4 Şubat 2009 00:00

UFUK


EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel’in, önceki gün Ergenekon ile ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında yaptığı vurguların önemi, aynı gün Ergenekon davasında yaşanan gelişmeler tarafından teyit edildi.
Tüzel, halkın, demokrasi güçlerinin bu sürece müdahil olması gerektiğini, bir gerçekleri araştırma komisyonu kurularak, derin devlet adı altında gündeme gelen bütün ilişkilerin açık bir biçimde ortaya konulması ve gereğinin yapılması gerektiğini vurguladı.
Tüzel’in bu basın toplantısını düzenlediği saatlerde gerçekleşen Ergenekon duruşmasında ise Susurluk davası hükümlüsü ve tutuklu sanık Sami Hoştan, 13 yıllık bir ‘sır’ konusunda açıklamalarda bulundu. Hoştan, 3 Kasım 1996 günü meydana gelen kazada ölen Abdullah Çatlı’nın kaybolan çantasının kendisinde olduğunu belirterek, “İçinde kızının kolyesi, 20 bin mark, küçük eşyalar vardı” dedi.
Hoştan, ardından da ekledi: “Çantayı karar günü getirip size teslim edeceğim.”
Hatırlanacağı gibi Çatlı’ya ait bu çantadaki bazı belge ve fotoğrafları, eski Milletvekili Sedat Bucak, kazadan 8 yıl sonra İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne teslim etmişti. Çatlı’nın yakın arkadaşı Haluk Kırcı’nın verdiği bilgilerle, Bucak’ın mahkemeye teslim ettiği belgeler arasında farklılıklar bulunuyordu. Bucak’ın İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu zarfta, şunlar yer aldı: “Korkut Eken, Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak’ın birlikte çektirdiği fotoğraf. Abdullah Çatlı’nın bazı orgeneraller ile çektirdiği fotoğraflar. Sakıp Sabancı’nın Mehmet Özbay adına imzaladığı Değişen ve Gelişen Türkiye adlı kitabı. Telefon fihristi. (23 siyasetçi ile asker ve polislerin isimleri bulunuyor.) Yabancı bir başbakan tarafından Mehmet Özbay adına imzalanmış bir belge. (Mahkemenin gizlilik kararı verdiği bu belge, ancak davanın sonuçlanmasından sonra açıklanabilecek.) Korkut Eken’in 21 sayfalık gizli istihbarat raporu. Bir pasaport.”
Gıyabi tutuklu olarak aranırken 1999 yılı Ocak ayında bir arkadaşının iftar davetinde yakalanan Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşı Haluk Kırcı, İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde 12 Ocak 1999 günü verdiği ifadede, kayıp çantayla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi. Kırcı, şunları söyledi: “Bu çanta, Abdullah Çatlı’nın sürekli yanında taşıdığı, yanından hiç ayırmadığı bir çantaydı. İçinde Mikro Uzi marka bir silah, telefon fihristi, şahsi belgeleri ve günlük benzeri bir defteri vardı. Bordo kaplı telefon fihristinde bütün ilişkilerini yansıtan telefon numaraları yazılıydı. Çanta ise şifreli ve kahverengi deri kaplıydı. Bu çanta kazadan sonra kayboldu. Eğer çanta bulunursa Susurluk çözülür. Çatlı bütün ilişkilerini o defterine yazıyordu.”
Susurluk kazası sırasında kaza yapan 06 AC 600 plakalı Mercedes’in arkasında bulunan Sedat Bucak’ın koruması Ercan Ersoy ise TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, kayıp çantayı Bucak’ın özel şoförü Gani Kızılkaya’nın, beyaz bir poşete koyarak sakladığını anlattı. Ercan Ersoy, komisyona şu bilgileri vermişti: “Mercedes’teki kazanın ardından koruma arkadaşlarla birlikte Sedat Bucak ve Mehmet Özbay’ı alıp Susurluk Sağlık Ocağı’na götürdük. Şoför Gani Kızılkaya olay yerinde kaldı ve Mercedes’teki özel eşyaları beyaz bir poşetin içine koydu. Bu özel eşyalar arasında Sedat Bucak, Mehmet Özbay (Abdullah Çatlı) ve Hüseyin Kocadağ’ın çantaları da vardı. Hatta Sedat Bucak Bey’in çantasının içinde 230 milyon lira vardı. Hastane masraflarını da bu parayla karşıladık.”
Ortada bir çanta hikayesidir gidiyor ve 13 yıldır, bu konuda kim doğruyu söylüyor bilen yok. Daha doğrusu bilen biliyor da, halk bilmiyor ve Tuncay Güney gibi derin bağlantıları olmayan bizim gibi gazeteciler...
Bu çantanın içinde neler olduğunu gerçekten devletin istihbarat ve güvenlik birimleri bilmiyor mu? Çatlı, zaten kendisine devletin istihbarat birimleri tarafından verilen kimliklerle onca yıldır dolaştıysa, o zaman devlet nasıl bilmiyor o çantada neler olduğunu? Türkiye devleti bilmeyecek de, kim bilecek bu sorunun yanıtını? İsrail’e mi, yoksa ABD’ye mi soracağız?
Diğer taraftan Sami Hoştan, sanık olarak oturduğu o koltukta, nasıl oluyor da yıllardır akıbeti merak edilen çantanın kendisinde olduğunu meşru bir havada söyleyebiliyor ve bir adım daha ileri giderek, “Çantayı karar günü getirip size teslim edeceğim” diyebiliyor? Bu sözü ile “Bana ceza vermez ya da makul bir ceza verirseniz, o durumda çantayı teslim ederim” mi demek istiyor? Yani şantaj mı yapıyor? Eğer şantaj yapmıyor ya da bir yerlere mesaj göndermiyorsa, neden şimdi değil de karar günü vereceğini söylüyor çantayı?
Bu soruların yanıtını aklı başında herkes merak edecektir.
Peki, Çatlı’nın yakın arkadaşı Haluk Kırcı’nın, “Eğer bulunursa Susurluk çözülür” dediği bu çantayı bunca yıl sakladığı için Sami Hoştan hakkında ayrı bir dava da açılacak mıdır?
Bu soruların yanıtlarını zamanla alacağız.
Ama Tüzel’in de vurguladığı gibi; demokrasi güçleri, halk güçleri ortaya çıkmadıkça, doğrudan halkı ilgilendiren gerçeklerler, sadece halka karşı ‘sır’ olarak kalmayı sürdürecek!
Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et