27 Eylül 2008 00:00
YENİ DÜNYA
Dünya piyasaları bir yılı aşkın bir süredir batık banka haberleri ile alaşağı olup FEDin faiz indirimleri ya da hazinenin müdahale planları ile moral bulan iki geri bir ileri şeklinde özetlenebilecek bir seyir izliyor. Uzun süredir krizin önlenebileceğine dair olumlu beklentiler yayarak piyasaları ayakta tutmaya çalışan (ve bu sayede ihtiyatlı bir şekilde riskli tahvilleri elden çıkarma olanağına kavuşan) sermaye çevrelerinin sesi giderek kısılmakta. Bugün en iyimser iktisatçılar dahi krizin giderek derinleşeceği konusunda birleşirken, daha kötümser olanları 1929 buhranından bu yana yaşanan en büyük krizin kapıda olduğunu dile getiriyor.
Diğer yandan mortgage, türev piyasalar, CDSler derken sokaktaki vatandaşın kafası karışık. Endüstriyel daralmanın ön plana çıktığı geçmişteki krizlerin aksine, bugünkü krizi günümüzün karmaşık finansal araçlarına yeterince aşina olmayan geniş bir kesim takip etmekte zorlanıyor. Bu yazıda sokakta, sohbetlerde çokça şahit olduğum kimi sorulara ve yanılgılara kısaca değinmek istiyorum.
Yaşanan krizin temel kaynağı finansal piyasaların denetimsizliğidir. Bu son dönemde çokça ön plana çıkarılmakla birlikte, kapitalist ekonominin yapısal yetersizliklerinin üstünü örtmeyi amaçlayan bir argümandır. Emlak fiyatlarındaki düşüşün ardındaki tek etken, yükselen faiz oranları değildir. Bu yüzden de krizin ilk sinyalleriyle birlikte uygulanan faiz indirimleri beklenen etkiyi yaratmamıştır. Reel ücretlerin gerilemeye başladığı, işsizliğin arttığı bir ortamda emlak fiyatlarının aynı düzeyde seyretmesini beklemek hayalciliktir. Üretimin durgunlaştığı, kâr oranlarının düştüğü bir ortamda atıl kalan fonlar spekülatif alanlara kayarak emlak piyasasında şişkinlik yaratmıştır. Finansal piyasaların denetimsizliği katalizör görevi görüp kriz sürecini hızlandırmış, hatta şiddetini artırmıştır ama krizin başlangıç noktası değildir.
ABDde hazinenin ve FEDin ortaklaşa açıkladığı ve yatırım bankalarının portföylerinde bulunan kötü aktiflerin (batık riski yüksek emlak kredileri) devralınmasını amaçlayan 700 milyarlık paket krizin önüne geçebilir mi? Bu ve benzeri müdahaleler kısa vadede borsalardaki düşüşün hızını kesebilir ama uzun vadede krizin önüne geçemez. Kaldı ki bu planın uygulanması çok büyük sorunları da beraberinde getirecektir. Amerikan hükümetinin bu paketi açıklamaktaki öncelikli amacı, piyasada alım-satımı tümüyle durmuş olan ve krizdeki şirketlerin kasalarında sıkışıp kalmış aktiflere garanti vererek işlerlik kazandırmak ve böylece yeni iflasların önüne geçmektir. Amerikan bütçe açığının zaten rekor düzeyde seyrettiği bu dönemde böylesi büyük bir kaynak transferinin nasıl gerçekleşeceği daha büyük bir soru işaretidir. Bunun doğal sonucu geniş halk kesimlerinin üzerindeki vergilerin artırılması ve sosyal amaçlı harcamaların kısılmasıdır. Hem de işsizliğin fırladığı, reel ücretlerin gerilediği bir kriz döneminde... Geniş halk kesimlerinin çıkarı gözetilerek yapıldığı öne sürülen paketin gelir eşitsizliğini daha da artıracağı açık bir gerçektir. Bir diğer zorunluluk ise hazinenin dolar basarak bu operasyonu fonlamasıdır ki, bu da doların değerinin daha da düşeceği anlamına gelmektedir. Kısacası, faturayı sadece Amerikan halkı değil dünyanın dört bir yanında dolarla ücret alan tüm çalışanlar ödeyecektir. Bir diğer gerçek ise piyasalara yapılacak kaynak aktarımındaki tercihlerdir. Kaynak aktarımı işsizlik maaşlarının artırılması, konut yardımları vb. yöntemlerle konut kredisi verenlere değil, alan ve daha sonra işsizlik veya düşük ücretler nedeniyle ödemekte zorlanarak evini kaybeden Amerikan işçi sınıfına yapılabilirdi. Bu çözüm yöntemi serbest piyasanın ilkeleriyle bugün uygulanandan daha fazla çelişmezdi ve en az bugün tercih edilen seçenek kadar işe yarardı. Yapılan tercih tümüyle sınıfsal bir tercihtir ve büyük sermayenin doğrudan çıkarlarını korumaya yöneliktir..
Finans piyasalarına yapılan müdahaleler serbest piyasanın sonunun geldiğini mi gösteriyor? Bir kez daha görülmüştür ki serbest piyasa söylemi, altı her dönemde egemen sınıflar tarafından çıkarlarına uygun bir şekilde doldurulmuş koca bir yalandır. Ne var ki şunu da hatırlatmak isterim: Bugün serbest piyasa söyleminin terk edilmesi, sosyal güvencelerin genişletilmesi adına değil bunların olanca hızıyla tavsiye edildiği bir ortamda sermaye sınıfına, emekçilerin sırtından daha büyük bir kaynak aktarımı gerçekleştirmek için yapılmaktadır. Kriz sonrasında devletin ekonomiye daha müdahil olacağı yegane nokta, bugüne değin büyük oranda denetimsiz çalışan yatırım bankacılığının tıpkı mevduat bankalarında olduğu gibi daha sıkı bir denetime tabi tutulması olacaktır.
Son olarak Başbakanın krizin Türkiyeyi etkilemeyeceği şeklindeki açıklamasına değinmekte fayda var. Tüm dünyada ekonomi daralırken, Türkiyenin bundan etkilenmeyeceğini düşünmek imkansızdır. Ford ve Tofaş fabrikalarındaki ücretsiz izinler, yan sanayilerdeki işten çıkarmalar, küresel otomotiv talebindeki daralmanın ilk yansımalarıdır. Artarak süreceğini kolaylıkla tahmin edebiliriz. Bunun yanı sıra bugüne değin yurtdışından düşük maliyetlerle borçlanan özel sektörün, kredi maliyetlerindeki artış sonrasında borçlarını çevirmesi zorlaşacaktır. Ülkedeki bankacılık sistemi de büyük oranda mevduat bankacılığıyla sınırlı olduğundan, krizden muaf gözükse de uzun vadede artan fon maliyetlerinden etkileneceği muhakkaktır.
Murat Birdal
Evrensel'i Takip Et