1 Mart 2009 01:00

MERCEK


Mail adresine gelen yüzlercesinden biri başlıktaki sözcüklerle sözlerle başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Elazığ’ın çok kötü bir ilçesinde sözleşmeli öğretmenlik yapıyorum. Henüz 16 aylık evliyim ama evliliğimin sadece 4 ayını eşimle geçirdim. Daha ne kadar ayrı yaşamaya dayanacağım bilemiyorum, bu şekilde görevime adapte olamıyorum. ... eşim ve ben artık dayanamıyoruz. Maddi olarak zaten batmış durumdayız. Hem orda ev geçindiriyoruz hem burada...ayrı yaşamak ise cabası; her gün kavga. Ayrılma noktasına geldik artık..insanı mesleğinden soğutur hale getirdiler... bütün haklarımızı elimizden alıyorlar... sözleşmeli kölelik yapıyoruz resmen.”
Bir diğeri şöyle: “Ben Hakkari’de sözleşmeli öğretmen olarak çalışmaktayım eşim Bartın’da. 2009 şubat özür grubunda sözleşmeli öğretmenlere eş tayini hakkı verilip verilmeyeceği hâlâ belli değil. 1 çocuğumuz var,1.5 yıldır
ayrıyız, kadrolu öğretmenlere verilen yarıyıl özür grubu(eş durumu) tayininin biz sözleşmelilere de verilmesini istiyoruz. Sayın Bakan sözleşmeli- kadrolu öğretmen arasında fark yok demesine rağmen şubat özür gurubunda bu hak sözleşmelilere verilmemekte ve binlerce sözleşmeli öğretmen ve aileleri mağdur durumda bulunmaktadır. Mağduriyet sesimizi duyurmanızı rica ederim. Saygılarımla..”
Bir öteki sözleşmeli öğretmen ise Kars’tan sesleniyor; “Bizler çok çaresizce bekliyoruz. Geçen yıl yaptıkları bahaneyle aralıkta 10 bin sözleşmeliyi daha göreve başlattılar. ‘Boş pozisyon kalmadı’ diyerek bizi bekletiyorlar. Bu şekilde çocuklarımızdan toplamda 2 yıl ayrı kalmış olacağız. Hani nerede bunun adaleti, insanlığı, Müslümanlığı, aile bütünlüğü, yazık değil mi bizlere. Eşimiz yalnız, çocuğumuz yalnız, biz çaresizce bekliyoruz. Bunların bizi anlayıp sesimizi duyacağı yok. Lütfen bu çaresizliğin sesi siz olur musunuz ?...”
Bu kadarı, sözleşmeli öğretmenlerin dramını görebilmek için yeterli sayılır. Kendileri, içinde bulundukları ruh halini, zorlukları ve beklentilerini belirtmişler. Ancak durumu dram oluşturanlar sadece onlar da değil. Tüm öğretmenlerin; sadece öğretmenlerin de değil, sağlıkçı ve öteki kamu çalışanı emekçilerin benzer sorunları var. Bunlara şimdi kriz kaynaklı olan ek yoksullaşma eklenmiş durumda. Ücret yetersizliği zaten vardı. “Milli eğitim politikası” diye dayatılan paralı, ayrımcı, ulus ve halkların bir kesimini ötekilerden üstün ve ötekileri “aşağı” gören ve gösteren, dini inanç istismarını içeren “eğitim-öğretim müfredatı”nı öğretmenler uygulamakla zorunlu tutuluyorlar. Bu başlı başına politik, sosyopsikolojik bir vaka. Hükümet ve bakanı “Milli eğitim”i AKP’nin ve devlet dininin örgütlü tezgahına dönüştürdüler. Öğretmenleri bir de “başöğretmen, kadrolu, vekil ve sözleşmeli” diye ayırdılar. Bu durum öteki tüm kamu emekçilerinin olduğu gibi öğretmenlerin önüne bu ayrımlara takılmadan „özlük hakları” başta olmak üzere mesleki, sosyal, ekonomik ve politik talepler için birleşme zorunluluğunu koyuyor.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et