25 Eylül 2008 00:00
TABLO
Her geçen gün yeni bir yolsuzluk skandalının ortaya çıkmasıyla köşeye sıkışan AKPlilerin hırçınlaşması yolsuzlukla ilişkileri konusunda güçlü ipuçları vermektedir.
AKP Milletvekili Bülent Arınç, Turgutlu AKP İlçe kongresinde isyan eden çiftçiye hakaret etmeyi, son zamanlardaki , Şaban Dişli, Deniz Feneri e.V, Gaziantep Belediyesi, Silivri Belediyesi gibi yolsuzluk olayları haber ve tartışmalarının yanı sıra oruçlu olmasına bağlaması ne derece sıkıştıklarını ortaya koymaktadır.
RTÜK Başkanı Zahit Akmanın kendi durumuyla ilgili verdiği çelişkili açıklamalar, konuştukça batma durumları , yolsuzlukla mücadele iddiasında olan AKPnin , yolsuzlukla mücadele bir yana yolsuzlukla iç içe olduğunu da göstermektedir. AKP Genel Başkanının iktidarının ilk yıllarında ; yolsuzluk hortumlarını kestik söylemi, ortaya çıkan vurgunlara bakılırsa, hortumların kesilmediği , sadece dirsek ters çevrilerek yolsuzluk hortumunun kendilerine akması sağlandığı anlaşılmaktadır.
Doğrusu AKP Genel Başkanı Recep T.Erdoğan bütün bu yolsuzluk ilişkilerini bir basın toplantısında ,insanın kanını donduran şu sözlerle savunuyordu: Böyle ufak tefek olayları ikide bir büyüterek önümüze getirmeyin. O kadar abartıyorsunuz ki, sanki Türkiyeyi götürmüşüz. Bu sözlerden sonra herhangi bir kanıta veya mahkeme kararına gerek var mı? En üst düzeyde yolsuzlukların olduğu kabul edilmemiş midir? Erdoğan bu sözlerle yolsuzluk olayları yok dememiştir. Aksine yolsuzlukları kabul etmiş, sadece basının bu haberleri verme biçimine itiraz etmiştir. Erdoğanın bu tutumu aynı gelenekten geldiği Özal ve Demirelin yolsuzluk olaylarını açıktan sahip çıkmasıyla benzerlik teşkil ediyor.
Demirellerin hayali ihracat yoluyla başlattığı yolsuzluklar, yaklaşık 40 yıldır Türkiye gündemini işgal etmiş ve giderek nitelik değiştirmiştir. Özellikle son 6 yılda kanunlar yoluyla yolsuzluk yapmak dahil olmak üzere oldukça kurumsallaşmış bir yolsuzluk ve vurgunla karşı karşıyayız.
AKPnin iktidara gelmesiyle yolsuzluğun uğradığı bu niteliksel değişiklik , beraberinde yoksulluğu da aynı hızla büyütmüştür.
Belediyelerdeki taşeronlaştırma ve ihale sistemiyle aktarılan kaynaklar, kişiye özel çıkarılan vergi affı yasaları, hatırlanırsa Maliye Bakanı Kemal Unakıtanın oğlu için mısır ithalat vergisi oranlarını değiştirerek yaklaşık 400 milyar YTL haksız kazanç elde etmesi, Bakan ve Başbakan çocuklarının bir anda gemi sahibi olmaları, cemaat mensubu yakın kadrolarına verdiği ihalelerle bir anda türeyen milyarderler ve bu köşeye sığması mümkün olmayan daha nice örnekler
En önemlisi ve en büyük olanı ise, özelleştirme yoluyla gerçekleştirilen yolsuzluklardır elbette. Sosyal devleti tasfiye etmek üzere iktidara gelmiş (getirilmiş) olan AKP nin, yüzyılın birikimi olan kaynakları özelleştirme adı altında peşkeş çekmesiyle oluşan kuşkulu işlemler, zaman zaman tartışmalara yansıdığı kadarıyla , satılan KİTlerden komisyon alındığı iddiaları , bu süreçte bu kadar da olmaz dedirten olayların gelişmesine neden olmuştur.
Toplumsal sözleşme niteliğinden uzak olan 12 Eylül anayasasında yazılı olsa da, tamamen ortadan kaldırılan sosyal devlet ilkesi, sosyal güvenlik ve iş hakkı yerine, adına sosyal yardım dedikleri sadaka dağıtımı; sağlık hakkı yerine yeşil kart uygulamasıyla giderek kurumsallaşan bir organizasyonla karşı karşıyayız.
Yolsuzluk ve yoksulluğun doğru orantılı büyüdüğü düşünülürse; cemaat ve belediyeler işbirliği ile yürütülen yardımların, yolsuzluklardan aktarılan kaynakların kimler tarafından yönetildiğini açığa çıkarmaktadır. Buradaki kadrolar hem kendilerine kaynak aktarmakta , hem de kamu kaynaklarından aktarılarak oluşturulan fonlar yoksullaştırılmış insanları kendilerine bağlı kılmanın aracı haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Dağıtılan bu yardımların hiçbir adalet ölçüsü olmadığı gibi, insanların onurlarını zedeleyen yöntemlerle dağıtılması da içler acısı bir manzara ortaya koymaktadır.
Önceki gün bir basın toplantısında gazetemiz Ankara muhabiri Sultan Özerin, Recep T. Erdoğana bu manzaraları hatırlatan sorusu önemliydi. Ekonominin iyi gittiğinden ve krizden etkilenmemekten söz eden Erdoğana, muhabir arkadaşımız ; Çizdiğiniz ekonomik fotoğrafa baktığımızda krizden etkilenmeyen, güçlü, büyüyen bir Türkiye var. Gaziantepte ve diğer yerlerde bulgur yardım paketleri için kadınlar bir birini ezdi, izdihamlar yaşandı. Bunu nasıl açıklayacaksınız? sorusuna yanıtı ilginçti! İnsanların yarattığı izdihamı, psikolojik tahlil yaparak halet-i ruhiyelerine bağladı. Sadaka dağıtmayı ise sosyal devlet gerekliliğine dayandırdı!
Erdoğan bu sözleriyle adeta, sosyal devlet öldü, yaşasın sadaka devleti demek istemektedir. Çünkü sadakaya bağlanmış kişi, yurttaşlık hakkını; yani, iş hakkı, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, eğitim hakkı, örgütlenme hakkı, kültürel hakkı talep etmekten yoksunlaşacaktır.
Bu tablo, yoksullaştırıcı politikaları dayatan IMF Dünya Bankası, yanı sıra tekelci sermaye- cemaat ittifak yapısıyla yürüyen AKPnin işine gelmektedir.
Hasan Hüseyin Kırmızıtoprak
Evrensel'i Takip Et