27 Mart 2009 01:00
ÖZGÜRCE
Türkiye siyaset yaşamında laiklik, partiler arasındaki en temel ayrışma noktası olmuştur. Öyle ki dünyada üretim ve bölüşüm ilişkilerindeki farklılıkların bir belirteci olan sağ ve sol kavramları dahi, Türkiyede laiklik üzerinden tanımlanmıştır. 1950lerde CHP ile DP, 1960larda CHP ile AP, siyasetin solundaki ve sağındaki partiler olarak görülürken, 1970li yıllarda MHP ve MSP ile sağ partiler çoğalmış, CHP solda tanımlanan tek parti olma imajını sürdürmüştür. 1980lerde CHPnin yerini önce HP, sonra SODEP ve SHP alırken, ANAP sağın en büyük temsilcisi olmuştur. 1990lı yıllarda ise sağda DYP, Refah Partisi ve MHP ön plana çıkarken, solda DSP ve CHPnin solu temsil ettiği düşünülmüştür. 2000li yıllarda ise siyaset sahnesine zıplayan AKP, Saadet Partisi, MHP ve diğerlerinin önünde sağın en büyük temsilcisi olurken, bunların karşısında CHP en büyük parti olarak yer almıştır. Tüm bu süreçte sağın içerisinde yer alan partilerin ideolojik yaklaşımları ile seçmen karşısına çıktıkları yüzleri birbiriyle önemli ölçüde örtüşmüştür. Oysa, solda tanımlanan partilerin ve özellikle de CHPnin ideolojik savunuları ile siyaset çizgisinde konulduğu yer daima yanıltıcı olmuştur.
29 Mart 2009 seçimlerinde AKPnin neoliberal değerleri her şeyin önüne alması ve CHPnin çarşaf açılımı ile Türkiye siyaset yaşamında belki de ilk kez laiklik vurgusu geri plana itilmiştir. Hal böyle olunca da seçimlerin favorisi olarak görülen AKP, CHP ve onlarla birlikte MHPnin söylemleri birbiriyle müthiş biçimde benzeşmiştir. Örneğin toplumun en büyük sorunu işsizlik, yoksulluk, örgütsüzlük başta olmak üzere ekonomi politikalarında ya da belediye hizmetlerinin piyasa anlayışıyla yürütülmesi, taşeron çalıştırma ve bunun gibi pek çok konuda birbirlerinden hiçbir farklılıkları olmadığı açık biçimde ortaya çıkmıştır.
Partiler arasındaki dünya görüşünün ve yaklaşımların böylesine benzeşmesi, laiklik etkeni de ortadan kalktığında sağı-solu olmayan bir seçim görüntüsü yaratmıştır. Dolayısıyla partiler, oy kapma yarışını liderlerin kişisel didişmesi, laf ebeliği üzerinden yürütmeye çalışmıştır. Bu da mevcut seçim sistemi içinde zaten anlamsız olan seçimleri daha da anlamsız hale getirmiştir.
Toplumun sorunlarını çözmesi ve ihtiyaçlarını karşılaması bakımından bu seçimlerin son derece anlamsız olmasına rağmen, Türkiyenin önümüzdeki sürecini belirleme konusunda çok da önemli bir yanı vardır. Zira AKP, altı yıllık iktidarı boyunca yarattığı işsizlik, yoksulluk, yolsuzluklar ve emek düşmanı icraatları ile bu seçime gitmektedir. Tüm bunlar ortadayken, AKPnin, tek başına iktidar olma gücünü sarsmadan bu seçimlerden çıkması oldukça güçtür. Bunun farkında olan AKP, seçimleri alabilmek için hükümet olmanın verdiği ayrıcalığı en çirkin biçimiyle kullanmıştır.
AKP bu seçimlere kabarık bir yolsuzluk, usulsüzlük, kayırma ve tehditle dolu bir dosyayla birlikte girmektedir. Eğer bu kabarık dosyaya rağmen AKP önemli bir üstünlük sağlarsa, tüm bu yolsuzluk, usulsüzlük, kayırma, tehdit ve başta sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere emekçilerin haklarını gasp eden uygulamaları meşrulaştırmış olacaktır. Bu da önümüzdeki dönemde AKPnin, tüm bu uygulamaları, halka onaylatmış olmanın rahatlığı içinde çok daha ileri biçimde hayata geçirmesine zemin hazırlayacaktır.
29 Mart seçimlerinde işsizliğin, yoksulluğun, emek düşmanlığının ve yolsuzluğun meşru hale getirilmesini engellemek son derece önemlidir. Ama tüm bunların bütünüyle ortadan kalkması ve Türkiyede emeğin, demokrasinin yücelmesi için gerçek anlamda emekten, demokrasiden yana sol partilerin güçlenmesi gerekir.
ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU
Evrensel'i Takip Et