6 Eylül 2009 00:00

Zeus sunağı


Kazdağları’na kıymayın efendiler!
Gençlerimizin Kazdağları yakınlarında düzenlediği o güzelim kamp sırasında, insanlık düşmanı birtakım eller, tanrıların ve insanlığın evrensel ülkesi Kazdağları’nı ateşe vermişlerdi... Çünkü yedikçe açlığı şahlanan bu canavarlar, artık elbirliğiyle onu da yutacaklardı...
Kazdağları, insanların ve tanrıların harmanlanıp nice uygarlıkların tetiklendiği ve konuşlandığı bir Olimpos ülkesiydi... Toprağıyla taşıyla, kurduyla kuşuyla, tanrıların ve çobanların susuzluklarını giderdiği bin bir pınarlarıyla Kazdağları, insanların yorgun ve umutsuz anlarında biraz soluklanıp yeniden can bulduğu evrensel bir güzergahtı...
Örneğin Roma İmparatorluğu’nun kaynağıydı.
Latin ozan Vergilius, Aeneis adlı destanında; Troya yakılıp yıkıldıktan sonra, Troyalı Ayneyas’ın yeni bir krallık kurmak üzere Kazdağları’ndan başlayan İtalya yolculuğunu anlatıyordu. Vergilius, Roma İmparatorluğu’nun geçmişini Troya’ya dayandırıyor; böylece Batı uygarlığının, Anadolu uygarlıklarından kaynaklandığını çok belirgin olarak ortaya koymuş oluyordu...

***
Aslında Troya kralı Priyamos, Ayneyas’ın (Aineias) amcası olurdu. Çoban Anhises (Ankhises) de babası... Ayneyas’ın çocukluğu, kral Priyamos’un ünlü oğulları Hektor ve güzel Helena’yı Yunanistan’dan kaçırıp getiren Paris’le birlikte geçti...
Ayneyas’ın babası Anhises, eskilerin İda Dağı dedikleri bin bir pınarlı Kazdağları’nda çobanlık ediyordu. Çünkü Kazdağları’na aşıktı. Aşkını dillendirmek için kendi de elleriyle bir kaval yaptı. Ve sürülerini otlatırken sık sık bu kavalını çalar, ezgiler söylerdi. O güzelim ormanların geyikleri, ayıları, hatta bu dağların doruklarına konuşlanıp Troya’daki savaşları çıkarlarınca yönlendiren tanrılar bile ona kulak kesilirlerdi...
Kazdağları’nda onun kavalıyla yaktığı bu ezgileri dinleyen güzellik tanrıçası Afrodit de onu büyük bir tutkuyla sevmeye başladı. Sonunda Afrodit, bütün kadınsı hünerlerini kullanmaya karar verdi onunla birlikte olabilmek için... Gene Anhises’in ezgileriyle coştuğu bir gün, tanrılar ülkesi Olimpos’tan inip Kıbrıs’taki tapınağına gitti apar topar. Oradaki letafet tanrıçaları, onu bir köylü kızı gibi bir güzel giydirip kuşattılar... Sonra da aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit, doğruca çoban sevgilisi Anhises’in yaşadığı Kazdağları’na gitti. Onu çok iyi tanıyan ve seven kurtlar, ayılar, geyikler de hemen bir çeşit “hoş geldin alayı” oluşturup ardına takıldılar! Afrodit çok sevdiği bin bir pınarlı Kazdağları’ndaki bütün bu canlıların üstüne aşk kıvılcımları saçtı... Onlar da hemcinsleriyle eşleşmek üzere hemen dağılıp ağaçlar arasında gözden kayboldular... Sonra da Afrodit, bütün alımlılığıyla salına salına çoban Anhises’in kulübesine girdi. Buncasına güzel bir kızı aniden karşısında gören Anhises de haliyle çok şaşırdı. Gözlerini ovalaya ovalaya kendine geldikten sonra, böylesi bir güzelliğin ancak tanrıçalarda olabileceğini söyledi konuğuna. Köylü bir genç kız kılığındaki tanrıça Afrodit de onun bu sözlerini yalanlamaya çalıştı. “Ben sıradan bir kızım” dedi; “Troyaca dilini bilmemin nedeni, sütannemin Troyalı olması yüzünden... Bir gün genç kızlar korosunda şarkı söylerken tanrı Hermes beni büyüleyip bu dağa bıraktı ve bu dağda Anhises adlı bir çobanla evlenmemi istedi. Eğer o sensen, beni karın olarak al; sana güzel çocuklar doğurayım!..”
Bu sözlerden sonra Anhises’le birlikte geçirdikleri gecenin sabahında Afrodit, sevgilisine; “Ben tanrıça Afrodit’im” diye gerçeği açıklamaya başladı. “Ama korkma; benden doğacak erkek çocuğun bakımını beş yaşına dek Kazdağları’ndaki peri kızları üstlenecek. Ve o çocuk, ileride büyük bir halkın; Romalıların atası olacak! Ama sakın bu birlikteliğimizi başkalarına söyleme! Yoksa tanrıça Hera, hem çocuğumuzun hem de senin başına bin bir kötülük yağdırır!..”
Ne var ki bir süre sonra çoban Anhises, şaraplı bir sohbet sofrasında dostlarıyla yarenlik ederken dilini tutamadı; tanrıça Afrodit’le Kazdağları’ndaki çoban kulübesinde güzel bir gece geçirdiğini ağzından kaçırıverdi!.. Bu açıklamayı anında duyan Afrodit de haliyle küplere bindi öfkesinden. Hıncını almak için o çoban sevgilisi Anhises’i, anında hem kör hem topal etti!
Bununla birlikte Afrodit, bu ölümlü çobandan doğurduğu oğlu Ayneyas’ı her zaman; özellikle Troya savaşları sırasında hep esirgeyip korudu... Bir keresinde Ayneyas, Yunanistanlı yağmacı orduların en ünlü savaşçılarıyla çarpışırken çok ağır yaralandı. Bunun üzerine Afrodit, tanrı Apollon’un yardımıyla onu apar topar savaş meydanından uzaklaştırdı! Hatta bu çatışma sırasında yaralanan kendi elinden bile tanrısal kanlar aktı… Apollon ve diğer tanrılar, Ayneyas’ın bir an önce iyileşmesi için elbirliği ettiler. Çünkü onun ölmemesi gerekiyordu... Tanrı Poseydon da zaten cümle aleme açıkladı bunu:
On yıl süresince Yunanistan’dan gelen yağmacı ordulara geçit vermeyen Troya surları, içi asker dolu hileli Tahta At’ın bir tanrı armağanı olduğu gerekçesiyle kente alınmasıyla düştü… İşte Troya yağmalanıp yakıldığı bu sıralarda tanrılar, babasını da yanına alıp İtalya’ya doğru yelken açması ve orada yakılıp yıkılan Troya’nın eşi olacak yeni bir krallık kurmasını buyurdular Ayneyas’a. Bu yüzden Ayneyas, daha yeni yeni ellenip ayaklanan oğlunun elinden tuttuğu ve babası kör ve sakat Anhises’i de sırtına aldığı gibi, doğruca Kazdağları’na sığındı. Tanrıça Atena’nın bir zamanlar gökyüzünden Troya’ya düşen Palladyon adlı tahtadan heykelini de yanına almayı unutmadı!
Birçok serüvenlerden sonra Ayneyas, İtalya’ya ulaştı ve Roma İmparatorluğu’nun çekirdeği olacak ilk kentin kurucusu oldu...
Yaşar Atan

Evrensel'i Takip Et