1 Mart 2009 01:00

GÖZLEM


Kapitalizmin krize girdiği her dönemde, serbest piyasanın olmazsa olmazı sayılan temel ilke ve kurallara ters uygulamalara başvurması ya da kendi koyduğu kurallara uymaması gelenek olmuştur. Liberalizmin ilk yıllarından bu yana benimsenen temel kural, serbest piyasada devletin, oyunun kurallarını egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda belirlemesi, hiçbir koşulda onun işleyişine müdahale etmemesidir. Gerçekten de sermaye birikimi istikrarının ciddi anlamda tehdit edilmediği, bu anlamda birikimin güvenli bir şekilde arttığı koşullarda, egemen sistem açısından oyunun kuralları fazla değişikliğe uğramadan uygulanmıştır.
Kapitalizm, ticaret kapitalizmi döneminden bu yana eşitsizlerin, haksızlıkların ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bir sistem olarak gelişti. Bu dönemde irili ufaklı çok sayıda kriz ile karşılaşıldı. Yıllarca piyasaya kesinlikle müdahale edilmemesi öğütlendi ve böyle bir durumun aynı zamanda ahlaki olarak çeşitli sakıncalar doğuracağı savunuldu. Bu açıdan bakınca, kapitalizm ile “serbest piyasa”nın sanıldığının aksine özdeş olmadığını söylemek mümkün. Sistemin temelinde artı değer sömürüsünün (hem nispi hem de mutlak olarak) sürekli olarak arttırılması ve bunun için mümkün olduğunca kuralların olmaması ya da olan kuralların uygulanmaması var.
Kapitalizmde kurallar, dizginleri elinde tutan sermaye güçlerinin isteğine göre belirlenir, değişir ya da değiştirilir. Oysa “serbest piyasa” söylemi, en azından teorik olarak, güçlü ya da güçsüz, büyük ya da küçük herkesin “piyasaya” çıkarken eşit bilgiye sahip olduğunu ve bu bilgiye göre davranması gerektiğini savunur. Bu anlamda dünya çapında yaşanan kriz sürecinde kapitalist devletin batan şirketleri ve bankaları devletleştirmesi, eğer sistemin çıkarı söz konusuysa kapitalizmin işleyişine uygundur. Burada amaç tek başına batan şirketleri kurtarmak değil, yaşanan iflasların sistemi temelden sarsacak büyüklüklere ulaşmasının önünü kesmektir. Ancak aynı durumun “serbest piyasa”nın işleyiş mantığına uygun olduğu söylenemez.
Bugüne kadar “Devlet ekonomiden elini çekmeli” diye bağıran patronlar, işleri kötü gitmeye başlayınca ciyak ciyak “Nerede bu devlet?” diye çığlıklar atmaya başladılar. Bir taraftan hükümetin kendilerini kurtaracak paketler açıklamasını beklerken, diğer taraftan kitleler halinde işçileri kapı önüne koydular. Yetmedi işsizlik fonunda biriken paraların işsizler için kullanılması yerine kendilerine verilmesi isteyecek kadar pervasızlaştılar.
Krizin etkilerinin her ülke için eşit derecede geçerli olduğunu söylememiz elbette mümkün değil. Kriz, gelişmiş kapitalist ülkeler için farklı, az gelişmiş ülkeler için farklı şekillerde ve boyutlarda yaşanıyor. Piyasa sisteminin oturduğu gelişmiş kapitalist ülkeler için krizler, aynı zamanda sistemin verimsiz yanlarını temizleme, bir anlamda doğal bir ayıklanma yoluyla yenilenme sağlıyor. Bu anlamıyla krizler, kapitalizmin temelini sarsacak kadar sert ve derin olmadıkları sürece ya da bu durum emekçi sınıflar tarafından doğru değerlendirilemediğinde ekonomiyi ve siyasal yapıyı yenileyen, egemen sınıf iktidarını güçlendiren etkiler yaratır. Bunun için gelişmiş ülkelerde “serbest piyasa sistemi” içinde verimsiz olanların sistemi sıkıntıya sokmadıkça batmasına izin verilir. Ancak, batacak olan çok büyükse ve battığı takdirde ekonomiyi sarsacak bir etki yaratabilirse buna elbette izin vermezler. Kapitalist devlet burada devreye girerek, egemen sınıfın en önemli aygıtı olarak gerekli hamlesini yapar.
Kuralsız bir sistem olan kapitalizmin belli kurallara göre işlediği tamamen bir aldatmacadan ibaret. Ekonomiden siyasete bütün alanlarda olağanüstü gelişmelerin yaşandığı derin kriz dönemlerinde yönetim biçimlerinin olağan zamanlardaki gibi sürmesini beklemek saflık olur. Bu anlamda önümüzdeki aylarda, özellikle yerel seçimler sonrasında, kapitalist devletin olağan dönemlerde gizlemeye çalıştığı baskıcı ve despot yüzünü, hemen her alanda daha çok göstereceğini söylemek kehanet olmayacaktır.
ERKAN AYDOĞANOĞLU

Evrensel'i Takip Et