12 Eylül 2009 00:00

Pameksler böyle büyüyor


İlk haber şöyle geldi: “Pameks Tekstil işçisi 7 kadın sel sularına kapılan servis aracında feci şekilde can verdi.” Sonra anlaşıldı ki işin aslı öyle değil. Her tarafı kapalı, camı olamayan, hava almayan, yük taşımak için tasarlanmış, insan taşımaya uygun olmayan araç servis aracı olarak kullanılıyormuş... Öyle ya patronun gözünde işçinin yükten ne farkı vardı! Mesai saatlerinde tekstil ürünlerine taşıyan araç pekala mesai saati bitiminde işçileri taşıyabilirdi. Servis aracı ayarlayıp masrafa girmeye ne gerek vardı.
İşin aslı anlaşılınca hemen savunmaya girdi şirket yetkilileri ve işçileri suçlayan bir açıklama yaptı: “Fabrikamızda kayıtlı 15 tane araç var. İşçilerin öldüğü araç servis arabası olarak kullanılmıyor. O gün servis şoförü kendi inisiyatifini kullanarak, daha yüksek olduğu için o aracı almış. Araç fabrikaya geldiğinde arkada oturanlar yerde suyu görünce ayakları ıslanmasın diye inmemişler. Bu sırada duvar patlayınca bahçeye su dolmuş. İşçiler aracın kapısını kapatmışlar. Ancak oluşan basınçtan kapıyı yeniden açamayınca içeri dolan suyla öldüler. Araçtan inenlere bir şey olmadı, kendilerini kurtardılar.”
“Her şeyin sorumlusu işçiler” açıklamasına Hayatını kaybeden kadın işçilerden Nuriye Can’ın eşinden yalanlama geldi: “Her gün bu araçla gidiyorlardı. Genellikle şoförün yanındaki koltukta iki kişi oturur, diğerleri de taburelerle arka tarafta otururlardı.”
SADECE ÇAYCISINA ÜZÜLMÜŞ
Çok daha çarpıcı ve patronun, sermaye sınıfına ait olanların bakışını yansıtan bir ifade yansıdı basına: “Köpeğimiz bile aracın üstüne çıkıp kendisini kurtardı. Onlar da araçtan inseydi bir şey olmayacaktı. Ölenlerden bir tek çaycıma üzüldüm.” Cümlenin sahibi Pameks Tekstil yetkilisi Ahmet Alkan...
Bu mantığa göre ‘işçiler köpekten de aptaldı!’ Ayaklarının ıslanmasından korkmuşlardı da köpeğin akıl ettiğini bile akıl edememişlerdi. Pameks’e ait fabrikada yılda 960 bin parça üretim yapan işçilerin, patronlarının gözündeki değerinin en somut ifadesi bu sözler olsa gerek. Aynı Pameks’in web sayfasına girdiğinizde şu sözler karşılıyor bizi: “1986 yılından bugüne faaliyet gösteren Pameks Giyim Sanayii 20 yılı aşkın tecrübesi ve hızlı büyüyen portföyü ile alanında söz sahibidir. Kalsikten güncele yüksek kalite garantisi ile üretilen ürünlerimiz Avrupa’nın değişik ülkelerinde farklı müşteri gruplarına satışa sunulmakta ve yarattığı memnuniyetle Pemeks, endüstrisinde yarattığı ismi sağlamlaştırmıştır. Gerek Avrupalı, gerekse lokal kumaş üreticileriyle kurduğu ilişki uzun süreli ilişkilerle Pameks, dokuma alanında da saygın ve güvenilir bir firma olmanın verdiği avantajları yaşamaktadır.”
Evet, saygınlık, güvenirlilik, kalite vb. sözler havada uçuşuyor. Tüm bunların müşteri ve pazarda yer kapabilmek için olduğu şu sözlerle aktarılıyor: “Konusunda da ulusal ve uluslar arası gelişmeleri izleyen müşteri talepleri doğrultusunda en son teknik ve materyalleri kullanan firmamız, markalaşma çalışmalarına AR-GE desteğiyle sürdürmektedir.”
ÖZETİ BUDUR: REKABET EDEBİLİRLİK
