ve amaç doğrultusunda okullara zorunlu din dersleri konularak süreç hem hızlandırıldı hem de toplumsal yapının ideolojik yönelimi pekiştirildi.
Bugün içinde bulunduğumuz toplumsal ve siyasal hayatın buhran ve kaosunun temelleri son 25 yılın siyasal ve iktisadi şekillenişinin ürünü olduğu gerçeğinden hareketle sistem kendi içinde hem Kürt sorununa çözüm üretmekten aciz kaldı, hem de toplumsal çevresi geniş ve dinsel ögelerle bezenmiş faşist taban yarattı. Ülke ve halklar iç savaşın eşiğine kadar getirildi. Kültürel değerler altüst edilerek her şey popüler kültürün kıskacında poplaştırılarak eritildi.
Metin Boran

Evrensel'i Takip Et