20 Eylül 2008 00:00
EMEK DÜNYASI
GÜNÜN YAZILARI
Almanyadaki Deniz Feneri e.V davası sona erdi. Yargılananlar suçlarını kabul edip mahkemeyle uzlaştıkları için, hem dava kısa sürdü hem de Türkiye bağlantılarının tartışılır yanı kalmadı. Onun içindir ki, düne kadar Deniz Fenerinin arkasında duran ve basında çıkan haberleri AKPye yönetilmiş komplo gibi değerlendirenler, sorumluların cezalandırılmasından, halkın dini duygularını istismar edenlerin suç işlemiş olmasından söz etmeye başladılar. Ama bir yandan da aynı kişi ve çevreler, Hele bir gerekçeli karar çıksın, bakalım kim neyle suçlanıyor bir görelim diyerek ayak sürçmeyi de bırakmış değiller.
Partisi ve çevresinde bunların söylenmesine karşın Başbakan, bir yandan vicdan istismarcılığını eleştirse ve Bunu yapanlar cezasını görür dese de, öte yandan basına ver yansına devam ediyor. Dahası, Deniz Feneri ile ilgili yayınları gerekçe göstererek; Bunların hükümetten, RTÜKten, TMSFden istekleri var. Onun için bu yayınları yapıyorlar, bizi karalıyorlar iddialarını sürdürmeye devam ediyor.
Önceki gün Başbakan Erdoğan, AKP Ankara il başkanının iftarında, bu iddialarını daha da ileri götürerek; Bu ülkede medya güvenilirliğini yitirmiştir, kendisini bitirmiştir. Medya karşısında partinin yöneticileri olarak sizler de kampanyanızı yapın, bu gazeteleri evlerinize sokmayın. Siz mi bize yalan yanlış kampanyalar yapıyorsunuz, biz de size karşı kampanya yapıyoruz. Almayacağız deyin... Bu gazeteleri ben okumuyorum siz de okumayın çağrısı yaptı.
İlk bakışta Başbakanın medya konusundaki; medyanın güvenilirliğini yitirdiği ve gazeteciliği bitirdiği yönündeki görüşlerine bakarak doğru söylüyor denebilir. Ya da, Yalan yanlış haber yapan gazeteleri almayın çağrısı da, medyanın haberciliği nasıl sahibinin sesine dönüştürüldüğü düşünüldüğünde makul karşılanabilir. Ancak bunları söyleyen, bu çağrıyı yapan Başbakansa; söylenenler basına gerçekleri göstermek söylenmemekte; basını, basın özgürlüğünü devletin gücünü kullanarak baskı altına almaya dönüşmektedir. Hele o Başbakan bir de kendi medyasını oluşturup saldırdığı gruba bile rahmet okutacak bir sahibinin sesi basın oluşturuyor; vakanüvisçiliği, diz dibi gazeteciliğini teşvik ediyorsa, bu çağrı hepten Doğan Grubunun amaç ve gazeteciliği getirdiği noktadan bağımsız olarak basın özgürlüğünün ayaklar altına alınması olmaktadır.
Örneğin bu çağrıyı bir sendika, bir meslek örgütü, bağımsız bir gazetecilik örgütü yapsa çağrı doğru olurdu. Nitekim geçmişte bazı sendikalar, sermaye yanlısı haber yapan, sendikaları karalayan kimi gazetelerin alınmaması için işçilere çağrılar yapmışlardır ve bu çağrılar haklı çağrılardı. Ama Bayram Meralin oğluna Yol-İşten maaş bağlanmasını, ya da Yol-İşin Bursaspora 300 milyar bağış yapmasını haber yaptığı için medyanın suçlanması ve bu nedenle Bu gazeteler sendikaları suçluyor, işçiler bunları almasın anlayışı kabul edilir değildir. Erdoğan ve AKP tam da böyle bir noktadan basına karşı tutum almaktadır ve Madem ki bunlar yolsuzlukları haber yapıyor; o zaman bunlar AKPye komplo yapan muhalefetin aletidir, AKP düşmanlığını gazetecilik haline getirmişlerdir demek, gerçeği çarpıtmak; halkın gerçekleri öğrenmesini engellemektir. Bunu yapan Başbakansa bu artık sansürü savunmaya kadar varır!
Basının içinde bulunduğu zaafları, sermayenin basın alanında yarattığı tahribatı kullanan Başbakanın basına yönelik saldırıları, basın özgürlüğü ve gazeteciliğin son kırıntılarını da ortadan kaldırma girişimine dönüşmüştür. Üstelik de Deniz Feneri gibi uluslararası bir dolandırıcılık organizasyonunun marifetleri haber yapıldığında, Başbakanın, ucu kendi cemaatine, kendi ahlaki değerlerine değecek diye Bu gazeteleri okumayın kampanyası başlatması, tam bir rezalettir!
Ve dahası, Başbakanın özgür basın dediği hınk deyici basın lehine bu kampanyayı yapıyor olması; bir yandan hükümete yandaşı basına devlet desteği vermek anlamına gelirken, basın tekelleri içinde Doğanla çıkar çatışması olan basın gruplarını da kendi etrafına toplama girişimidir. Bu ayrıca, basın tekelleri içinde yeni bir hükümet yanlısı basın karteli oluşturma gayreti olarak kabul edilemezdir.
Evet, bugün basın organlarının yüzde 90ını elinde bulunduran sermaye grupları, bankacılıktan enerjiye, inşaattan petrole, turizmden imalata her alanda faaliyet yürüten holdinglerdir. Bu gruplar, basını öteki işlerinin önünü açmak için bir koçbaşı olarak kullanmaktadırlar. Bugün gazetemizde yer alan bir belediyenin Ciner ve Doğan gruplarına arazi peşkeşi bile, medya tekellerinin siyasetle ve ticaretle iç içeliğinin bir göstergesidir. Bu yüzden de basın tekellerinin önemli bir bölümü, hükümetleri bile baskılayacak güce sahiptirler. Ancak onların böyle olması, basın özgürlüğünü istismar ediyor olmaları; basın özgürlüğünün Başbakan ve partisi tarafından çiğnenmesini haklı çıkaramaz. Hele Başbakan Erdoğanın bugün basına saldırmak için öne sürdüğü dayanaklar göz önüne alındığında, başlattığı kampanya bir skandaldır!
İhsan Çaralan
Evrensel'i Takip Et