Pameks’in profilini anlatan bölüm şu sözlerle son buluyor: “Piyasa koşullarında rekabet edebilecek koşullar sağlanırken, kalite ve istikrardan taviz verilmemektedir.”
İşçilere söylenen tek şey budur: Rekabet!
“Rakiplerle rekabet, Çinle rekabet... Servis istemeyin, fazla ücret istemeyin, mesaiye kalın, ucuza az çalışın... Ki rekabet edebilelim. Rekabet edebilelim ki sizin de bir işiniz olsun.” Sömürü çarkı böyle dönerken Pameks yükseldikçe yükseliyor. Dört ortak tarafından 24 yıl önce Topkapı’da temelleri atılan Pamuklu Örme ve Giyim Sanayi’nin, dünyaca ünlü Marriott oteller zincirini Halkalı’ya getirmeyi başarmasına uzanan başarı(!) hikayesi de bu çarkın bir sonucu.
1983 yılında Topkapı’da o dönem orta çaplı bir işletme olan Pagi’yi kurmuşlar. Dört ortak ardından aynı yerde 1986 yılında da örme, dokuma konfeksiyon ürünleri üretimi gerçekleştiren Pameks Giyim Sanayi AŞ’yi faaliyete geçirmişler. 1989 yılında ilk önce Pagi’yi ardından 1993 yılında da Pameks’in Topkapı’daki üretim tesislerini, şu anda faaliyet gösterdikleri Halkalı’ya taşımışlar. Dört ortak, 1997 ve 1998 yılında her iki şirketin üretimlerinin bir bölümünü Tekirdağ’ın Malkara ilçesi ve bu ilçenin beldesi olan Sağlamtaş’a kaydırmışlar. Cevat ve Cevdet Karahasanoğlu ile Zübeyir Özbay ve Halil Göksel, yaklaşık 10 yıl önce de Istranca Ormanları eteğinde bu adı taşıyan bir fidan üretimi şirketi kurmuşlar. Pagi’nin bünyesine 5 yıl önce katılan Plato Turizm ise turizm yatırımları konusunda faaliyet gösteriyor.
Pagi ve Pameks Cerutti, Karstad ve Boos gibi birçok tanınmış markaya üretim yapıyor. Bu iki şirket yılda 1 milyon 700 bin parça konfeksiyon ürünü üretimi gerçekleştiriyor. Her iki şirketin yıllık ihracatı 20 milyon doları aşıyor.
PATRONLARIN KURALI
Anlatılar sadece Pameks’e ait bir hikaye değil. Özelikle Türkiye’de 2001 yılından itibaren sömürüyü yoğunlaştıran tüm şirketlerin hikayesi... Rekabet ve kâr üzerine kurulu tüm dünya şirketlerinin hikayesi aslında.
Çok düşük ücretlerle, üstelik çoğunlukla hiçbir sosyal-ekonomik güvenceleri olmadan üretim... Esnek üretim, işverenlerin sözleşmelere uymaması, işyerlerindeki ayrımcı ve aşağılayıcı davranışlar... İş kazalarına maruz kalındığında, sağlık sorunları yaşanıldığında hiçbir güvenceleri bulunmayan insanların ceplerine üç-beş kuruş konulup susturulması... (Kot taşlama işinde olduğu gibi çoğu zaman ceplerine üç-beş kuruş bile konulmuyor). Günde 15-16 saat karın tokluğuna çalışma... Tuzla’da sıkça görüldüğü gibi 15-20 kişinin kaldığı izbe odalarda insanlık dışı koşullarda yaşama... Dayak, cinsel taciz, angarya iş ve sıklıkla hiçbir ücret alamamak... Sendikalara veya diğer türden işçi örgütlerine üye olunca cezalandırılmak...
Tüm bunlar kapitalist dünyanın her tarafında geçerli değil mi? Kahrolası rekabetin ve kâr güdüsünün kaçınılmaz kuralları değil mi bunlar. Bu kural üzerinde yükselen bu dünyanın “saygın” firmalarının gözünde işçilerin ürettikleri giysiler kadar değeri yoktur. Ne de patronlarının kapılarında besledikleri köpekleri kadar...
Bülent Falakaoğlu

Evrensel'i Takip Et