14 Eylül 2009 00:00

BAŞYAZI


ABD yönetiminin Türkiye’ye 7.8 milyar dolar tutarında 12 Patriot bataryası ile 72 adet füze satmak için Kongre’den “olur” beklediği ortaya çıktı.
Bu habere verilecek ilk refleks, “Ne olacak canım, ordumuz güçleniyor, bunun neresi kötü?” biçiminde olsa bile; gerçeğin böyle olmadığını da en iyi Ortadoğu’daki politikaları, ABD’nin bölgedeki amaç ve niyetleriyle, Türkiye’ye yüklemek istediği rolü bilenler bilir.
Sorunun iki boyutu var:
Bunlardan birincisi işin mali boyutudur.
Bir kere bu proje 7.8 milyar dolar gibi, dudak uçuklatan bir tutardır ki; bu her T.C. vatandaşının, yeni doğan bebekten ayağı çukurdaki ihtiyara kadar her vatandaşın, bir anda ABD’ye 1000 TL’den fazla borçlanması demektir. Bu, Türkiye’nin tarihindeki bir seferde alınan en büyük silah alımı olduğu gibi, bu kirli alışveriş, Türkiye’yi ABD’den silah alan ülkelerin birinci sırasına yükseltecek bir alışveriştir. Hele de dünyanın böyle bir krizin içinde olduğu ve “tasarruf” adına memura yüzde 2.5, emekliye yüzde 1.83 zam yapıldığı bir zamanda!
Sorunun ikinci boyutu ise politiktir!
Çünkü bu silah sistemini ABD’nin Türkiye’ye verme gerekçesi, İran’ın füze sistemlerine sahip olmasıdır. Dolayısıyla da, İran-Türkiye çatışmasını kışkırtan bir silah alımıdır bu. Türkiye Amerikan füzelerine sahip olmakla, aynı zamanda İran’a karşı ABD ile birlikte düşman bir safta mevzilenmiş olacaktır. Dahası bu mevzileniş aynı zamanda Rusya’ya (Suriye’ye, Yemen’e, yakın gelecekte başka bölge ülkelerine, hatta Irak’a da) karşı olma anlamına da gelecektir. Uzun vadede bu alışveriş, Türkiye’nin ABD safında yer aldığının açıkça ilanı olacağı gibi, bu safı değiştirmesi de imkansız hale gelecektir. Çünkü bu kadar büyük maliyetlerle alınan Amerikan füze sistemi sadece ABD safında olacak bir Türkiye için işlevseldir. Aksi halde silah sistemleri işlemeyecektir.
Kısacası böyle bir silah alımıyla Türkiye, giderek kamplara bölünen ve krizin daha da kışkırtacağı saflaşmalara sahne olan dünyada ABD’nin safını seçen ve bunu ilan eden ilk ülke olacaktır. Ki, ilerleyen dönemlerde bırakalım başka kampta yer alma, “tarafsız kalma”yı bile başaramayacaktır.
ABD de muhtemeldir ki, Türkiye’yi kendine “ebedi” olarak bağlamak için bu silah satışını gündeme getirmiştir.
Doğrusu, “Zafer Haftası”nda öne çıkarılan “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganının bu kadar erken hayata geçirilmek istendiğini kimse tahmin etmiyordu.
Demek ki iş aceleymiş!
Bu sloganla, bu silah alımını organize edenler, “Güçlü ordu, Güçlü Türkiye demekse, o zaman orduyu güçlendirmemiz gerekir. Orduyu güçlendirmek demekse onun en ileri silahlara sahip olması demektir!” propagandası yapmışlardır.
Ancak, mantıksal bakımdan doğruymuş gibi görünen bu akıl yürütmenin gerçek hayatta karşılığı yoktur ve tersinin daha doğru olduğunu gösteren daha çok örnek vardır.
Çünkü gerçek yaşamda “güçlü ordu” demek “güçlü ülke” demek olmamıştır. Tersine gücünü silahtan, külahtan alan ordular en güçlü oldukları zamanda kendilerinden daha zayıf ama haklı bir davayı savunan ordular tarafından yenilmişlerdir. Almanya ve Japonya’nın faşist orduları en güçlü ordulardı ama yenildiler. Ondan önce de Napolyon’un orduları Avrupa’nın en güçlü ordusuydu ama o da yenildi. ABD Ordusu, Vietnam’da yenildi. Hatta Irak’ta, Afganistan’da ABD ordusu, bir ordu olduğu bile tartışılan kuvvetler tarafından başarısızlığa uğratıldı. Bırakalım bunları, bugün TSK’nın PKK ile başa çıkamamasının nedeni silah gücünün azlığından değildir.
Kaldı ki; Ortadoğu’da Türkiye’nin ayakta kalmasının koşulu, güçlü orduyla değil, komşularıyla barış içinde yaşayan ve emperyalistlerin bölgedeki girişimlerini boşa çıkaran bağımsız ve demokratik, kendi içinde halkıyla barışık olmaktır. Böyle bir Türkiye’nin de Patriot füze sistemine de nükleer silaha da başka türden kitle imha silahlarına da ihtiyacı yoktur.
Güçlü Türkiye’nin yolu, 7.8 milyar doların eğitime, sağlığa, yoksulların daha iyi yaşaması için harcanmasından geçer!
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et