7 Mart 2009 01:00
YOLCULAR İÇİN EL AYNASI
Bir yolcu gördüm,
Müthiş telaşlıydı. Bir menzile varmak, soluk almak, durup dinlenmek istiyordu. O yüzden mi bilmiyorum ama çevresinde olup bitenlere ilgisiz görünüyordu.
Geçtiği yollardaki o yüksek dağlardan, kalabalık pazarlardan, deniz gibi açılan uçsuz bucaksız nehir yataklarından ne bir anı taşıyordu, ne de bir gözlem aktarıyordu bize. Hatta bunca zaman içinden geçtiği yerlerde olup bitenleri fark etmek bir yana, nereden gelip nereye gittiği konusunda hiçbir fikri olmadığını iddia edenler bile vardı aramızda.
Yıllar önce çıkmıştı yola. Sabırla hazırlanmış, ardında hemen hiçbir şey bırakmamıştı adımlarını ağırlaştıracak. Sadece kendisiydi, kendisiyle gidiyordu.
O günlerin birinde, ilk karşılaştığımız durakta biraz çene çalmış, pek de ilginç gelmemiştik birbirimize. Herkesin kendi yolu, kendi yordamı vardı.
Zaten bilen bilir ki uzun yolların yolcuları, tüy gibi hafif yoldaşlar ararlar kendilerine. Yolların yükü taşıyamayacakları kadar ağırlaşınca, meşakkatleri paylaşacak fakat kesinlikle yeni yükler bindirmeyecek yoldaşlar ararlar; kalıcı olsun ya da geçici, fark etmez
Asla onlardan değildik birbirimiz için.
Nasıl olduysa bir süre için yolumuz aynı yöne düştü.
Aradan çok zaman geçti ve ben, neden sonra artık yoldaş olduğumuzu fark ettiğimde uzun bir yol, pek çok dar geçit, eğreti köprüler, dikenli patikalar bırakmıştık arkamızda.
Huzurun tek çaresi varmak oldu demişti o gün. Yine yoldaydık, menzil belli ki çok uzaktaydı.
Gidiyorduk. Yol uzadıkça tedirginliği artıyor; kaygıları, korkuları, sıkıntıları büyüyordu.
Tıpkı yollarda olduğu gibi duraklarda geçirdiğimiz süre uzadıkça da huysuzlaşıyor, sıkıntıları artıyordu. Her yol gibi her durak da imkansızdı onun için. Doğrusu, zordu.
Her şeye rağmen, alıp başını gitmek ya da kalıp ötekini uğurlamak, ikimizin de hem aklında hem elindeydi.
Ayrılabilirdik
Halinden hoşnut olduğu zamanlar kısa sürüyor, göz açıp kapayıncaya kadar kiraz çiçeklerinin mevsimi geçiyordu. O süre içinde iyi hissediyordu kendini, o kadar. Sadece yola çıktığımız ilk zamanlarda ya da vardığımız yerdeki ilk anlarda, sınırsız bir huzurun eşiğinden giriyordu, fark ediyordum. Sakinleşiyor, yumuşuyor, çevresine şöyle bir göz atıyordu belli belirsiz. Fakat çok geçmeden kendi çıkmazına yeniden gömülüyordu.
Yollarda değil, huzursuzluğun girdaplarında yolculuk yapıyordu adeta...
İşte ben bu muhteşem seyahati fark ettiğim gün
Huzurun tek çaresi varmak oldu demişti.
Nasıl diye sormak zorunda kalmıştım, çünkü rehberim oydu çoktandır.
Cevap vermedi.
O an, kaybolduğumuzu anladım!..
ÖZCAN YURDALAN
Evrensel'i Takip Et