22 Şubat 2009 01:00

Zeus sunağı


Yıllar süren Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken kral Odisseus; kendisini yemeye kalkan denizler tanrısı Poseydon’un oğlu canavar Polifemos’un gözünü kör etti. Bu yüzden Poseydon da onun başına yıkım üstüne yıkımlar yağdırmaya başladı. Son olarak Odisseus’un buyruğundaki kürekçi yoldaşlarıyla birlikte bütün gemilerini batırdı. Ne var ki en sonunda Odisseus; tanrıça Atena’nın yardımıyla, iki gün üç gece dalgalarla boğuşa boğuşa hiç tanımadığı Fayakların adasına, çırılçıplak da olsa, böyle sağ salim çıkabildi...
Korfu adlı bu adanın ırmağında prenses güzel Nausikaa ve yardımcıları kızlar, o gün sabahtan gelip çamaşırlarını yıkayıp ağaç dallarına asmışlardı. Artık kendi aralarında şenşakrak top oynamaya başlamışlardı... Bir ara önünü bir zeytin dalıyla örtmüş olarak Odisseus çıkageldi yanlarına. Bütün kızlar apar topar kaçıştılar. Bir tek Nausikaa kaldı ortada. Ve kendisinden yardım isteyen bu çıplak yabancıya hemen yardım etmeye başladı güzel Nausikaa. Ona yıkandıktan sonra giysin diye temiz rubalar verdi. Kral babasından ve konaklarından söz etti. Ve Odisseus’un doğruca anasının yanına oturup ona derdini anlatmasını istedi... “Zaten babam kral Alkinoos da aynı odada, pencere kıyısındaki koltuğunda oturmakta, sakin sakin şarabını içmektedir” diye sürdürdü konuşmasını... “Anamın babamın içinde iyi duygular uyandırırsan onlar yurduna bir gemiyle gönderirler seni. Şimdi ben eve dönerken yanımda olmanı istemiyorum. Arkamdan dedikodu ederler! Kız arkadaşlarım sana yol gösterecek...” Bunları söyledikten sonra Nausikaa, hemen hazır arabasına bindi ve kamçısını katırların sırtında şaklattı.. Katırlar dörtnala alıp götürdüler prensesleri iyi yürekli güzel Nausikaa’yı.
Artık hizmetçi kızlarla kalan Odisseus, onlarla birlikte yürümeye başladı yaya olarak. Bir süre sonra kızlar onu prensesleri Nausikaa’nın önerdiği gibi bir koruluğa götürdüler. “Bu güzel koruluk tanrıça Atena’nındır” dedi kızlardan biri; “burada hava kararana dek oyalanırsın. Ondan sonra da şu karşıdaki kente girersin. Orada ufacık bir çocuğa bile sorsan kral Alkinos’un sarayını gösterir sana.” Hizmetçi kızlar bir testi su bırakıp kente doğru uzaklaşıp gittiler...
Korulukta tek başına kalan yorgun ve şaşkın Odisseus, çok sevdiği ve dostu tanrıça Atena’ya; “Kalkanlı Zeus’un kızı Atena, bari şimdi yardımcı ol bana. Tanrı Poseydon neler çektirmedi bana, gördün! Troya’dan yola çıktığımdan beri hem yoldaşlarımı, hem gemilerimi denize gömdü hep. Fayakların adasıymış burası... N’olur, Fayakların kralı iyi davransın bana... Beni karımın çocuğumun yanına yollasın sağ salim... Yirmi yıldır ayrıyım onlardan!” Odisseus’un bu dileğini ta Olimpos’ta duydu tanrıça Atena... Ne var ki Odisseus’u nice severse sevsin, amcası tanrı Poseydon’dan ödü kopuyordu! Çünkü tanrıların söylediklerini değil, kendi aklının söylediklerini kılavuz edinen Odisseus, hem denizlerin sırlarını öğrenmeye kalkmış hem de buna engel olmak isteyen Poseydon’un bekçi çocuklarından Tepegöz Polifemos’un gözünü kör etmişti!... Haliyle Poseydon’un gitgide daha da kabaran öfkesi yüzünden açık açık yardım edemiyordu ona...
Hava karardıktan sonra Odisseus, gizlendiği güzel koruluktan ayrılıp kente doğru yürümeye başladı. Tanrıça Atena da sekiz-on yaşlarında sevimli küçük bir kız kılığına girip karşısına çıktı. Odisseus kızcağızı durdurup kral Alkinoos’un sarayını sordu. Çocuk kılığındaki tanrıça Atena, “Olur konuk amca” deyip Odisseus’un önüne düştü; onunla sağdan soldan konuşa konuşa Alkinoos’un yeşillikler içindeki söz konusu güzel konağının kapısının önüne kadar götürdü. Kimseler görmesin diye de Odisseus’un üstüne kalın bir sis perdesi çekip gözden kayboldu. Böylece kimselere görünmeden sarayın içine girdi Odisseus.
Sarayın içinde ülkenin danışmanlarıyla kralları Alkinoos ve kraliçe Arete, ülkelerindeki son durumla ilgili olarak birtakım kararlar almışlardı. Bitirdikleri toplantıdan sonra da artık keskin gözlü tanrı Hermes’e şarap sunuyorlardı... Bu sunudan sonra da gidip yatacaklardı... Üzeri tanrıça Atena’nın sis perdesiyle örtülü olduğundan kimseler görmüyordu Odisseus’u. Ve mutlu bir ülkenin, iyiliği dillere destan kral ve kraliçesine hayran hayran, uzun uzun baktı...
Haliyle savaş zıpkınıyla vurulmuş eski kral Odisseus’un, savaş nedir bilmeyen bir halkın bu mutluluğunu görünce, başı döndü aniden...
Yaşar Atan

Evrensel'i Takip Et